Toplam Okunma 0

Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda

Ulaşmak istediğim kendimdi

                                    Ataol BEHRAMOĞLU

 

Bundan iki ay evvel, sizlerle tek başına çıktığım ilk yolculuğuma dair bilgiler paylaşmaya başlamıştım. Yazının ardından yeni bir başlangıç dalgası beni kapıp başka bir yere uçurunca, deneyimin daha duygusal içerikli kısmı bu zamana kaldı. Umuyorum ki hala bir yerlerde yazacaklarımı beklemektesinizdir.

Yazımın yayımlanmasının ardından aldığım geri dönüşlerin bende bıraktığı izlenimlerle başlamak istiyorum.

Çıkmak ama Nasıl

Özellikle merak ettiğimiz bir yer gezip görmek üzere yola çıkışlarımızda, bazı durumlarda gezinin gidişatını büyük oranda etkileyebilecek bir faktör vardır: geziye tek mi yoksa bir grupla mı çıkıyor olduğumuz değişkeni. Bu değişken gezi boyunca vakit harcadığımız etkinlikleri, ziyaret ettiğimiz mekânlardaki kalış sürelerimizi, hatta keyif alma veya yorgunluk miktarımızı doğrudan etkileyebilir. Günün sonunda dönüp baktığımızda, tek veya grup olarak çıkmanın olumlu ve olumsuz taraflarını keşfetmiş buluruz kendimizi. Bunlar neler olabilir derseniz;

  • Tekken, öğrenmeye çalıştığınız bir dilin atmosferindeyseniz, tercihiniz güzel bir gelişim ve öğrenme fırsatını beraberinde getirir. Üstelik tek çıkma tercihinizi kör veya kadın kimliğinizle yapıyorsanız, farklı dinamikleri olan yerlere giderken endişeyi kontrol etme, yol bulma ve etrafı zihninizde haritalama gibi becerilerinizin geliştiğini farkediyorsunuz. Üstelik yarattığınız bu koşullarda daha çok sosyalleşmenin ve bir yerlerde zaman zaman haberleşip gülümseyebileceğiniz birilerinin varlığı da yanında hediye olarak geliyor.
  •  Grup olarak bir ziyareti, etkinliği planlamak her zaman karşılıklı anlayış ve desteği beraberinde getirir. Bu bir anlamda arkadaşlıklarımızı sınadığımız, birbirimizin sağlam ve güçlü yanlarını keşfettiğimiz bir yaşanmışlığa bürünür. Öyle olur ki kendinizi doğru insanları hayatınızda var ettiğiniz için tebrik ederken bulabilirsiniz. Dahası, saate, konuma ya da başka nedenlere bağlı olarak tek gitmekten çekineceğiniz ve merak ettiğinizden dolayı keyifli vakit geçireceğinizi düşündüğünüz yerlere de tereddütsüz gidebiliyor olursunuz.

Her nereye ve her ne şekilde gidiyor olursanız olun, yola çıkmak bir keşif ve öğrenme alanı sağlar. Hiçbir yolculuktan gittiğiniz gibi dönmezsiniz.

 

Bari’de Sürpriz Bir Gezinti

Havaalanında bir aktarma uçuşumu beklerken kendime “Neden buradayım? Her şeyi planladığım gibi yapmak zorunda mıyım? Ya burada da beni bekleyen anlar, şeyler, insanlar varsa?” diye sordum. Sonra,beklediğim ofiste iletişimde olduğum kadına merkeze nasıl gidebileceğimi sordum. Tabii ki evvela tek başına gitmemi sorguladı fakat talebimi tekrarlatmadan, önce tren saatlerini kontrol edip bana bilgilendirmesini yaptı, sonrasında kapıya kadar eşlik etti. Giderken de “Artık yalnızsınız.” demeyi de ihmal etmedi. Merkeze giden metroda bilet kontrolü için gelen görevliyle anlaşmak için de, ineceğim duraktan sonrası için de beni yönlendirecek kendi zihnim dışında hiçbir kimse ya da şey yoktu. Kelimelerin çağrışımlarına bayıldığımdan ve İtalyancaya âşık olduğumdan, kontrolde bana söyleneni anlamakta güçlük çekmedim. Giderken açılan bir radyodan yapılan yayını dinlerken de kendimi ilk defa okuldan kaçan bir lise öğrencisi gibi hissettiğimi söylemem gerekiyor. İçinde bir tutam “Neden daha önce yapmadım ki” pişmanlığı barındıran bir histi bu.

 

Metrodan çıkıp yer yer yoldan geçenleri durdurarak sahile yol tarifi sora sora ilerledim. İnsanın bilmediği bir şehrin sokaklarında ve caddelerinde avare avare, kimseyle hiçbir bağlantısı olmadan dolaşması öyle büyük bir keyif ki, kendinizi tüm dertlerden azade sanıyorsunuz. Ben de her adımda artan dertten muaf olmanın mutluluğu ve kimsenin yolda müdahale etmemesinin zevkiyle hedefime doğru rahat rahat ilerledim.

 

Kaldırımlar, sokaklar, binalar, dükkânlar, kafeler, yanımdan geçen insanlar, yoldan geçen motorlar/arabalar, arada bir denizin yönü konusunda bana fikir veren esinti… Bari’ye ait her ne vara inşaatından yemek kokularına kadar her şey benim almak için açılan duyularımı uyarıcı bombardımanına tutmuştu adeta. Sahile ulaştığımda, deniz kokusuyla dinlenmeye aç haldeydim. Fakat bana tarif edilenler üzerinden ulaştığım ve muhtemelen indiğim istasyondan en yakın olan sahil, caddeye paralel olduğundan deniz sesinden çok araba vızıltısını içeriyordu. Kokusuysa, nedense beklediğim Akdeniz kokusundan daha az yoğundu.

 

Eğer ilk defa zamanı ve gereklilikleri bırakarak alıp başınızı gitmişseniz, geçen her saniye içinizi yaşama hissiyle ısıtırken, gündelik hayatta pek de üstünde durmayacağınız her uyarıcı size bir şeyler anlatmaya başlar. Bu bir sonraki adımını planlayan bir gezici için daha çok rota işaretleri manasına gelir de diyebiliriz. Ben de bunun etkisiyle olacak, dondurmacı önermeleri için durdurduğum iki arkadaşın dondurmacı yolu üstünde olduklarını öğrendim. Roma’dan evvel dondurma denemek bir hata sayılabilecek olsa bile bence siz de giderseniz burada dondurma yerken turistlerden çok Bari sakinlerinin şakalaşmaları eşliğinde her lokmanın tadını pişman olmadan çıkarabilirsiniz. Burası Noel baba olarak da bilinen Aziz Nicholas’ın, Türkiye’den bin yıl evvel alınıp getirilmiş kemiklerinin olduğu, ekseriya mimarisiyle görsel açıdan keyifli anlar yaşatacak dini yapıların olduğu bir şehir, fakat mahalle kültürü hala canlı olduğundan kendinizi koşuşturan çocukların peşine takılmamak, ya da makarnalarıyla uğraşan kadınlara katılmamak için zor tutabilirsiniz. Ben şanslıydım ki dondurmacı yolunda tanıştığım insanlar eğlenerek betimliyorlar ve dokunabileceğim şeylere erişimimi önemsiyorlardı.

 

Bari’de nerelerin gezilip görülüp, nelerin yenilebileceğine dair nette Türkçe yazıları kolayca bulabilir, şöyle zevkinize göre birkaç not alıp yola düşebilirsiniz. Avantajı, öyle her köşe başından bir turistin fırlamıyor oluşu olabilir. Bunun kıymetini Roma’da yol sorarken anladım.

Aşk Çeşmesi’nin Şehrinde Tek Olmak

Roma’yı çiftler için bir yermiş gibi düşünüyor olmamıza rağmen, yalnız olmaktan bile memnun olacağınız anlar yaşamanın mümkün olduğu müjdesiyle başlayabilirim. Özellikle ben, birçok esere istediğim kadar dokunduğum ve neresinde ne kadar oyalanacağıma kendimin karar verdiği bir müzede bunu sonuna kadar yaşadım. İsmi: Musei Capitolini. Benden sonra başkalarının da gelmek isteyeceğine dair onları uyarsam da, daha önce haber verilmesi durumunda bundan keyif duyacaklarını ısrarla belirttiler. Bana stajyerleriyle beraber 3 - 4 kişilik bir grup eşlik ediyordu ve öğrencilerle beraber müzeninerişilebilir olmasına ilişkin çalışmalar kapsamında ürettiklerini deneyimlemiş oldum. Bu süreç Napoli’de de devam ediyormuş. İletişim için Isabella Serafini'ye isabella.serafini@comune.roma.it mail adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Roma’da ilk gittiğim yer olmasına rağmen Coleseum’dan içimde bir hüzünle ayrıldım. İçerde bana rehberlik edebilecek sadece standart bir sesli rehber cihazı ve onun “Şu an karşıda görmüş olduğunuz….”larla başlayan cümleleri vardı. Koca alanda biraz ne yapacağını bilmez bir halde dolaştıktan sonra, şansımı bir başka sefer denemek üzere çıkışa yöneldim. Forum’da da aynı tecrübeyi yaşayabileceğimi düşünerek Musei Capitolini’ye yöneldim, O gün telefonumun uçak modunu kapatmama karşın Blind Square’in beni yönlendirmesinin yaşattığı yol uzatma ve kayboluşlar nedeniyle pişman olup eski bağlantısız düzenime geri dönecektim. Şehre ayırdığım günlerin gündüzlerini yolumun üstündeki cadde ve sokaklarda kaybola kaybola dolaşarak, Trevi’de devasa kalabalıktan su sesini duymaya çalışarak, Vatikan Müzesi’nde eserlere yanımdaki Türk çiftin işbirliğiyle kaçak dokunarak, kaldığım hostelde tanıştığım sanatçı bir arkadaşla ses fotoğrafları çekip Trastevere’de dolanıp güzel bir pizza yiyerek geçirdim. Son günümde uçağa doğru yol alırken, içimde İtalya’ya dair eksik bıraktıklarımıtamamlamak için peyda olan hırsla karışık dönme arzusunu kontrol etmeye çalışıyordum.

Mona Lisa Tuvalete Gitmiş Olabilir mi?

Louvre Müzesi bir gün tamamen erişilebilir olması hayali insanı çılgına çevirecek kadar güzel, zengin ve belki bir parça tapılası bir yer. En başta bu yolculuğumu planlarken bana en büyük desteği verenlerden biri,çok yakın bir arkadaşımın kendi gezilerinden biriktirdiği dostlarından güzel bir insanla Paris müzelerini ziyaret etme şansına eriştiğim için Louvre’u mevcut şartların en erişilebilir haliyle deneyimleyerek bu cümleyi kurabiliyorum. Louvre anlatmak için, sadece kendisi için çıkacak, şu an öngöremediğim uzun bir süre yayımlanacak bir dergiyi var etmem gerekiyor. Bu nedenle, ideal bir müze var edilene kadar, yanınızda sanatın kıymetini bilen biriyle ve büyülenmeye hazır olarak ömrünüzde hiç değilse bir kere olsun gidin diyebileceğim yerlerden birisidir burası.

 

Louvre’da sıra Mona Lisa’ya gelmek üzereyken o güzel insan bana dönüp gülerek “Mona Lisa, bazen ziyaretçilerden öyle bir sıkılıyor ki, arada bir yerini terk etme ihtiyacı duyuyor. Bakalım gene yerinde mi, yoksa tuvalete mi gitmiş?” dedi. Neyse ki Mona Lisa, her açıdan muhatabına dönük gözleriyle yerindeydi, bizi gören güvenlik ikinci korumayı da geçmemize izin vererek ona belki çok az insanın olabildiğikadar yaklaşmamızı onayladılar. Aslında bunu biz talep etmemiştik fakat arkadaşım Mona Lisa’yı bu mesafeden daha bir heyecan ve ayrıntıya anlatmaya başlayınca kendimi hakikaten Mona Lisa’nın canlı varlığının karşısında sandım. Bir sanat eseri karşısında kendinden geçme sendromu, tam da o anda, benim için gerçek oldu diyebilirim.

 

Paris’te dil bilmediğim için daha çok yol sorup kaybolarak, özellikle turistik yerlerin erişilebilir olmayışına hüzünle şahit olarak, tınısı bana hep soğuk gelmiş olan Fransızcayı konuştukları halde sempatik olduklarını itiraf ettiğim tatlı insanlarla tanışarak, paramı olmasa bile eşya çaldırma hüsranına uğrayarak ki bundan kaçınmak için tedirgin olmadan temkinli olmak yeterliydi aslında, 200 yıllık binada asansör görüp şaşırarak, Paris’teki göçmen yoğunluğunu bireysel olarak da deneyimleyerek ve daha bir yığın tecrübeyle planladığım zamanımı doldurdum.

Sen Güçlü Bir Kadınsın

Benim istisnasız, karşılaştığım her milletten, her sosyoekonomik düzeyden, her cins ve yaştan insandan duyduğum klasik bir cümleydi “Sen güçlü bir kadınsın.” Kör ve kadın kimliklerimin toplumdaki karşılıklarına dair beslenen önyargıların yarattığı etki bir yana, şimdi düşünüyorum da, belki de bu cümlelerinde bir haklılık payı vardı. Eğer güçlü olmayı kendine saygı duymak, kişisel zevk ve meraklarına değer vermekle bir tutarsak, evet öyleydim. Nitekim, bu insan olarak her birimizde bir derece olması gereken eğilimler içinde diye inanıyorum. Hele ki, toplumun yaşantısı, kararı, eylemleri hakkında bu kadar söz sahibi olmaya ve her şeyini şekillendirmeye çalıştığı bir kimliğe sahip insanlar için, yani bizim için olmazsa olmaz da denebilir. İdeal bizden sıyrılıp kendimizi var etmek, önyargıları değil kişiliğimizi yaşamak istiyorsak kendimizi keşfedip var etmek, yöntemlerinden birisi olduğuna inandığım yola çıkma deneyimimi paylaşarak belirtiyorum, kaçınılmazdır. Bu nedenle yoldakilerin tabiriyle “güçlü”, bizim ifademizle “kâşif” olsak pek iyi edeceğiz.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.