Başlığın çok iç karartıcı olduğunun farkındayım. Ancak kendimi birkaç yıldır alamadığım bir düşünceden sizleri de haberdar etmek ve biraz da siz düşünün demek istedim. Tabutta da ayrımcılığa uğruyoruz biliyor musunuz? Ne alaka mı? Anlatayım.
Gülcan Altun Hakkında
1977 yılının Nisan ayında, ülkenin en doğu ucunda hayata “Merhaba” dedi. Ancak onu kavramaya çalışması en batı ucunda bir deniz kentinde oldu. Bu kentte tüm eğitim hayatını ve geri kalan yaşamını sürdürdü ve hala sürdürmektedir. Hiç içine sindirmese de Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve yine hiç içine sindirmese de Maliye’de memur olarak çalışmaktadır. 11 yaşındayken uzunca bir süre belirlenemeyen bir sebeple gözlerini kaybetti. Trajikomik bir tesadüf gibi 22 yaşında ise belden aşağı felç geçirdi ve anlaşıldı ki NMO (yaygın duyulan adı: Devic) hastasıdır. Sonrasında felcin izlerini büyük ölçüde atlatmış olsa da hala desteksiz yürümekte zorlanmaktadır. 33 yaşını hasarsız atlattı fakat 44 yaşına vedası hastanenin yoğun bakım ünitesinde oldu. Buraya gülücük resmi koymak istedi ama beceremedi. Engelsiz Erişim Derneği tarafından yayımlanan EEEH Dergi’nin yazar kadrosunda yer almaktan gurur duyduğunu her fırsatta ifade eder. Bundan başka en vazgeçilmezi ise türkülerdir.
Yazara,
e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.
Gülcan Altun Tarafından Yazılan Yazılar
Başlığın çok iç karartıcı olduğunun farkındayım. Ancak kendimi birkaç yıldır alamadığım bir düşünceden sizleri de haberdar etmek ve biraz da siz düşünün demek istedim. Tabutta da ayrımcılığa uğruyoruz biliyor musunuz? Ne alaka mı? Anlatayım.
İnsan hayatında öyle anlar vardır ki bir anda şimşekler çakar beyninizde. Ben bunu neden daha önce düşünemedim dersiniz. İşte haziran ayı yazısını yazarken ben de böyle dedim kendime. Anımsayacağınız gibi haziranda gezilerden bahsetmiştim. Geziler içinde de vazgeçilmez kentim Çanakkale'den. Temmuz ayında seçim sonuçları daha güncel olduğundan bu yazıyı ağustosta yayımlamaya karar verdik dergice.
Çok hareketli bir seçimi geçtiğimiz ay geride bıraktık. Öyle ki son birkaç ay ülke gündemi sadece buydu. Önceki yıllardan seçim öncesi liderlerin atışmalarına alışıktık da Cumhurbaşkanı’nın bir parti başkanı gibi bu atışmalara taraf olduğunu daha önce görmemiştik. HDP'nin barajı aşıp aşamayacağı da bir o kadar merak ediliyordu. Birçok sebeple ama en çok da bu iki özelliğinden ötürü 07.06.2015 genel seçimlerinin yıllar sonra dahi adından söz ettiren bir seçim olacağı kanısındayım.
Baharla birlikte attık kelimenin tam anlamıyla kendimizi sokaklara. Öyle güç bir kış geçirdik ki güneş kendini gösterir göstermez zincirlerinden boşanıverdi insanlar. Bir çay içmeye çıkıyorsun, boş masa bulabilene aşk olsun resmen.
Her türlü engelleme ve engebeye karşın engelliler de çıktı dışarılara. Gerçi onlar engellemelere alışık olduklarından mıdır nedir kış mış dinlemeden ocağın ortasında da atmışlardı kendilerini sokaklara. Kamu kurum ve kuruluşlarına mekânları erişilebilir kılmak için yasanın verdiği süreyi uzatanlara inat, en kalabalık yerlerde boy gösteriyorlardı… Devamını Oku...
Kadınlar, biz kadınlar, karanlık bastıktan sonra televizyon karşısında uzanan kocasına söylemediği ya da söyleyemediği için içi titreyerek çöpü atmak için dışarı çıkmaya korkan kadınlar.
Kadınlar, çocuklarına bir şey olmasın diye hiç düşünmeden gözü kapalı bombanın üzerine atlayıp parçalanan kadınlar.
Beğenildiğini fark edince utangaç bir mutlulukla kirpiklerini düşüren kadınlar; gözünü diktiğini elde etmek istediğinde tırnaklarını pençeleştiren kadınlar.
Burası Yarım Köy, öyle yarısı köy değil, basbayağı adı yarım olan bir köy. Neden mi Yarım Köy? Burada toplumun onlara uygun gördüğü tabirle sadece yarımlar yaşıyor da ondan Yarım Köy.
Bizim evde yarışma programları tutkunu annemdir. İzlersek onun cebri zoruyla izleriz çok zaman ailenin geri kalanları olarak. Ve ben yarışma programlarını duyduğumda ya da tesadüfen TV'de denk geldiğimde hep Marlo Morgan'ın ünlü kitabı Bir Çift Yürek'teki bölümlerden biri gelir aklıma. Anımsadığım kadarıyla ilgili bölümde gerçek insanlar kabilesi, yani Aborjinler, insanların yarışması fikrini yadırgarlar.
Koskoca bir yılı geride bıraktığımız, yeni yıla merhaba demeye hazırlandığımız bir aydan ve yepyeni bir sayıdan hepimize merhabalar sevgili okuyucular.
Bir ay aradan sonra tekrar merhaba sevgili okuyucular. Bu yazımda özüme dönüyor ve sizlerle bir film betimlemesi üzerine gözlemlediklerimi paylaşmak istiyorum.
Bu ay filmlerin sesli betimlemesi üzerine bir şey yazamadım. Zira bir filmi izlemek yetmiyor, bana göre onunla ilgili araştırma yapmam, benim için önemli denebilecek bir zaman harcamam gerekiyor daha fazla bilgi edinebilmek için. Yaz sıcakları, denizin çekici çağrısı, bundan da öte evdeki misafir çocuk curcunasında pek mümkün olamadı bu. Başka bir konuda yazmayı düşündüm; ama ben bu hususta diğer yazar arkadaşlarım gibi üretken ve aktif değilim ne yazık ki. Ne yapsam acaba, diye düşünürken yiyen herkesin çok beğendiği kek tarifimi vermek istedim. Yanlış duymadınız evet kek.
Yazarlıkla kendimi özdeşleştiremediğim dergi toplantımızdan sonra, Elif'in önerisi ile başladım EEEH'de sesli betimlemeli filmlerin betimleme değerlendirmeleri üzerine yazmaya. Birkaç filmden sonra nedense aynı kısır döngüdeymişim gibi geldi ve aşağıda okuyacağınız yazıyı kaleme aldım. Ancak bugüne değin yayımlanmak üzere yazar ekibi arkadaşlara sunmadım. Ne diyelim kısmet bu güneymiş.
Her insan kendi dilinde konuşur,
Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini kafasındaki ışığın.
Uçsuz bucaksız bir karanlığa mahkûm olmak... Toplumda hiç bilmeyen bir insan için, körlere yakıştırılan bir söylemdir bu. Herhangi bir insanın gözünde kör demek, hiçbir şey görmemek ya da diğer bir ifade ile sonsuz bir karanlıktır. En trajik tanımla, gece ve gündüzün tümden kara olmasıdır. Bu nedenle yeni tanışılan bir görmeyene ilk sorulan sorudur; "Hiç mi görmüyorsun?” Çoğumuz buna yarı tebessümle, kayıtsızca "Hiç!" deriz, çok da işimize yaramayan fark ettiğimiz ışığı hiçe sayarak. Ancak bu yazıda bahsetmek istediğim bambaşka bir karanlık.
Merhaba Sevgili Okuyucu,
“Sesli betimlemeli film”, kavramını ilk kez TV haberlerinde duydum ve ne yalan söyleyeyim duyunca güldüm. "Ne yani! ”Dedim. “Ben film izlerken arkadan bir ses bana görsel öğeleri anlatacak öyle mi? Peki ben nasıl anlayacağım konuşmaları veya filmdeki efektleri?" Böylesi bir ön yargı içinde tanıştım bir kısa film olan Çarpışma'nın sesli betimlemeli haliyle.