Masa başına oturduğumda aklıma çok alakasız gibi görünen ama bir yerden da yazıya dönüştürülebilecek bir fikir geldi. Ben her zaman dağınıklıklar üzerinden düşünmeyi, aralarındaki bağlantıları bulmayı ve onlara anlam yüklemeyi çok severim. Bu anlamlar hayat içindeki temaslar, bağlar ve zihnimizdeki anlam bulutlarına benzer sonsuzlukların büyüsü gibi gelir bana. O yüzden de zordur ya insanı anlamak?
Yeni yıl geliyor, hatta siz bu satırları okurken geldi bile. Her yılbaşında astrolojiyle uğraşanlar ortaya yeni yıla dair yeni kehanetler atarlar. Bunlar o kadar çoktur ki, çoğunun gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmamasına karşın bazıları gerçeklere yakın gibidir. İşte bu yıl da yeni yıl için bir sürü kehanetlerde bulunuldu. Belki bu kadar çok kehanetten gerçeğe temas edenler olur. Olmasa da ortaya atılan kehanetler o kadar soyut ve yuvarlaktır ki, temas etmiş gibi düşünülür. Ben de ortaya bir kehanet atayım: 2025’te engelli haklarına çok büyük darbe vuracak bir gelişme yaşanacak.
Şimdi kehanetler bir yana; ben bu kehanetlerin, insanların peşine düştüğü, hatta kimilerinin hayatlarını kehanetler veya astroloji uğraşının başka çıktıları üzerine anlamlandırdığı insan hali üzerine konuşacağım. En baştan özetleyim: Bütün bunları kendini güçsüz, çaresiz hisseden insanın gerçekler ve yaşamla baş ederken sığınma limanı arayışı olarak görüyorum. Bana göre astrolojiye inanmak zorluklarla baş etmenin pek de iyi olmayan bir hali. Bana göre kehanetler doğrultusunda plan yapmak ve fallardan umut beklemek kendinden umudu kesmektir. Yaşam az önce saydığım sonsuz ağların içinde -yani belirsizlikler içinde- dengede olmak çabası. Kaygıysa bu sonsuzlukların getirdiği belirsizlik hissiyle baş etme çabası. Fakat kaygı bazen öyle bir haldedir ki, belirsizliklerle baş etme sorumluluğunu insan başka birine veya bir olguya teslim eder. Mesela iş başvurusundan önce fala baktırmak, iş görüşmesinin olumsuz geçmesini gök cisimlerinin konumuna bağlamak, sevgilisiyle olan ilişkisini burçlarla anlamlandırmaya çalışmak, tanıştığı insanların burcunu ve yükselenini sormadan duramamak, yeni yıl heyecanını kehanetler olmadan hissedememek… Örnekler çok fazla ve hepsi insanın kendi sorumluluğunu almış gibi yapan gerçek dışı ögeler.
Engellilikle ilgili etiketleyici, küçümseyici ve acıyan tutumlar da bir tür sığınmadır. Engelli birini sırf bu özelliğinden ibaret gören, sadece bu özelliğiyle değerlendiren ve bu değerlendirmeyi de toplumdaki yaygın kalıplarla yapan birini düşünüyorum. Engelli biri böyle biriyle sınıf arkadaşı olduğunda arkadaşlık bağı kurmakta çok zorlanır. Çünkü engelli olmayan kişi onu sadece engelliliğine göre değerlendirir; bu onun bir etiketidir ve bu etiket de ona hiç cazip gelmez. Kendisi gibi engelli olmayanlarla arkadaş olmak daha caziptir. Engelli olmayan, arada sırada arkadaşlarıyla halı sahada futbol oynamaya giden ve sporla ilgili resmi hiçbir eğitime, müsabakaya katılmamış, amatörce dahi değil; bir hobi olarak futbol oynayan engelli olmayan biriyse kör bir milli futbolcunun başarısını takdir edemez, küçümser. Hatta nasıl olup da gözleri gören kalecilere gol attıklarına akıl sır erdiremez ve kör futbolundaki kalecilerin engelli olmadığına inanamaz. Çünkü “O kör haliyle nasıl olur da kendisinin hobisi olan bir konuyu daha başarılı şekilde yürütür?” şaşkınlığıyla küçümser bir tavırdadır.
Son bir örnekse öğrencisine acıyan gözlerle bakan öğretmene ait olsun. Beden eğitimi öğretmeni tekerlekli sandalyeli öğrencisinin beden eğitimi derslerinde sınıfta beklemesini ister. Öğrenci daha önce sınıfın bahçede yaptığı etkinliklere dahil olmuştur. Diğerlerine göre çok daha yavaş da olsa koşulara ve voleybol eğitimlerine katılmıştır. Arkadaşları da onu dışarıda bırakmayacak yöntemlere ortaklık etmiştir. Öğrenci bu etkinlikler sırasında çok yorulmaktadır, öte yandan çok da eğlenmekte ve derse katılmaktadır. Öğretmense onun bu kadar yorulmasına göz yummak istememiş, kolu bacağı kendisi gibi çalışmayan birinden bunları beklediği için içi çok acımış ve üzülmüştür.
Aslında birbirinden farklı gibi görünen senaryolar söz konusu gibi. Elbette hepsi de çok tanıdık ve maalesef çok sıradan. Hepsinin ortak özelliği ise kişilerin sahip oldukları bedenlerini, toplumun bu bedenlere sunduğu normallik ve üstünlük yetkisini sığınacak bir liman olarak kullanması. Hepsi kör veya topal olmadıkları için çok memnun. Bu yüzden eşit bir arkadaşlık kurmaktan, içtenlikli bir saygı duymaktan, yaptığı işi gereği eşit şekilde yerine getirmekten uzaklar. Çünkü hiçbiri engellileri kendileriyle eşit görmek istemiyor. Kurdukları bu üstünlük inancı da onların hayatlarındaki başka zorlukları üstlenmelerine yardım ediyor. Kendilerini güçlü hissedecek bir nedene sahip olduklarını düşünüyor ve böylece de toplumun istediği normal görevini yerine getirmiş, farklı davranmak için gereken konfor çizgisinden çıkmamış oluyorlar. Yani faldan veya gök cisimlerinin konumundan kendilerine sığınacak liman yaratmış zihinler gibi kendi yarattıkları, toplumda da karşılığı olan gerçekdışı inançlarına sığınıyorlar.
Sığınmak, kendisi dışında bir yerden desteğe ihtiyaç duymak çok insani ama doğru bilgi ve temasa ulaşmanın çok kolay olduğu günümüzde hala toplumca kabul gören böylesi sığınmalar hiç de anlaşılır, kabul görür değil. Dilerim bu yıl mevcut gidişin aksine daha çok yaşantımızın olduğu bir yıl olur.