Toplam Okunma 0
Mavi bir gökyüzü altında, beyaz çadırların arasında karların üzerinde yirmi kadar çocuk çömelerek daire şekli oluşturmuş, aralarında Nasrettin Hoca ve tavşan kostümü giymiş iki yetişkin de var. Hep birlikte güler ya da el çırpar şekilde oyun oynuyorlar. Fotoğrafın sağ kenarında  ayakta onları izleyen bir başka çocuk var. Arka planında bir araba, yürüyen ya da oturmuş bir kaç kişi,  ağaçlar ve bazı evler görülüyor.

“Türkiye bir deprem ülkesidir.” Bu gerçeği ertelediğimizden daha fazla iliklerimize kadar hissettiğimiz günlerden geçiyoruz. İşlerimin deprem gündemiyle arttığı, yazı yazmak istediğim ama bilgisayar başına geçmeyi akşama kadar ertelediğim zamanımdan sesleniyorum sizlere. Bir psikolojik danışmanım, çocuklarla çalışıyorum ve depremzede olmasa da depremi travmatik olarak deneyimleyen çocuklara ebeveyn yaklaşımı hakkında yazıyorum. Yazmaya başlamamı ertelememi perçinleyen 20 Şubat tarihli Hatay depremleri… Olanlardan en etkilenmiş halimle “Belki yazmak iyi gelir” düşüncesiyle başladım.

 

Aynı zamanda bugün okulun da ilk günü. Zaten bildiğim, deneyimlediğim; mesleki becerilerimi de bu yönde geliştirmeye çalıştığım, depremin başından beri de gözlemlediğim bir sorunsalımız var ki duygularımızdan hiç anlamıyoruz. Anlamaya yanaşmadığımız için çocukları da anlamak zorlaşıyor. Okula gelen herhangi bir çocuğun arkadaşlarıyla neşeyle oyuna karışmasını “Depremden hiç etkilenmemiş” diye yorumlayabiliyoruz. Hayır! Depremden etkilenmemiş olmak, kilometrelerce öteden bile, insani değildir. Vicdani bir noktadan değil, insan doğası gereği söylüyorum.

 

Duygu meselesi önemli çünkü duygularımızla düşünüyor, böylece davranıyoruz. Şok halindeyken düşünce olgusu da etkileniyor, bazen aradan çekiliyor. Bunun için depremi doğrudan yaşamaya gerek yok. Duyduklarımız, okuduklarımız, gördüklerimiz, önceki yaşantılarımız; korkularımız, evet korkularımız etkiliyor bu süreci deneyimlememizi. Çocuklar için de böyle… Bir çocuğun arkadaşlarıyla oyun oynaması, yetişkinin arkadaşlarıyla dertleşmesi; çocuğun ders işlemek istemesi, yetişkinin artık işine rutinde olduğu gibi devam etmeyi istemesiyle aynı kökenden geliyor. Elbette çocuğun oyununa ve sohbetine, yetişkinin de yine sohbetine ve iş gündemine depremi dahil etmesi aynı insani temele dayanıyor.

 

İnsanlar olarak bizler, sürekli sahip olduklarımızla güvende hissederiz. Örneğin zamanın akışı, nesnelerin şekli gibi bilgiler zihnimizde saati takip etmeden de, nesnenin tamamını bilmeden de bir yere sahiptir. Saate bakmadan da yarım saattir beklediğimizi düşünürüz veya bir binanın önünden hareketle arkasını öngörürüz. Sosyal rollerimiz vardır; ebeveyn, çocuk, meslek elemanı, memleketli… Bir kişisel tarihimiz vardır; zorluklarla, hoş sürprizlerle dolu… Kriz anında bunlar sarsılır. Doğrudan deprem yaşamasak da bunların sürekliliğine ilişkin tehdit hissederiz. Doğrudan etkilenenlerin sürekliliklerinin yıkılışından etkileniriz.

 

Özetle, duygularımızdan anlamalıyız. Böylece yardım etmek istediklerimizi de anlayabiliriz. Yani çocuklara yaklaşımda ilk adım, insanın kendisini anlamasıdır. Bu ise durup kendini dinleyerek, kendi kendinin nasıl olduğunu sorarak, iç konuşmaları susturmayarak veya ertelemeyerek olur. Depremden etkilenmenin insani oluşundan bahsetmiştik. Dolayısıyla bütün duygusal haller normaldir. Bu bilgi ile çocuklara da kendilerini anlamaları için alan açmak önemli. Oyun oynayarak, resim yaparak, şarkı söyleyerek veya dans ederek de ifade eder çocuklar kendilerini. Bazen bunları yaparken yaşadıkları travmatik olayı burada ifade ederler. Enkaz resmi çizmek, legolarla ev yapıp yıkmak gibi… Bunlar “iç dökmek” olarak düşünülmelidir, çocuk için sakıncalı da olmayıp aksine kendini ifade etmesinin bir yoludur. Bu tür eylemlerini önlememek gerekir. Özellikle “Aferin hiç korkmadın, hiç ağlamadın” demekten kaçınmak gerekir. Duygusal zorlanmaların olağanlığından çocuğa da bahsedilebilir. Çocukların duyguları, bazen yetişkinlere çok temel ve besbelli gelen konularla ağırlaşır. Bu yüzden çocukların her türlü saçma soruyu da sorabilecekleri, cevap bulabilecekleri alanları olmalı. Örneğin çocuk deprem bölgesinde olmadığı halde kendisinin de öleceğini düşünebilir, kuzenine kızıp “Keşke ölsen” dediği için başlarına deprem geldiğini düşünebilir, ölenleri mezardan çıkarsak bir sorun kalmayacağını düşünebilir… Çocuklar doğrudan soru sormadıklarında konuyu ebeveynler açabilir. Deprem hakkında neler bildiğini sorabilir. Çocuklar için üretilen deprem öncesi, sırası ve sonrasına ilişkin bilgileri içeren kaynaklar kullanılabilir. Bu kaynakların görme engelli çocuklar için betimlenerek anlatılması, çocuğun görsellere hakim olmasının sağlanması önemlidir.

 

Bir de korkularımızın gerçek kaynakları vardır. Depreme hazır olmamak, olası depremlere dair hiçbir eylem planı yapmamak, hazırlanmamak gibi… Ben bunu, riskleri düşünmeye dair cesaretten yoksun olup riskleri azaltmaya dair sorumluluk alamamak olarak değerlendiriyorum kendi adıma. Önlemsiz olmak bir yana, önlemsizlik korkularımızı arttırır. Dolayısıyla önlemlilik, bu süreçte kendine ve çocuğuna yardım edebilmeyi de etkileyen bir gerçekliktir.

 

Peki… Kendini anlamaya çalışmak, yaşanan duygusal tepkilerin normal oluşundan bahsetmek, çocuğun yanlış bildiklerinin doğrusunu öğretmek ve önlem almak adına adımlar atmak. Bütün bunlar varken hala çocuk gece korkuyla uyanabilir, uykuya dalmakta zorlanabilir, yalnız yatarken artık yalnız yatmak istemeyebilir, altını ıslatmazken altını ıslatmaya başlayabilir… Öncelikle çocuğun duygularını ifade edebileceği alanları olup olmadığı, yanlış bilgilerinin olup olmadığı gibi noktalar üzerine tekrar düşünülebilir. Bir şeyler eksik gibiyse bunlara çalışılır. Ancak bütün bu süreçte en önemli detay, çocuğun sevgi ve güvene duyduğu ihtiyaçtır. En korktuğu anda sarılmak ve sonra sakin ve derin nefes alıp vermesini sağlamak, su vermekten başka yapacak bir şey yoktur. Çocukta kazandığı özelliklerde gerileme varsa, bunun geçici olduğu düşünülerek önlemler alınabilir, alt ıslatma gibi…

 

Çocuğun da duygularının ifade alanı olmasının yanı sıra rutin ve kontrol sahibi olma ihtiyacı söz konusudur. Yani deprem gündeminin yanı sıra sahip olunan diğer sürekliliklerin de devam etmesi gereği. Öğrencilik, evlatlık, kardeşlik sorumlulukları; uyku, beslenme ve hareketlilik düzeni; arkadaşlarıyla iletişimi gibi…

 

Farklı yaş gruplarına özgü noktalar da vardır. Örneğin ergenler, olanları politik yönleriyle tartışmak isteyebilirler. 5 yaşından küçükler, olanları anlamlandıramayabilirler. Okul çağı çocukları, kaybetme kaygısı yaşayabilir ve bundan dolayı da dikkatleri dağılabilir. Bundan okul başarıları da etkilenebilir. Ancak herkes için duygularının farkında olmak, yaşanan duygusal deneyimlerin normalliğini bilmek ve bir rutini korumak toparlanmaya yardım edecektir. Bu sürede sosyal çevresiyle ve depremzede insanlarla dayanışmak da birlikte toparlanmaya dahildir. Merak edenler olursa, sahiden yazmak iyi geldi…

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.