Toplam Okunma 0

DİSSABİLİTY A NEW HİSTORY - BBC BELGESELİ

Çeviren: Elifnur Aybaş

 

ÇEVİRENİN NOTU

Bugün aktif olarak teknolojiden yararlanmadığımız bir hayat hayal etmemiz çok zor. Hayat denen akışın en elzem kanallarından birisi olmasının yanında, bizim meselemiz açısından bakarsak, teknoloji yalnız sakatlık bağlamında değil ekonomik ve coğrafi açıdan da müthiş bir ‘eşitleyici’; ya da en azından bu bakımdan büyük bir potansiyeli var diyelim. Nitekim bugün sakatların eşitlik talebinin en gerçekçi dayanağını da teknoloji sağlıyor. Durum buyken, geri dönüp teknolojisiz bir yaşama sakatlar açısından baktığımızda irkilmekten alamıyoruz kendimizi. Manzara pek de ümit verir değil, en azından ilk izlenimde…

Benim için de garip ve çekici bir zihinsel egzersizdi bu; tarihteki sakatları düşünmek... İlk başta ürkütücüydü tabii ama sonraları aklıma bir kurt düştü. Lisans eğitimim sırasında tarih ve sosyolojiyle yakından temas kurmuştum; biri her vakayı kendi toplumsal ve diğeri de tarihsel formasyonu içinde değerlendirmemiz gerektiğini söyleyip duruyordu. Bu prensibi içselleştirdikçe manzaranın değiştiğini fark ediyordum: teknoloji toplumunun bir üyesi olarak hala bu toplumun kurallarıyla düşünüyordum. Aslında toplumsal formasyonu sakatlar açısından bu kadar zor ve komplike hale getiren teknoloji değil miydi? Burada küçük bir parantez açıp teknolojiyle yalnız bugün anladığımız anlamıyla bilişimi değil aynı zamanda globalleşen ekonomiye ve seri üretime giden yolları döşeyen buharlı gemiler gibi çok basit makineleşmeleri de kastettiğimi belirtmeliyim.

17. yüzyılda Avrupa’daki bir derebeyliği düşünelim. Aktif bir ulaşım ağı olmadığı için(bunun için buharlı gemileri beklememiz gerekiyor) henüz uzun mesafeler arasındaki ticaret yaşamsal değil lüks bir etkinlik. Dolayısıyla ekonomik birim; henüz küçük kentler, kasabalar ve köyler. Yaşam genel olarak dar bir alanda, gerçekten çok kısıtlı seyahatlerle sürdürülüyor. Yine henüz buhar kullanılmaya başlanmadığı için üretim çoğunlukla bireysel işletmelerde gerçekleşiyor, dolayısıyla herkes çalışma şartlarını kendine uyarlamakta epeyce özgür. Durum buyken, kör ayakkabıcının, marangozun evinden bastonuyla çıkıp iş yerine gittiği, kendine göre dizayn ettiği iş masasında deri parçalarını kesip biçip dikerek bir süre çalıştıktan sonra evine döndüğü bir gündelik yaşamın bir 17. yüzyıl köyü manzarasıyla ne kadar uyumlu olduğunu varın siz düşünün. Şimdi hatıralarımıza öykülerden, romanlardan, çeşit çeşit masaldan akan kör marangozlar, demirciler, ayakkabıcılara ait imgeleri bir de bu açıdan şöyle bir gözden geçirelim.

İşte böyle böyle, kendi kendime ucundan bir türlü tutamadığım düşüncelerin içinde kaybolmuşken aşağıda ilk bölümünün çevirisini bulacağınız BBC belgeseline rastladım. Birazdan okuyacağınız metin, belli bir döneme, yöreye veya konuya odaklanan, genellikle sıradan insanların hayatlarını konu olarak seçen, tarih bilimi içindeki bir eğilim olan mikro-tarihçiliğin bir örneği olarak Kabul edilebilir. Mikro-tarihçiler mektuplar, günlükler gibi daha öznel materyalleri daha yaygın olarak kullanmayı tercih ederler, bu bağlamda biz de birinci ağızdan çeşitli metinlerle karşılaşacağız. Herkese iyi okumalar

 

SAKATLIK: YENİ BİR TARİH

BÖLÜM 1: LİVERPOOL’DAKİ TEK CÜCE

Sunucu: Peter White

Akademik Danışman: David Turner       

Yapımcı: Elizabeth Burke

 

PETER WHİTE       

Çocukluğumdan beri, ister krallar, kraliçeler ve savaşlar olsun ister  sıradan insanların gündelik yaşamları, tarihi hep sevdim. Fakat bir şey beni hep şaşırttı: ben neredeydim? Dostlarım neredeydi? Diğer körler neredeydi? Geçmişte yaşamamış mıydık, yoksa kaydetmeye değer bir şey yapmamış mıydık? Tarih yalnızca başkaları hakkındaki bir şey gibiydi. Dahası bir yetişkin olarak sakatların hayatı hakkında bir radyo programı yapmaya başladığımda, ilginç her şey yirminci yüzyılda başlamış gibi görünüyordu. Haklarımız ve eşitlik savaşımı, daha iyi hayatlar yaşamımızı sağlayacak ekipmanların ortaya çıkışı henüz dün olmuştu sanki. Tabii ki sakatlar, böyle adlandırılmasalar da, binlerce yıldır aşık oluyorlar, bir yaşam inşa ediyorlar ve bir hayat sürdürüyorlardı.

Şimdi, nihayet, tarihçiler yeni bir materyal hazinesini ortaya çıkarıyorlar: Mektuplar, günlükler, ilanlar, broşürler… Tarihi çalışmalarda neredeyse yeni bir hareket BU. Chris Mounsey, bu seri boyunca dinleyeceğimiz tarihçilerden biri.

 

CHRIS MOUNSYE

Sanırım bu, şu ana kadar neredeyse tamamen görmezden gelindi. Sakatlık tarihinin, genel olarak konuşursak, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlamış olduğu düşünülüyordu, oysa ki her zaman sakatlar olduğunu biliyoruz. Ve onların seslerini duymalıyız.

 

PETER WHİTE

Sakatlık tarihinde seni cezbeden ne var?

 

CHRIS MOUNSEY

Son yirmi yıldır akademisyenim ve son üç yıldır az görenim. Benim gibi insanların tarihini öğrenmeye karar verdim. Ben bir 18. yüzyıl tarihçisiyim ve 18. yüzyılda benim gibi insanlara ne olduğunu bilmek istedim. Bugün, eşit insan olarak kabul edilmek istiyoruz, bunun bir kısmı da kim olduğumuzu ve tarihimizin ne olduğunu bulmak.

 

PETER WHİTE

Önümüzdeki iki hafta boyunca, sakatlık tarihini keşfetmek için son zamanlarda yapılan araştırmalardan yararlanacağız. Aradığımız şey, ilk elden deneyimler, fiziksel engellilerin sesleri.

İşte kendine “Liverpool'daki tek cüce” diyen Peg Barnes adında bir adamdan bir mektup. Ne hayret verici bir ses... Bu mektup, 1836'da, günün otoritelerinden para almaya çalışmak için yazılmış, bugünkünden daha zor. Zavallı Hukuk Muhafızlarına Yazmak, bu onun hayatını tarif etme girişimi.

 

Peg Barnes, Liverpool, 3 Mart 1836.

Beni tanıyorsunuz beyler, ben bir cüceyim, bu CİVARDAKİ tek cüce ve şimdi gözlerime bir perde iniyor ve çizmelerimi göremiyorum. Lütfen, zavallı bir cüceyi hoş görün ve bana geçinebilmem için cüzi bir ücret gönderin.

 

PETER WHİTE

Bu mektup, Leicester Üniversitesi'nden Profesör Steven King tarafından toplanan binlercesinden biri.

 

STEVEN KİNG

Bunlar yerel kayıt ofislerinden ve ulusal arşivlerden geliyor ve 18. yüzyılın başlarından 1890’lı yılların sonlarına kadar olan dönemi kapsıyor. Şimdiye kadar 37.000 tane topladım, bu mektuplarda elde ettiğimiz şey, sakat kişinin orijinal sesi. Bu mektuplar konuşma diliyle yazılmış ve bu mektuplarla bu insanların düşüncelerini, ümitlerini, hayallerini, stratejilerini ve gerçeği elde ediyoruz. Sıradan insanların yaşamları hakkındaki gerçek...

 

PETER WHİTE

Bu şimdiye kadar göz ardı mı edilmişti?

 

STEVEN KİNG

Bu büyük bir iş, bu mektuplar yarı okur-yazar kişiler tarafından çok kötü yazılmış. Bana kalırsa genelde yoksullara ve özelde de sakatlara haksızlık yapıyoruz. Bu yaşamlara ve bu mektuplara bakarsak, gerçek bir “fail”lik anlayışı kazanmaya başlayabiliriz. Bu insanlar güçsüz, sesten ve dinleyiciden yoksun değildi.

 

William Jones, Leeds, 18 Kasım 1903

Baylar, ben bir cüceyim ve bunun benim gibi tüm hesaplara göre en fazla üç ayak boyundaki bir adam için ne büyük bir problem olduğunu biliyorsunuz. Sirkteki işimi kaybettim ve böyle bir durumda bir cüce ne yapabilir? Hakkım ve görevim olduğu için muhafızlara gittim, bana başka işler yapabileceğimi söylediler. Ama baylar, bir cüce gerçekten ne yapabilir? Londra'da olsaydım, kanalizasyonda çalışmak için iyi olabilirdim ve tabii ki sokakların veya tiyatronun süpürülmesi var. Ama karın bu kadar çok yağdığı, kendine saygılı bir cücenin boğulmadan sokak boyunca yürüyemeyeceği bu Allah’ın belası yerde ne yapabilirim?

 

PETER WHİTE

Bu harika bir mektup ve asıl mesele, elbette ki William, otoritelerin davasıyla ilgilenmeleri için ilgilerini ve anlayışını yakalaması gerektiğini biliyor. Bu mektuba ve onun gibi binlerce kişiye bir göz atmak istiyorsanız, programın web sitesindeki bağlantıya tıklamanız yeterli.

Bu fakir, kendine saygı duyan cüce, bu seriyi yaparken karşılaştığım birçok karakterden sadece biri. Ve önümüzdeki birkaç hafta boyunca, diğer birçok engelli insanın sesini duyacağız; çocuklar, askerler, başarılı girişimciler, hatta bir milletvekili.

Swansea Üniversitesi'nden David Turner, bu serinin akademik danışmanı ve 18. yüzyılda sakatlık araştırmasının yazarı.

 

DAVİD TURNER

18. yüzyıl, sakatlık tarihinde büyüleyici bir dönemdir. Bir yandan, günahlar için bir ceza olarak gönderilen sakatlık fikrinden tıbbi bir mesele olarak sakatlık anlayışına doğru hızlı bir geçiş var. Aynı zamanda, bugünkü sakatlık algımızı şekillendiren, gazetelerden ve süreli yayınlardan vaazlara kadar uzanan çok çeşitli kaynaklarda seslendirilmiş çok başka, farklı fikirler var. Bugün bize eğlenceli gelmese de, bunlar şaka kitaplarında da bulunabilir.

 

1. 18. YÜZYIL ŞAKASI:

Ciddi bir konuşma içindeki iki kişi bir sokaktan geçerken dilsiz bir dilenci tarafından bölünürler. Adamlardan biri, “Seni pislik, meşgul olduğumuzu görmüyor musun, sırnaşıklığı kes yoksa seni paket ederim.“ der ve tekmelemek için ayağını kaldırır. Arkadaşı, “Oo, dilsiz birini mi tekmeleyeceksin?” diye sorar. Bu sefer ilki “Dilsiz mi? Peki bana neden söylemedi?” diye ekler.

 

2. ŞAKA

Sokakta bir serseri, çok güzel vücut hatları olan kibar bir hanıma doğru yaklaşır ama deforme yüzünü görünce irkilir. “Hanımefendi.” der, “Yüzünüz, bedeninizle uyumlu olsaydı, sizi selamlamak için bütün cesaretimi toplardım. Ama yüzünüz beni durdurdu.” Hanımefendi yüzünü dönerek: “O halde en çok nereyi sevdiyseniz orayı öpün.”

 

PETERWHİTE

Ne kadar komik olduklarını kendi içinizde yargılamalısınız. Burada ilginç olan şey, bunun tek yönlü bir alay olmaması... Birçok sakat insan karşılık veriyorlar. 18. yüzyılda “sakat” kelimesi ilk kez modern anlamda kullanılmaya başlandı; diğer etiketler çok daha yaygındı.

Londra Üniversitesi'nden Royal Holloway'dan Profesör

 

JUDİTH HAWLEY

Çok fazla genel terim yoktu. Sanıyorum en kesin olanlar topal ve kötürüm ; ama bunlar tek başına değil de daha çok sıfat olarak kullanılıyorlardı, kötürüm asker gibi... Fakat katı bir alay kültürüne işaret eden çok cıvık terimler de vardı. Topal biri için Hopping Giles ya da Bay Hopkins gibi isimler kullanılıyordu[1], çarpık bacaklı, yürürken dizleri birbirine çarpan biri, fırıncı öğütme işlemini iki dizi birlikte olacak şekilde yaptığı için, fırıncı dizi olarak tanımlanıyordu. Ya da iki çubuk üzerinde yürüyen ve dış destek alan bir kadın bir “katamaran” olarak adlandırılıyordu[2].

 

PETER WHİTE

Peki, insanlar kendileri için bu etiketleri kullanıyorlar mıydı?

 

JUDITH HAWLEY

Evet, “sakat” ve “topal”, insanların kendilerini anlatmak için en sık başvurdukları sıfatlar. Kiliseden yardım almak için yazılmış binlerce mektup var ve kendilerini “fakir bir sakat” veya “Topal bir elim var” şeklinde tanıtıyorlar ya da “Çalışmaktan sakatlandım” diyorlar.

 

PETER WHİTE

Tabii, peki şu cıvık olanları kendileriyle alay etmek için kullanıyorlar mı?

 

JUDİTH HAWLEY

Evet, sanıyorum, özellikle sokak insanları, dilenciler, takma isimlerin çok önemli olduğu daha alt sınıftan insanlar arasında bulabilirsiniz.

 

PETER WHİTE

Yani takma isimler bir bakıma, kabul edilmek için  bir yöntem.

 

JUDİTH HAWLEY

Evet, bir bakıma insanlarla şakalaşmak için bir yol, uzlaşılmış bir söyleme henüz çok yol varsa da, mizah duygusu onaylanmanın bir biçimi.

 

PETER WHİTE

Başkası bunu yapmadan önce kendini küçümsemek.

 

JUDİTH HAWLEY

Başkası sana yapmadan önce, evet.

 

PETER WHİTE

Bu dönemde “Böyle bir terim kullanmamalıyız.” gibi bugünkü politik doğruculuğun benzeri bir durum var mı?

 

JUDİTH hawley

İki saniye düşünmeme izin ver. Hayır.

 

PETER WHİTE

Ancak kaba, hakaret içeren etiketler, kaçınılmaz, hastalık ve sakatlığın çok daha yaygın olduğu bir toplumda sakatlara saygısızlıkla muamele edildiği anlamına gelmiyordu.

 

STEVEN KİNG

18. ve 19. yüzyıllardaki sakatlar hakkında düşünürken karşılaşacağımız sorun, aslında normalin ne olduğuyla ilgilidir. Sakatlık, onu ne kadar geniş tanımladığınıza bağlıdır, “mental bir problemden, yüzdeki bozulmaya kadar her şey” olarak tanımlarsak, örneğin, oldukça fazla çalışma yaptığım Wigan gibi kasabalarda bütün insanların yaklaşık% 60'ının bir tür sakatlığa sahip olduğunu görürüz.

 

PETER WHİTE

%60, yüzde altmış çok büyük bir rakam?

 

STEVEN KİNG

%60, evet. Ve eğer güneye, çokça çalıştığım Wiltshire’daki box’a gidersek %65’e yükseldiğini görürüz.

 

PETER WHİTE

Bunun, engelli insanlara yardım etmeye çalışmak nosyonuna etkisi nedir, çünkü bu neredeyse herkese yardım edeceğiniz anlamına gelir.

 

STEVEN KİNG

İnsanlar basitçe, bu bölgelerdeki sıradan insanlar, burada nüfusun çoğunu oluşturan daha fakir insanlardan bahsediyorum, insanlar basitçe başa çıkmak zorundaydılar. Wortham papaz vekilini düşünelim, Sufffolk’da... Sadece örnek olsun diye... Kendi idaresindeki bütün köylüleri çiziyor, yani kelimenin gerçek manasıyla çiziyor, hayat hikayelerini kaydediyor. Şimdi bütün bunlar yayınlandı ve bugün bu köyün otuz kırk yıllık, tam bir kaydına sahibiz. Tavşan dudaklardan yanıklara, şimdi anladığımız kadarıyla yaşlılığa bağlı kol ve ellerde işlev kayıplarına kadar... Özellikle sarsıcı, bir kadının bacağının çok fazla büyümesiyle ilgili, bugün elephantiasis diye adlandıracağımız bir vaka var. Yirmi beş yıl acı çekiyor ve yirmi beş yılın sonunda bacağının ampüte edilmesi gerekiyor. İnsanlar “Yirmi beş yıl bacağını sürükledi” diyorlar.

 

PETER WHİTE

Bu sakatlığı, bugün olduğundan daha çok kabul edilebilir bir şey yapmıyor mu?

 

STEVEN KİNG

Evet, sakatlık ayrıştırılabilecek bir şey değil.

 

PETER WHİTE

Utanç görüyor musun? Çünkü bugünlerde gerçekten gördükleriniz bu, utanç duyuyorsunuz, zalimlik olmak zorunda değil, insanlar gerçekten başa çıkmayı zor buluyor.

 

STEVEN KİNG

Hayır, bunu Wortham gibi küçük bir Suffolk kasabasında görmüyorum ve Wigan’da da görmüyorum çünkü sakatlık, SAKATLIK aralığı çok geniş ve herkes çok büyük bir risk altında, bir bakıma bu normal.

 

PETER WHİTE

Steven King'in söylediği şey, her zaman duyduğum bir şüpheyi kuvvetlendiriyor, engellilikle ilgili tutumlar tarihsel bir ilerleme eğrisini takip ederek sürekli olarak gelişmiyor. Geçmişteki tutumlar, birçok açıdan modern çekingenliğimize meydan okuyor. Yarının programında mucize tedavinin kalıcı umudunu keşfedip köklerini binlerce yıl boyunca izleyeceğim. Bu arada, programın başlangıcındaki iki cüceye ne olduğunu merak ediyorsanız, mektup iyi iş çıkardı, parayı aldılar.

 

NOTLAR

[1] İngilizcede ‘hope’ zıplamak anlamına geliyor, Hopping Giles veya Bay Hopkins bu fonetik dolayısıyla alay etmek amacıyla kullanılıyor.

[2] Türkçede de kullanılan katamaran, çift gövdeli tekneleri anlatmak için kullanılan bir terim.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.