Bahar Yavuz Hakkında

E-posta Adresi:

Bahar Yavuz Tarafından Yazılan Yazılar


Netflix'te mini dizilerden biri Unorthodox. New York'ta kapalı bir Yahudi topluluğundan gelen, doğurmak ve ev kadını olmak dışında başka bir şey olmasını reddeden kurallardan kaçan bir kadını anlatıyor. Hikayeye dair herhangi bir ipucu vermek istemiyorum. Burada tartışacağım şey, kendini kapatan bir Yahudi toplumuyla ortaklıklarımızın olup olmadığı.


Travmalar olağan rutinimizi bozan, her zaman kullandığımız yöntemleri kullanamadığımız, bizi biçare hissettiren olağanüstü durumlardır. Bu yüzden bu tür durumları benliğimize bir tür tehdit olarak algılarız. Travma kapsamına giren, bizi elimiz kolumuz bağlı hissettiren birbirinden çok farklı haller vardır. Şu an hepimize tanıdık gelen pandemi, bunlardan sadece birisidir. Üstelik hem kişisel, hem toplumsal hem de küresel bir travmanın etkileriyle çok boyutlu olarak yüz yüzeyiz.


Aşağıdaki konuşma, Bahar Yavuz'un 10 Aralık 2019 tarihinde Insan Hakları Günü kapsamında Çiğli Belediyesi tarafından düzenlenen, Yerel Yönetimlerde Hak Temelli Engellilik Politikası Çalıştayı’nda yaptığı konuşmanın deşifresidir. Çalıştaydaki diğer konuşma ve atölye çalışmalarının çıktılarının daha sonra kitap halinde yayınlanacağı bilgisi edinilmiştir.

 


Bu ay, “Bunu mutlaka yazmalıyım” Dediğim deneyimlerimi aktarma motivasyonuyla başına oturduğum yazımı, pek yakında gündeme gelen ve evvela hak temelli çalışan, insana insan olduğu için değer veren kişi ve kurumların,  sonrasında kamuoyunun tepkisini çeken bir olay etrafında şekillendirmeye karar verdim. Bu hızlı gelişen bir kurgulama olacağından eksik bırakacağım noktaların varlığını şimdiden kabul ederek anlayışınıza sığınıyorum.


Hayatımızın rutinini oluşturan olaylar dizisi ya da zinciri vardır; işe ya da okula gitmek, evimiz/bahçemizle ilgilenmek, düzenli yürüyüş veya spor yapmak, haftamızın, ayımızın belli günlerini bazı aktivitelere ayırmak gibi. Karar ve eylemler, olağan yaşam koşullarının hep süreceği öngörüsüyle dizilir art arda. Bütün bunları yaparken de olağandışı şartlar hesap kitabımızın meselesi olmaz. Zaten bir şeyler olacağına dair endişe taşıyanlara tuhaf bakmak gelir içimizden.


Hayatımızın rutinini oluşturan olaylar dizisi ya da zinciri vardır; işe ya da okula gitmek, evimiz/bahçemizle ilgilenmek, düzenli yürüyüş veya spor yapmak, haftamızın, ayımızın belli günlerini bazı aktivitelere ayırmak gibi. Karar ve eylemler, olağan yaşam koşullarının hep süreceği öngörüsüyle dizilir art arda. Bütün bunları yaparken de olağandışı şartlar hesap kitabımızın meselesi olmaz. Zaten bir şeyler olacağına dair endişe taşıyanlara tuhaf bakmak gelir içimizden.


İçermeci ve kimseyi arkada bırakmayan program tasarlama niyetiyle kafa kafaya verdiğimiz bir masada, otizmli bireylerin akran eğitimi verme kapasitesinin mevcut olmadığı söylenince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. O gün heyecanımı, kızgınlığımı ve hayal kırıklığımı gizleyemeden beynimde uçuşan sözleri sarf etmiştim, "Şu an bizim de yaptığımız, maruz kalınmasından hoşlanmadığımız, aksini savunduğumuz dışlamak değil midir?" diye sorarken sesim titriyordu.


Bu bayram benim için birden fazla otobüs yolculuğu demekti. Bunlardan birinde, GETEM'deki sesli betimlemeleri tararken rastladığım ve daha evvel izlemediğim X-men filmlerinden birini izlemek istedim. Tabii ilkiyle başlamak en makbul olandı. Bu zamana kadar insanların bolca izlediğini bildiğim bu seriyi,       abartı mutant hikâyesinin ve Amerikan rüyasının bana fazla gelebileceği önyargısıyla kendimi izlemekten alıkoymuştum. Ne var ki içinde sakatlık üstüne birkaç laf edebilecek malzeme varmış.


Her sabahın kaçınılmaz rutini olarak aktarma yapacağım durağa gelince otobüsün orta kapısından kendimi bilinmez bir boşluğa bıraktım. Bilinmez diyorum çünkü otobüsün nerede duracağı hiç belli olmuyor. Belki henüz kendi kendine duran bir araç olmadığından, şoförün bizi nerede bırakmayı uygun gördüğü her zaman değişiyor demek daha doğru olacak. Hal böyle iken yolun ortasına indiğimi fark ettiğimde; her ne kadar her taraftan otobüs, araba vb. araçların gelişine alıştığımı düşünsem de istemsiz tedirgin oluyorum.


Hayatımızın rutinini oluşturan olaylar dizisi ya da zinciri vardır; işe ya da okula gitmek, evimiz/bahçemizle ilgilenmek, düzenli yürüyüş veya spor yapmak, haftamızın, ayımızın belli günlerini bazı aktivitelere ayırmak gibi. Karar ve eylemler, olağan yaşam koşullarının hep süreceği öngörüsüyle dizilir art arda. Bütün bunları yaparken de olağandışı şartlar hesap kitabımızın meselesi olmaz. Zaten bir şeyler olacağına dair endişe taşıyanlara tuhaf bakmak gelir içimizden.


Hayatımızın rutinini oluşturan olaylar dizisi ya da zinciri vardır; işe ya da okula gitmek, evimiz/bahçemizle ilgilenmek, düzenli yürüyüş veya spor yapmak, haftamızın, ayımızın belli günlerini bazı aktivitelere ayırmak gibi. Karar ve eylemler, olağan yaşam koşullarının hep süreceği öngörüsüyle dizilir art arda. Bütün bunları yaparken de olağandışı şartlar hesap kitabımızın meselesi olmaz. Zaten bir şeyler olacağına dair endişe taşıyanlara tuhaf bakmak gelir içimizden.


Her şeyi kendisine benzeyenlerle eşleştirdik. Eşyaları, ayları, yolları, sokakları, işleri, merakları… Belki kolay öğrenmek, belki kolay hatırlamak, belki başka sebeplerden tercih ettik bu yolu.  Yaşamanın sürekli sınıflandırma olduğuna emin olduk işlevselliğini pratikte gördükçe. Böyle böyle derin bir alışkanlık oldu. Sanki bizim kontrolümüzde değilmiş, sanki sınıflandırma kriterlerini biz düşünmemiş, değerlendirmemiş gibi, sanki farklı bağlamlarda farklı eşleştirmelerin varlığını biz kabul etmemişiz gibi her şeyi ama her şeyi klasörlemeye başladık.


Burası ne kadar da dar ve basık. Epeydir burada kalmaktan öyle çok bunaldım ki. Belki ben, ‘ben’ olmasaydım, bu sıkıştırılmış yerde olmak hem bu denli uzun hem bu denli daraltıcı gelmezdi. Oysaki ben her daim oradan oraya uzanmayı, benim için farklı fiziksel mekanlar arası dolaşmayı yaşam tarzı haline getirmiş gibiyim. Belki de bütün var oluşum bu hareket üzerine kurulu. Sesler, tatlar, renkler ve şekiller, dokular ve dokunuşlar her ne olursa olsun kendimi var edebileceğim bir ortam, bir devinim muhakkak bulurum.


Merhabalar sevgili okurlar. Çalışma alanı temelde engelli hakları olmasa bile, ürettiği fikirlerle eşit, erişilebilir, engelsiz hayat mücadelemizle bir yerde kesişen, duruşuyla da beraber yürüyebileceğimiz insanlarla söyleşmeye devam ediyorum. Bu ay da TRT Avaz’ın bu ay yayınlamaya başlamayı öngördüğü Şefkate Muhtaç programını bir bahane bilerek keyifle okuyacağınız güzel bir insanla engelli çocuk meselesini konuşmak istedim.
İyi okumalar


Merhabalar sevgili EEH Dergi okurları;

 

Bu ay insan olma ortaklığımızdan güç alarak küçük bir deneme yapmak istedim. Aşağıda medyada çıkmış bir haberin linkini bulacaksınız. Haber Finlandiya'da işitme engelli kadınların kısırlaştırılması merkezde olmak üzere, engelliliğe dayalı ayrımcı uygulamaları içeriyor. Ardından bir doktor adayı arkadaşımın habere ilişkin sorduğum üç soruya cevabını bulacaksınız. Sonrasında da Türkiye'nin de taraf olduğu BM Engelli Hakları Sözleşmesi'nin bu meseleye işaret eden maddelerini paylaşacağım. Niyetim size bu ay soru işaretleri… Devamını Oku...


Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda

Ulaşmak istediğim kendimdi

                                    Ataol BEHRAMOĞLU

 

Bundan iki ay evvel, sizlerle tek başına çıktığım ilk yolculuğuma dair bilgiler paylaşmaya başlamıştım. Yazının ardından yeni bir başlangıç dalgası beni kapıp başka bir yere uçurunca, deneyimin daha duygusal içerikli kısmı bu zamana kaldı. Umuyorum ki hala bir yerlerde yazacaklarımı beklemektesinizdir.

Yazımın yayımlanmasının ardından aldığım geri dönüşlerin bende bıraktığı izlenimlerle başlamak istiyorum.


Yoldan geçenler, kuyruk bekleyenler, kapıdan girenler, merdiven çıkanlar, selam verenler ne ister? Günümüzü, gecemizi, anlar içinden bazılarını dolduranlar, harcayanlar ne bekler? Zihinlerinde, gönüllerinde bize dair neler uçuşur, yerleşir, pekişir? Yoksa bütün selamlaşmalar, karşılaşmalar birer kendi kalıbından hayatlar, tecrübeler dondurup hazırlamaktan mı ibarettir?

 


Geçen ay Beyza Ünal bize aşktan bahsediyordu ya hani,  cinsellikten ve algılayışlarımızdan… Bugün bir psikolog olarak alanımdan okumalar yaparken, İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nün çıkardığı Uluslararası Grup Psikoterapileri ve Psikodrama e-dergisinde yer alan, Mehmet Zihni Sungur'un bir kitabının da tanıtımını yaptığı “Aşk, Evlilik ve Sadakat” başlıklı makalesi karşıma çıktı. Yazıya aşina olmaya yeni başlarken bir cümle sanki anı durdurdu. Bu, zihnimde bazı düşüncelerin ve içimde karmaşık duyguların kaynaşmasına sebep olan, 'Aşk bir göz kusuru olarak da tanımlanabilir” ifadesiydi… Devamını Oku...


Yeni mezun ve bir müddettir çalışan bir kör için hayat her gün biraz daha sürprizlidir. Her sabah ve akşam gidilen aynı yolların, karşılaşılan bin bir türlü insanın içinden, farklı duyguları yaşatacak bir şeyler mutlaka çıkar. Bazı haftalar her şey rutin gidiyor gibi görünse de, tek bir dakika tüm tekdüzeliği alt üst etmeye yeter.