Kadınlar, biz kadınlar, karanlık bastıktan sonra televizyon karşısında uzanan kocasına söylemediği ya da söyleyemediği için içi titreyerek çöpü atmak için dışarı çıkmaya korkan kadınlar.
Kadınlar, çocuklarına bir şey olmasın diye hiç düşünmeden gözü kapalı bombanın üzerine atlayıp parçalanan kadınlar.
Beğenildiğini fark edince utangaç bir mutlulukla kirpiklerini düşüren kadınlar; gözünü diktiğini elde etmek istediğinde tırnaklarını pençeleştiren kadınlar.
Daha iyi koşullarda yaşayabilmek, ayaklarını yere daha sağlam basabilmek veya sadece doyabilmek için tarlada, bağda, bahçede, fabrikada, dairede ya da kendi evinde canını dişine takan kadınlar. Her şeyinden önce saçına, bacağına, poposuna ve memesine bakılan kadınlar.
Neresindeyiz yaşamın?
Güvende miyiz? Önce canımızla, sonra onurumuzla veya ırzımızla güvende miyiz? Bize ait olduğunu düşündüğümüz her hangi bir yerde bile. Mesela evimizde, işyerimizde, sokağımızda ya da kentimizde. Olmadığımızı hemen hemen her gün aldığımız haberler gösteriyor ne yazık ki. Özellikle kadın cinayetleri apaçık ortaya seriyor tüm gerçeği. Üstelik şiddet ya da istemediği bir muameleye uğramış olmak için salt ölmek gerekmiyor. Şiddetin ve tacizin her türlüsünü yaşıyoruz günün herhangi bir saatinde. İşin bir diğer boyutu ise, söyleyeceğim çok büyük bir iddia biliyorum ama her kadının hayatında en az bir taciz öyküsü muhakkak vardır. Bu öyküdeki kişi hiç tanımadığı, yakın çevresinden veya bizzat ailesinden biri olabilir. Ve kadın çoğu kez dillendiremez bunu, yalnız kaldığı anlarda kendine bile söyleyemez.
Sonuç şu ki hasbelkader yaşıyoruz, şans eseri nefes almaya devam ediyoruz, önce insanlık sonra kadınlık onurumuzu koruyabiliyoruz. İnsanın özeline, en mahremine son derece vahşice el uzatıyor birileri, düşüncesi bile ürkütürken her gün binlerce kadın bizzat maruz kalıyor bu vahşete.
Ya engelliler! Topyekûn tüm engelliler ve özellikle engelli kadınlar? Bütün dayatma ve engellemelere karşın kendine ait bir yaşam kurmayı başaran, hayatta dik durabilen, ekonomik bağımsızlığını elde etmiş, evinde veya işyerinde kendine göre bir düzen kurabilmiş engelli kadınlar, daha mı kolay lokmayız?
Toplumun bir yüzü aydınlık bir yüzü karanlık, tıpkı özünü oluşturan insanda olduğu gibi. Amaçlarına ulaşmış özgür bir kadın olarak öylesine sürdürürken hayatınızı, yolunuzun bir yerinde bir anda karşınıza çıkıp göklere çıkarıveriyorlar sizi. Dik durup göğsünü kabartıp biraz daha dikelttiniz mi başınızı, hooopp deyiveriyorlar birden. Altı üstü bir “eksiksin” işte ne kadar dikelebilirsin ki haddini bil moduna giriveriyorlar.
Veyahut yardım eder gibi yanınıza sokulup bariz bir şekilde elle ya da en azından sözle taciz eden birine tepki gösterince, “Bunlara da yardım etmeye gelmiyor.” deyip sözüm ona kendini aklamıyorlar mı bir anda çevrenin gözünde.
Bütün kadınlar özellikle engelliler ne yapacağız bu durumda? Boynumuzu büküp bedenimize ve kişiliğimize karşı yapılan tüm o hoyratlıkları kabullenip sineye mi çekeceğiz? Ya da her birimiz çeşitli savunma sporlarını, bilumum delici alet kullanma tekniklerini mi öğreneceğiz? Veyahut artık iyice kolaylaşan silah alma ruhsatından birer tane edinip silahlarımızı her daim cebimizde mi taşıyacağız? Sahi biz körlere silah da vermezler değil mi? E tekerlekli sandalyedekiler savunma sporlarını son derece sınırlı kullanabilir, ne yapsak ki? Ben çıkamadım işin içinden. En iyisi hepimiz birer sahip, pardon koruma edinip o şekilde çıkacağız sokağa. Bu durum da devletin bize ek koruma ücreti vermesi gerekir ama. Malum aldığımız maaşlarla ancak normale yakın standartlarda yaşamımızı sürdürmekteyiz. Bir de koruma ücreti ödersek ne yiyip ne içeceğiz? Galiba ben gene uçuşa geçtim. Sadede gelelim. Özgecan Aslan'dan sonra bir kez daha ayyuka çıkan kadın taciz ve cinayetleri hakkında herkes bir şeyler dedi, yazılar yazıldı, yorumlar yapıldı. Şu bir gerçek ki kadın şiddeti ve cinayetleri her geçen gün artmakta ve görünen o ki eğitim düzeyimiz bu hususta da sınıfta kaldı. Kültürümüz sıfır, yargılamalar ve verilen cezaların caydırıcılığı, sıfıra sıfır elde var sıfır. Sonuç, bakın başınızın çaresine.
Bu olay acı bir şekilde kamuoyunun gündemine bomba gibi düştüğünde, EEEH Dergi olarak bu konuyu ele almayı yazıştık İlke’nin önerisiyle. Ben ne yazabilirim diye düşünürken farklı bir pencereden bir filmi, taciz ve şiddetin olduğu bir filmi değerlendirebilirim dedim kendime. Derken bir süre önce Teknokör mail grubunda Arka Sokaklar dizisinin bir bölümünde işlenen kör bir kıza tecavüz olayını ele alabileceğim aklıma geldi. Hemen Engelsiz Kanal D sitesine baktım. Ancak ne yazık ki bu dizinin sesli betimlemesi başlamadan çok önceki bir bölümdeydi söz konusu olay. Neyse dedim ve internetten betimlemesiz olarak izledim. Ne kadarını doğru algıladım, neleri kaçırdım tabii ki gören bir yakınımla bir kez daha izlemeden bunu asla bilemem ama ben elimden geldiğince, anladığım kadarıyla dizideki kimi durumlara dikkat çekmek istiyorum.
Dikkat çekmek istediğim hususlara geçmeden önce diyeceğim, ben genel olarak Arka Sokaklar dizisini takip eden biri değilim ama kardeşimin dayatmalarıyla TV’de denk geldiğimde dizi oyuncularının rol yeteneklerini beğendiğim kadar, bölümlük oynayan figüranların oyunculuklarına hep gülmüşümdür. Bununla birlikte duyduğum repliklerden ve ses tonlamalarından anladığım, Kör Beyza karakteri, üstelik tacize uğramış kör bir kadın iyi canlandırılmıştı.
Öncelikle merak ettiğim bu dizi kurgulanıp senaryo yazılırken görmeyen bir insanın yaşamına yönelik ayrıntıları yazmak için kör bir arkadaşımızdan fikir alındı mı? Bana özellikle bazı sahnelerdeki bakış açısı engelli çerçevesinden alınmış gibi değil de, engelsizlerin klasik engelli yargısının yansıması gibi geldi. Buna rağmen Beyza dizide topluma dayatılandan farklı bir kör karakter olarak işlenmiş. Komiser Ali'nin eşine tanımladığı gibi güçlü, kendine güvenen, bağımsız hareketi olan, eğitimli, çalışan bir görmeyen kadın.
Bununla beraber bazı ifade ve yaklaşımlar genel kör önyargısının esaretini yansıtmaktaydı bence. Mesela Beyza'ya iki sokak serserisi saldırdığında "Kimse yok mu?" diye sesleniyor çevreye. O anki paniğin söyletebileceklerini bir tarafa atarsak bence "İmdaat! Yardım edin." gibi bir haykırış daha inandırıcı olabilirdi. Sesleri o kadar iyi sentezleyebilen, işyerine gelen Komiser Ali'yi daha konuşmadan ayak seslerinden tanıyan Kör Beyza, çevrede başka kimsenin olup olmadığını daha kolay ve doğru değerlendirebilirdi. Dolayısıyla da yardım isteyen herhangi bir kadın gibi kimse yok mu yerine, yardım edin diyebilirdi.
İkincisi Beyza'nın kendisi de görme engelli olan annesi kızında bir gariplik olduğunu sesinden sezer. Bu çok normal bir şeydir. Çünkü biz körler bilindiği gibi etrafta olup biten şeyleri ilk olarak seslerle algılarız. Körlüğe adapte olmuş görünen, kendi başlarına bir hayat kurmuş birlikte tek başlarına yaşayan kör ana kızın bu sisteme alışmış olmaları beklenir. Zannetmiyorum ki bu durumdaki bir anne kızına yazıklanarak "Yüzünü görebilsem." diye hayıflansın. Bu ancak o diziyi izleyip bir kör ya da daha geniş düşünürsek engelli gördüğünde içi ezilen yurdum insanın acıma güdüsünü besler. Kendini kabullenmiş bir körü ise hem kızdırır hem de güldürür.
Bir diğer nokta, bana göre en vurucu olan ise; iki sokak serserisi sorgulanmış ve temiz çıkmıştır. Elde belirgin bir şüpheli yoktur. Ancak Komiser Ali biraz da Beyza'yla artık tanışmışlığının ve onun kör olmasının verdiği eziklikle belki de huzursuzdur. Taksiciden şüphelenmektedir ama elinde onu suçlayabilecek hiçbir şey yoktur. Kızın verdiği ifade doğrultusunda şüphelilerin seslerini kullanmak istemektedir ve bu arada taksicinin sesini de almalıdır. Taksicinin ifadesinin doğru olduğundan emin olmak için ekipten arkadaşı kadın polisi taksicinin eşini sorgulamak üzere evine gönderir kendisi de taksi durağına gitmek üzere yola çıkar. Durağa varmadan önce arkadaşı arar ve taksicinin karısını sorguladığını, eşinin söyledikleri doğrultusunda adamın doğru söylediğini söyler. Ancak polis kadının ses tonu bir anda değişir ve "Ama bir şey var" der. ", “Taksicinin karısı kötürüm, iki bacağı birden hem de.” “Yani Taksici Acar, kadının yanında Brad Pitt gibi” diye ekler kadın polis.
Bana bu ifade çok manidar geldi. Zira hemen ardından Komiser Ali'nin sesi değişir, sevinçle heyecanlanır, daha taksicinin sesini kayda almadan onun suçu işlemiş olduğundan neredeyse emin olmuş gibidir. Çok yakışıklı bir adamsan, karın da sakatsa, yakın çevrende bir tecavüz vakası olduysa, dikkat! Potansiyel suçlusun!
Bir diğeri; Beyza'nın değerlendirilen ses kayıtlarında suçu işleyenden emin olmasına rağmen, bu kanunca yeterli görülmemekte; bu ayrı bir tartışma konusu olabilir ama benim asıl değinmek istediğim bu değil. Adamı kesin olarak suçlayabilmek için Beyza bir kez daha kurban edilir. Çünkü polislerin geçmiş olaylardan aldıkları deneyimle zayıf gördüğü kurbanına, yani Beyza'ya bir kez daha tecavüze yelteneceği düşünülür ve öyle de olur. Polisler kızı ve taksiciyi yakın takibe alır ve adam suçüstü yakalanır. Sorguya alındığında onu hırpalayan polisler, bu arada elektrikleri de kesmişlerdir, adama sorarlar: "Karanlıkta korunmasız olmak nasıl bir şey"? Bu durum izleyiciyi daha bir duygusallaştırır bu kaçınılmaz. Çünkü bahsi geçen olayda konu edilen kör bir kızdır ve toplumun genel ifadesiyle karanlığa mahkûmdur. Ne acıklı. Ancak ne yazık ki karanlıkta korunmasız olan sadece kör kadınlar değil, tüm kadınlar ve hatta korunmasız olmak sadece karanlıkta da değil. Korunsunlar diye her kadının başına bir adam mı dikeceğiz, yoksa toplumu mu düzeltmeye çalışacağız ne dersiniz?
Dikkatimi celbeden son şey ise artık her şey bitmiştir, Komiser Ali Beyza’yı gitmek istediği yere götürürken son kez sohbet etmektedirler. Beyza bir anda “Yüzünüze dokunabilir miyim?” der. “Resminizi çizmek istiyorum da” diye de ekler. Yaklaşık otuz senedir yaşamımı kör olarak sürdürüyorum ve bu yaşa değin yakınlarım dâhil hiç kimsenin yüzüne dokunmak ihtiyacı hissetmedim. Acaba ben mi yanlış düşünüyorum dedim ve resim yapmayı çok seven bir kör arkadaşıma sordum, o da hiç böyle bir gereksinim duymamış. Gerçi o bana, “Belki biz sonradan kör olduğumuz için böyle bir şey hissetmiyoruzdur” dedi ama bana yeterli bir sebep olarak görünmedi. Diğer yazar arkadaşlara da sordum ortak ağımızda, onlar da bir tanesi hariç böyle bir gereksinim hissetmemişler hiç. Tüm bunlar senaryonun engelli birinin yaşama ve dünyaya bakışıyla değil, engelsizlerin kafalarındaki engelli bakışıyla kaleme alınmasından kaynaklanıyor.
Son olarak bu diziyi izleyen her hangi bir kimsenin, hele de engelli bir yakını ya da çocuğu varsa, bir de bu engelli kör bir kızsa düşünün artık. Bağımsız olabilmenin, okula ya da işine yalnız başına gidebilmenin cesaretini ancak kazanabilmiş, ailesine yavaş yavaş kabullendirebilmişken her şeyi başa sarabilir. Daha önce yazdığım yazılarda, çeşitli zamanlarda bağımsız hareketimin olmadığını bir şekilde ifade etmiştim. Şükür bu diziyi bizimkiler izlememişlerdi ama Özgecan'a çok üzülüp kahrolan annemin bana tepkisi, "Belki de o da bana bir şey olmaz diyordu". Yani bize bir şey olmasın diye evden çıkmayacak ya da sürekli yanımızda biriyle dolaşacağız anneme göre. Annem toplumumuzun küçücük öznel bir örneği yalnızca. Ancak gene de aslında bence Arka Sokaklar’da dizinin formatı gereği böyle bir konunun işlenmesi normal. Üstelik yukarıda da vurguladığım gibi Beyza eski Türk filmlerinden farklı bir bakışla işlenen bir engelli karakter. Bununla birlikte engelli karakterlerin, hatta olmuş ve olabilecek bu tür olayların dahi çok daha gerçekçi ele alınması farkındalığı arttıracak ve toplumu engellilerle ilgili çok daha doğru bilinçlendiren etkili bir silah olacaktır.