Hayatımızın rutinini oluşturan olaylar dizisi ya da zinciri vardır; işe ya da okula gitmek, evimiz/bahçemizle ilgilenmek, düzenli yürüyüş veya spor yapmak, haftamızın, ayımızın belli günlerini bazı aktivitelere ayırmak gibi. Karar ve eylemler, olağan yaşam koşullarının hep süreceği öngörüsüyle dizilir art arda. Bütün bunları yaparken de olağandışı şartlar hesap kitabımızın meselesi olmaz. Zaten bir şeyler olacağına dair endişe taşıyanlara tuhaf bakmak gelir içimizden. Ne de olsa her adımdan önce aksi ihtimali düşünseydik gündelik yaşam becerilerimiz birtakım endişelerin arkasında takılıp kalırdı. Öyle olunca da yaşam çekilmez bir kaygılar yumağı olup çıkardı.
Peki ya hayatımızda açıklama getiremediğimiz bazı olağandışı olaylar vuku bulsa, tepkimiz ne olurdu? Kaygı, korku, çaresizlik, dehşet hissi, öfke, donup kalma, hissizlik, suçluluk… O kadar çok ihtimal ve öyle karmaşık haller girdabı ki içine düşmenizin muhtemel olduğu, ne herkese uyarlanan bir tanımı var ne de herkes belli bir düzlemde deneyimler bu durumu. Zaten bu tip yaşantılar ve etkiler bu yüzden "travma" olarak adlandırılır. Olayın kendisi ne olursa olsun bizde bıraktığı iz, başkası tarafından yaşandığında yaratacağı etkiden tamamıyla bağımsızdır. Bu yüzden bir şekle şemale de gelmez, oturup düşünseniz de bir müddet anlamlandırmakta zorlanırsınız. Geçmişte güvenli bulduğunuz her ne varsa etrafınıza bakıp arar tarar, sığınmak istersiniz. Bazı hallerinize anlam veremez, bin bir türlü düşünce ve duygunun altında ezilmekten korkarsınız. Belki en ufak bir ses, azıcık bir hava, ışık vb. değişimi sizi çılgına çevirir. Ne siz ne çevrenizdekiler tanıyabilir bu yeni şartlarda sizi.
Bahsini ettiğim haller farklı durumlarda ve insanlarda birbirinden çok farklı şekillerde yaşanabilir. Bunu travma ve afet alanında eğitim alan ve çalışan kör bir psikolog olarak paylaşmayı mesleki açıdan bir görev addediyorum. Bu sebepledir ki bazı yazılarımı travma ve afet zemininde engelliliğe dair yazmaya ayırmak niyetindeyim. Bu çabama da 17 Ağustos depreminin 20. yılında olduğumuzu fırsat bilerek: doğal afetlerle başlamak istiyorum.
Sonuçlar ve etkiler üstünden konuşmak her daim yapageldiğimiz bir tutum. Burada çok daha farklı bir şeyi, kendimizi etkilere karşı nasıl hazırlayacağımızı tartışarak özyeterliliğimizi destekleyici bir tavır içinde olmak, sizi de böyle bir duruşa davet etmek fikrindeyim. Bu yazı içinde yer vereceğim aklımdan geçen durumlara ilişkin fikirlerinizi bana yazmanız, hem paylaşımlarımı sizin tecrübelerinizle zenginleştirmem hem de başka başka ihtimalleri var etmemiz açısından büyük bir öneme sahip.
Türkiye bulunduğu konum açısından depremlerin oldukça sık yaşandığı bölgeleri içinde barındırır. Kuzey Anadolu Fay Hattı ve batı Anadolu Fay Hattı aşağıda tıpkı kaynayan bir kazan gibi hareket eden magmanın etkisiyle hep bir devinim halindedir. İki fay hattının arasında kalan Marmara Bölgesi'nin yoğun nüfuslu bir kısmı da bu sıcak çekişmeden nasibini dönem dönem alır. Belki zaman zaman depreşen deprem ihtimallerine dair yayınlara denk geliyorsunuzdur. Neler olabileceğine ilişkin senaryolarını her biri bir diğerinin peşi sıra sayıp dökerler. Kanalı değiştirmekle kaygınızla başa çıkmak arasında gider gelirsiniz. Fakat bilirsiniz ki siz görmezden gelseniz dahi o gerçeklik sizin beklenti ve algınızdan bağımsızdır. Tabii bizim başımıza gelmez gibi bir yanılsama da çoğunlukla zihnimizi yoklar, hatta bunun bir adı da vardır fakat biz burada şimdilik somut durumlardan söz ediyoruz. Beklenti ve algılarımıza başka bir yazıda yer vereceğim.
Depremlere dair hazırlık süreçlerinde kamusal bilgilendirme eğitim ve videoları çoğunlukla görsel içeriklerin baskın olduğu şekilde hazırlanır. Nedense sağlam kabul edilen fiziksel standartlara sahip olanlar dahi birbirlerini unuturken, engellilere zaten birilerinin bir şekilde destek olacakları düşünülür. Hatta lütfederek bu durum da satır aralarında hatırlatılır. Oysa Bir körün örneğin, bir deprem anında nasıl kaçabileceğine ilişkin bir akıl yürütmeye başvurulmaz. Oysa o durum olağanüstü bir haldir ve herkesin elinden geldiğince kendini kurtarmak için çabalaması koşulunda en az zararla atlatmak planlanır. Hal böyle iken acil durumlarda neye ihtiyacı olduğunu bilmeyen, ne yapacağı konusunda hiçbir fikri olmayan, olay gerçekleştiğinde sırf bu bilgi sahibi olmama yüzünden daha da tehlikeye düşecek kişiler son dakika meselesi olur. Sonuç olarak da şansı varsa karga tulumba kurtarılmayı dahi büyük bir sevinçle karşılar. Kim olsa yerinde aynısını yapardı zaten.
Normal olma beklentisi tabii ki olağanüstü durumlarda etkisini iyiden iyiye gösterir. Bir şeyleri herkes gibi yapmanız gerekir. Üstelik mevzuya dair size doğru düzgün hiçbir bilgilendirme yapılmamışken, içinizdeki çaresizlik hissini daha da büyütmek için biçilmiş kaftandır. "Ne yapacağım bilmiyorum ki. Hiçbir tatbikatta aktif bulunmadım, bana hep ‘Sen dur, biz yapalım, sen zaten kurtarılırsın’ dediler. Zaten bilinçlendirme kampanyaları da sağlamlar için hazırlanmıştı.” Bunlar bana hiç yabancı sözler değil… Bilmiyorum size çok mu yabancı geliyor böyle ifadeleri kullanan biri?
Bir diğer husus da: yaşam alanımızda daha az zarar görmek için eşyaların sabitlenmesi, yıkılacak, kırılacak şeylerin bize zarar verecek biçimde yerleştirilmemesi, sivri uçları olan ya da yukarıdan düştüğü durumda zarar verecek her türlü eşyanın varlığına son verilmesi veya sabitlenmesi gerekliliği. Kaçımızın bu işte tecrübesinin olduğu tartışmaya açık. Özellikle toplu kullandığımız alanlarda biz görmeyenler bazı durumlarda nerde ne var kurcalamaktan çeşitli sebeplerle çekinebiliyoruz. Hadi bunu yaptık diyelim bazı düzenlemeleri önermemizi hoş karşılamayan insanlarla da muhatap olmamız mümkün. Herkes işinde, okulunda, arkadaş ortamında "Senin için nasıl daha uygun?” sorusunu her zaman duyamıyor. Hatta olması gerekenin bu olduğunu bildiğimiz halde, bu soruyla karşılaşmak bize cennetteymişiz hissi yaşatıyor. Bu durumda insanları sihirli değnekle dönüştüremeyeceğimize göre, ne yapmalı?
Bir diğer nokta acil durumlarda yakınlarımıza nasıl ulaşacağımız meselesi… Telefonlarımıza ulaşabildiğimiz durumlarda, aradıklarımızın herhangi bir erişimi olmayabilir; veyahut biz zaten teknolojik herhangi bir cihazımıza ulaşacak durumda değilizdir. Böyle bir anda kendimizi gösterecek birtakım objelere ihtiyaç duyabiliriz. Örneğin daha evvelden ortak olarak belirleyeceğimiz ses çıkartma çeşitleri (düdük, ses çıkaran ve yakınımızda bulundurabildiğimiz oyuncak veya objeler, bizzat kendi sesimizin imkanları hayatımızı kurtarabilir mi?
Acil ve veya olağanüstü, doğa ya da teknoloji sebepli, kendi kaynaklarımızla başa çıkamadığımız durumlara afet diyoruz. Bu yazıda bizi günlük rutinimizden mecburi olarak ayıran konulara bir giriş yapmak istedim. Yukarıda paylaştığım fikirler geliştirilmeye ve dönüştürülmeye açık, her birimizin deneyimleriyle daha etkin ve az zararla olağanüstü durumlarla baş etmemizi sağlamak üzere varlar. Belki de bireysel deneyimler üstünden topluca üreteceğimiz çözüm önerileri bir gün politika haline gelerek daha çok insanın daha az hasarla deprem, sel, yangın vs. atlatmasına olanak sunacaktır. İşte bu sebeple erişilebilir bir afet önleme ve afet sonrası yönetimi için paylaşmak ve dayanışmak dileğiyle