Toplam Okunma 0

Değerli okurlar, sizlere çok önceden iki kitabını sırasını bilmeden okuyup yıllar sonra, bu yazıyı yazmadan bir hafta önce baştan başladığım bir seriden bahsedeceğim.

 

Hop-Çiki-Yaya Polisiyeleri…

 

Hop-çiki-yaya, “şorololuk yapma” demek. Yani kadınsı olmakla ilgili bir tabir. Zaten dedektif olmaya soyunan, gündüz yazılımcı, gece bir gece kulübünün yönetici hissedarı olan bir travestinin başrolde olduğu bir seriden bahsediyorum. Bu seride neredeyse herkes ucundan kıyısından eşcinsellikle ilgili. Toplumun diğer öğeleri o kadar az ki, sanki eşcinsellerden oluşmuş bir dünyadaymışız, diğerleri azınlıkmış gibi yapmış yazar.

 

Mehmet Murat Somer’in, yani bu serinin ve birkaç kitabın değerli yazarının söylediğine göre bu düşüncem tam onun yapmak istediği şey imiş. Ben de kendisini konuk olduğu bir podcastte dinledim.

 

Kitabı okurken düşünmüştüm; “Adamın soyadı bile bir tür ironi, bir tür dokundurma ihtiva ediyor” diye. Yine aynı podcastte kendisinin de söylediğine göre o da bir eşcinselmiş. Yani anlaşılan sadece dışarıdan yapılan gözlemlerden ibaret değil yazdıkları. Açıkçası bunu bilmek benim için iyi oldu çünkü kitaplarının kalan kısmını okurken çok daha rahat hissettim.

 

Arkadaşlarının deyişiyle “Somer,” ben de kendisini arkadaşımmış gibi hissettiğim için hususi olarak bu şekilde yazıyorum, kitabında sadece travestilerden, eşcinsellerden bahsetmemiş. Tekerlekli sandalyeli bir hacker kitaptaki önemli karakterlerden birisi. Serinin yanılmıyorsam ikinci kitabı olan “Buse Cinayeti” adlı kitapta söz konusu Buse’nin annesi de kör.

 

Tekerlekli sandalyeli hacker, Somer’in asla kitaplarında kimlikteki adından bahsetmediği Burçak’tan çok daha iyi bir hacker olmaya doğru gidiyor. İşlerini falan alıyor. Ayrıca o da eşcinsel ve mazoşist bir arkadaş. En çok hoşuma giden şey de yazarın kitabında tamamen gerçekçi bir şekilde Burçak’ın önyargılarına yer vermesi, ötekinin de ötekileştireceğini bilerek ya da bilmeyerek belirtmiş olması. Bu ayrıca çok dürüstçe. Burçak bu adamdan hoşlanmıyor ama bunun en büyük sebebi engelli oluşundan çok mazoşist olması. Evet, engelliliği de bir etken ama mazoşist olması çok daha iğrenç bir şey onun için. Ayrıca “Engelli ama benden iyi” anlayışına yer vermemiş.

 

Gelelim kör anneye…

 

Burçak’ın önyargıları gerçekten sinir bozucu olsa da çok gerçekçi olduğu ve yanlış bilgi içermediği için katlanılabilir önyargılar bunlar.

 

Burçak’ın kadına kolonya alması da küçük ama bir yönüyle sinir bozucu olsa da diğer yanıyla güzel bir düşünce. Yani herkes gibi. Bu yaklaşımı tamamen destekliyorum. Çünkü Somer çok adil. Önyargılarında da adil, kapsayıcılığında da…

 

Ayrıca kesinlikle yazmadan geçemeyeceğim, kör kadını seven ve ona saygı gösterdiğini söyleyen bir politikacının ondan tiksinme sahnesi efsane bir sahneydi.

 

Serinin en son kitabı olan “Huzur Cinayetleri”nde Somer en çok sevdiğim tiyatro oyunu olan Edward Albee’nin yazdığı Hayvanat Bahçesi’nin kurgusunda önemli bir yere koymuş. Ben bu oyunu her dinleyişimde ya da okuyuşumda, kahramanı kendime çok yakın hissettiğimden hüngür hüngür ağlarım. Bu, tamamen kişisel olan itiraftan sonra birkaç kelam daha edip yazıyı bitireyim.

 

Azınlıklarla, ötekilerle, özellikle de engellilerle ilgili didaktik kalmadan ya da ajitatif olmadan yazmak çok zor gibi görünebilse de Somer bunu başarabilmiş. Bunu o kadar doğal yapmış ki, şu an okumakta olduğunuz yazıyı yazarak sizleri onunla tanıştırmak istememe sebep oldu sağ olsun. Kendisini adeta kişisel olarak sevip zihin dostlarım arasına dahil ettim.

 

Eh, ne diyeyim, iyi okumalar.

 

 

 

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.