Bu satırları karlı bir Litvanya akşamından yazmaya başlıyorum. Klasik bir cümleyle başladım fakat klasik bir hikâyeyle gelmiyorum size. Birçok körün maruz kaldığı önyargıların alışılagelmiş gerçekliğine biricik bir yaşanmışlıkla dokunacağım. Belki onu kırıp parçalayacak bazı sözcükler, belki de çatlaklar yaratacak duvarlarında... Bu netleştiremediğimiz etkinin geri dönüşleri olacağını öngörebiliyoruz her hâlükârda. Vilnius'ta heyecanlı bir kör yolcunun neler yaşamış olduğunu dinlemek için koltuğunuza yaslanın ve uçuşa başlayın.
Bundan birkaç ay önce eğitmen olmak üzere bir eğitimin (Youth Trainer Academy: YTA) ilanını Salto Youth isimli bir siteden görüp başvurup başvurmama konusunda bir müddet kendimi yedim. Üzerine bir şeyler üretmeyi, yani yazmayı, benim eğitimcilik süreci boyunca Angel'ım olacak birisinden öneri mektubu almayı gerektiren bu başvuru süreci; nasıl bir ekiple karşılaşacağımı bilmediğimden, Türkiye’deki ve aslında Avrupa’daki uygulamaların genelini aşağı yukarı tecrübe ya da tahmin ettiğimden benim için pek de kolay geçmedi. En nihayetinde karar verip göndermem gereken dokümanları içine engelliliğimi de yazarak ilettiğimde, aşağı yukarı nasıl bir red cevabı geleceğini tahmin ediyordum. Zira endişem boşuna değildi, tüm proje başvuru süreçlerimin sonunda aldığım mailler hep aynı cümlelerle bitiyordu, bunun engel durumumu belirtmemle doğrudan ilgisinin olduğunu tahmin etmek o kadar da zor değildi. Bu bir kompleksin dışavurumu değil bir gerçekliğin kabulüdür aslında. Fakat bu defa hiçbir şey genelde olduğu gibi vuku bulmadı.
Kabul edildiğime dair oldukça ilginç bir mail aldım. Bir süre sonra da eğitimcilerimizden Herve, benim için ne yapabileceklerini, hangi tür uyarlamalara ihtiyacım olabileceğini konuşmak için bir Skype toplantısı önerdi. Erken kalkmam gereken bir gündü, çabucak hazırlanıp ona neler yaptığımı, ne gibi temel ihtiyaçlarım olacağını ifade etmeye çalıştım. O da benimle engel durumumu ilk öğrendikleri zaman nasıl biraz kaygılandıklarını, fakat üzerinde düşününce bunun nasıl onlar için büyük bir öğrenme fırsatı olduğunu fark ettiklerini, bunun için ne kadar heyecan duyduklarını paylaştı. O gün güzel bir izlenimdi bana göre ama hala yalnızca teoride konuşmuş sayılırdık, pratiği görmemiz gerekiyordu.
Tam zamanında kalkan bir uçakla keyifli bir yolculuktan sonra, Finlandiya'dan konuşma terapisti bir eğitmen adayıyla çıkışta buluşup kalacağımız yere geldik. Herve gelir gelmez beni çok sıcak karşıladı, konaklayacağımız hostelin içinde küçük bir oryantasyon yaptı (kalacağımız yer küçük olduğu için öyle söylüyorum. Aslında kullanacağımız her yeri tek tek gösterdi). 6 kişilik odamızın kapısına geldiğimde, diğer eğitmen Milda, benim için her odadaki görseller gibi bizim kapımıza da yerleştirilmiş resimleri kabartma halde hazırladığı kâğıdı gösterip, oda ismimizi doğru yazıp yazmamış olduğunu kontrol etmem için benden incelememi istedi. Braille alfabesiyle Shenqi ismini görünce yüzümdeki gülümsemenin ne kadar büyük olduğunu hayal edebilirsiniz. Bu benim için ilk deneyimdi ve işin en garip kısmı da Milda'nın bunu zaten yapması gereken bir şeymiş gibi yapıyor olmasıydı. Odada her gün yapacağımız mini oda yansıma toplantısının başlarında, oda arkadaşlarım kendisine bunu nasıl yazabildiğini sorduklarında, sanki olağan bir şeyden söz ediyormuş gibi "Google'la arama yaptığınızda bir sürü şey buluyorsunuz noktalarla ilgili, bunu yapmak hiç de zor değil." deyiverdi.
Eğitmenlerim her oyunda, etkinlikte veya oturumda tüm içeriğin hareketlendiriciler de dâhil, benim açımdan da erişilebilir olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Örneğin bir hareketlendiriciyi çok da dikkatli olmayan bir arkadaş yaptırmadan evvel Milda "Bunun için görmek gerekiyor mu?" diye sormuştu. Arkadaş da şaşırmış bir halde "Evet görmek gerekiyor." dedi. Derin bir sessizlik oldu o an. Herkesin çocuğa baktığını hissettim, o da önce anlamayıp sonunda beni fark ettiğinde kıpkırmızı kesildi. Utanmış bir halde "Aslında çok gerekmiyor." deyip yaptırmaya başladı. Fakat rahatsız hissediyordum, katılmak istemediğimi Milda'ya bildirdim. En azından hareketlendirici içinde kendimi dışlanmış hissettiğimin geri bildirimini verecek kadar beni cesaretlendirdiklerini düşünüyordum. Sonrasında da söz konusu arkadaş varlığımı düşünmemiş olduğu için özür dileyip çok daha dikkatli olmaya çalıştı, büyük ölçüde de başardı.
Bir başka etkinlikte, oturumun tamamlanması için grup olarak bir puzzle’ı çözüp kelimeleri yerine yerleştirmemiz gerekiyordu. Bizden beklenen, salona dağılmış ipuçlarını bulup birleştirmekti. İlk dakikalarda etrafta herkes koşuştururken odanın karışıklığını düşünüp böyle dikkatli insanların nasıl bu denli düşüncesiz bir aktivite planlamış olduklarını soruyordum kendi kendime. Kahve aralarında insanların toplandığı, kahvaltı malzemelerini koyduğumuz masaya gelip durdum. Zira o gereksiz koşuşturmanın bir parçası olmak istemiyordum. Tam bunları düşünürken bir grup arkadaşım arkamdan seslendi: "Bahar bunları okumak için sana ihtiyacımız var. Çünkü bunlar noktalarla yazılmış!" O saniye aslında eğitmenlerin neyi amaçladıklarını anladım. Tabii ki de katılımcılarını biliyorlar, tabii ki de olması gerektiği gibi onun her adımda eğitimin bir parçası olmasını istiyorlardı. Grubun söyleyeceğim kelimeleri heyecanla bekleyişinin, kâğıtlar bir bir bulundukça insanların bana koşuşunun nasıl bir tatmin verdiğini anlatamam. Görenlere göre düzenlenmemiş bir oyunda değildik ve ilk defa körlerle çalışan bir ekipten beklentimin üstünde bir dâhil edicilikti. Kimse bunu beklemiyordu. Eminim ki kimse bu anda yaşadığı şoku kolay unutamayacak. Herkes güne dair yansıma toplantısında oturumdaki hislerini paylaştığında, orada kazandığım en pozitif insanlardan birisi olan oda arkadaşım Crissy "Bugün çok güzeldi, özellikle bunu Bahar'ın yüzündeki gülümsemeden görebiliyorum." dediğinde anlıyordum.
Eğitmenlerimin dâhil edicilik çerçevesinde yaptıkları uyarlamaların ekipçe de nasıl hayata geçirildiğini ifade eden bir olayı da paylaşmak istiyorum tam bu arada. Herve bir oturumda anlattığı modeli benim için de erişilebilir hale getirmek için kağıdı o model şeklinde yırtıp, sakız yapışkanları kullanarak modelin üç boyutlu şeklini oluşturdu. Bunu bir dakikada hızlıca hazırlayıp bana verdi, aynı anda insanlarla modelin şeklini kavramam böylece mümkün oldu, üstelik fazla zamana ihtiyaç olmadan. Birkaç gün sonra, grup çalışmamız sırasında buzdağı modelini çizip anlatmamız gerekiyordu, kızların kendi aralarında bakışıp "Bahar için" dediklerini fark ettim. Koşarak gidip birkaç spagetti ve kâğıt bant getirdiler. Kullanacağımız modeli kâğıdın üstüne spagettiler koyarak oluşturup bantla sabitlediler. Bu farklılıkların kabulüne ne denli açık bir grupla günlerimi geçirdiğimin de küçük bir kanıtıdır.
Uluslararası projelerin vazgeçilmezi olan kültürel geceye değinmeden geçmek olmaz. Yiyecek içecekleri sergileyip, paylaşıp, tüketip eğleneceğimiz, yer altında, ekibin bana "Eskiden zindan olarak kullanılmış bir yer olabilir." diye anlattıkları ama Milda'nın "Burası eski bir evin yeraltında olan kısmı ”diye tarif ettiği bir mekândı. Milda ona sormaya fırsat bırakmadan, bana bulunduğumuz yeri anlatmaya başladı, sonra beraber mekânı gezdik, mutfaktaki araç gereçlere dokundum. Özellikle de alçak tavana asılı tencereye benzer bir şey ve masa lambasının erkek, kadın ve çocuk heykelciklerinden oluşan yapısı çok hoşuma gitti. Mutfak kapısının nasıl kilitlenip açıldığına kadar her şeyi öğrenip yerime döndüm. Oldukça keyifli ve sımsıcak bir geceydi.
Bütün projelerin yoğunluğunun ağırlığı ve yorgunluk çöktüğünde aradığı nefes, boş günde sıra. O gün için daha önceleri cesaret edip de yapmadığım, geldiğim şehri kendi başıma gezme fikrini burada gerçekleştirmeyi kafama koymuştum. Milda'yla gitmek istediğim yerleri paylaşıp buralara nasıl ulaşabileceğimi sordum. Benim için bakıp her yere rahatlıkla gidebileceğimi yalnız bir tek Puşkin'in evinin şehir dışında olduğunu, çok gelişmiş bir ülke olmadıklarından yol sormak için çok fazla uygun insanla karşılaşamayabileceğimi söyledi. Karar yine benim kararımdı ama diğer yerler için Justas’ın eşlik edeceği bir ekip hali hazırda gidiyor olacaktı, onlara katılabilirdim, hatta insanlar için benim nasıl bir yerleri gezdiğim, hangi ayrıntılara ulaşmak istediğim öğretici olabilirdi, bu fırsatı değerlendirmek istemez miydim? Ona görenlerle gezilere katıldığımda çoğunlukla yaşadığım rahatsızlıklardan bahsettim ve hem kör gibi gezebilmek hem de onların beni beklemelerini gerektirmemek için kendi başıma halletmeyi daha çok istediğimi anlattım. "Tabii," dedi "Haklısın ama tek kişi için bile olsa beklemeleri gerekir, çünkü sen bu ekibin parçasısın ve önemlisin. Sadece bunun içinse hem kendine hem de onlara bunu tecrübe etme şansı tanımalısın. Önceki yaşantılarını bilmem ama çok güzel bir ekiplesin. Neye dokunmak istiyorsan dokun, nerede beklemek istiyorsan bekle. Sadece onlara "Burada biraz durabilir miyiz? Şuna dokunabilir miyim?" demen yeter." Biraz düşündüm. Hem tek başıma dolaşmayı aslında çok sevmediğimden, hem ekibimin tercihlerimi gözetebilecek yapıda olmasından, hem de onlara böyle bir şeyi deneyimletmek için Justas'a katılmaya karar verdim. En azından beni tanıyanlar, zayıf noktamın öğrenme alanı yaratıldığında körlük kimliğimle insanların arasında dolaşmak olduğunu bilirler. Bu yüzden buradaki kararımın korkmaktan çok deneyim fırsatını kabul etmekle alakası olduğunu bilmenizi isterim. Hemen gidip Justas'la düşüncemi paylaştım, o da istediğim yerde durup istediğim her şeye tabii ki de dokunabileceğimi söyledi. Burada dikkat çekmek istediğim nokta Milda'nın genelde bize yapıldığı gibi, gidip Justas'la konuşmadığı, dolayısıyla kimsenin bakıcılığıma soyunmadığı. Yani YTA tamamıyla benim için her adımında standartlar üstü bir eğitim programıydı. Nitekim yol boyunca duvarlardaki kabartmalara (göbek -ki oldukça ilginç bir hikâyesi varmış-, basit bir hesap makinesi, başı taştan vücudu demirden bir adam vs.) kabartma yapılara dokundum, bu dakikalarda grubum beni merakla izliyordu. Bir ara Justas kabartma bir sokak ismi buldu (Literatų gatvė)... Parmaklarımı harflerin üstünde gezdirdim. Unutulmayacak derecede büyülü bir andı. Türkiye'de her cadde ve sokak isminin kabartma yazıldığını hayal ettim, oldukça olağanüstü bir histi. Kimin fikriydi bu, etrafta körlerle çalışan bir şeyler mi vardı, nasıl da karşıma çıkıvermişti?... Bir sürü soru kafamda uçuştu. Braille’e dokunmanın şevkiyle birkaç dakika kendimden geçtim, tam bir Leyla olma hali yani. Ve sonra Vilnius içinde kendi anayasaları olan ülkeyi ziyaret edip, anayasalarının Türkçesi’nin bir kısmını Romanyalı arkadaşımdan dinledim. Tabii İngilizceden hepsini bana okudu birkaç grup arkadaşım. Sonrasında kilise gezileri, kilisedeki dokunabileceğim her şeye dokunmakla devam etti gezi. En renkli olan kısımsa Noel için kurdukları kocaman pazar ve oradaki ürünlerdi, tabii ki orada da istediğime dokundum.
Şimdi Workshop zamanı
Özellikle de benimle daha samimi iletişim kurmuş olanlar, grubun geri kalanının engellilik ve benim yaşam pratiklerim hakkında ne kadar bilgilendirilmek istediklerini sıkça tekrarlayıp, benden herkesin kendi ilgi alanlarında bazı konularda akşamları yaptığı workshoplara, bireysel tecrübelerimden oluşacak bir tanesiyle katkıda bulunmamı rica ettiler. Bu meseleyle ilgili Zagreb'de, eskiden bir STK olup sonradan devletleşen bir rehabilitasyon merkezinde çalışan, özellikle rehber köpek kullanıcısı körlerle deneyimi olan Alina isimli bir psikologla konuştuk. O, körlerle ilgili birçok yanlış tutum ve davranışın farkında, aynı zamanda rehber köpekler konusunda da bilgiliydi. Yani profesyonel ve kişisel deneyimleri nedeniyle grupta beraber çalışacağım kişiydi. Maruz kaldığımız birçok davranışın bizim bireyselliğimize haksız bir müdahale oluşunun dışarıdan bir gözlemcisi var iken insanların tanıklığında bu durumu somutlaştırmanın daha etkili olacağını düşündüm. Bu konuda haksız sayılmazdım aslında. Zira Hırvatça körlerin sıkça sokakta karşılaştığı tutumlarla ilgili oldukça komik videolar hazırlamışlar. Öncelikle bir tutumu canlı gösterip sonra da bu videoları izletmek istedi Alina. Sesli betimlemesi olmamakla birlikte, izleyen herkesin kolaylıkla kavrayabileceği bir kurgusu var. İkinci olarak da, söz bağımsız yaşam ve tek başına sokağa çıkabilme konusuna geldiğinde ben bastonu anlatarak, Alina da rehber köpekler hakkında detaylı bilgi vererek insanlarda bunun mümkün olabildiğine dair algıyı yaratmaya çalıştık. Bu arada bir gün öncesinde Alina bana Hırvatistan'da körler için erişilebilirliğin en yüksek olduğu üniversitenin başkentte olduğunu, bu yüzden genellikle öğrencilerin buraya gelmeyi tercih ettiğini, isteyenler için şehrin daha rahat öğrenilmesi maksadıyla bir oryantasyon programının olduğunu, fakat bu durumda öğrencilerin üniversitedeki dersleri kaçırdıklarından bir yıl kaybettiklerini, yine de şehri bilmeden üniversiteye başlamaktan daha mantıklı bir seçenek olduğunu anlattı.
Eğitimin en korkutucu ama aynı zamanda en öğretici kısmı tabii ki de sahneye çıkıp pratik yaptığımız gündü. Ekip arkadaşımla uyumlu çalışarak, ikimiz için de çok kolay olmayan "Proje Yönetimi" başlıklı eğitimi hazırladık. Materyallere karar verdik, nasıl beraber çalışacağımızı konuştuk, onun nasıl benim sınırlarıma saygı duyarak etiketler ve görseller meselesinde destek olacağını planladık. Eğitimde de insanların söz alırken elini kaldırmak yerine Engelsiz Erişim seminerlerinde sıkça kullandığımız gibi masaya tıklatmasını önerdim, Tabii ki de olumlu karşılanıp kabul edildi. Üstelik eğitim başında söylediğimde, katılımcılarımız bunu çok uygun buldular. İlk defa kör birisiyle bir eğitim hazırlamasına ve eğitimler boyunca çok fazla iletişimde olmamamıza rağmen ekip arkadaşım çok güzel bir performans gösterdi. Tek başıma çok zor atlatabileceğim bugünü bir ekip olarak oldukça güzel kotardık. Bize geri dönüt verecek olan danışman eğitmenimiz de ufak tefek hatalarımızı söylemekle beraber güzel bir iş çıkardığımızı söyledi. Bana da "Ses tonunu çok beğendim, gülümsemen de çok muhteşem. Bunları sakın bırakma." deyip kocaman gülümsedi. Tabii ki toplantı sonunda kocaman sarıldık. Dünyanın farklı yerlerinden gelen insanlar olmamıza rağmen hepimiz her daim kocaman sarıldık birbirimize tüm eğitim boyunca. Başlarda sarılmayı ne kadar özlediğimi düşünürken, sonlara doğru kocaman bir ekiple kocaman sarılmalar biriktirmeye başladım.
Son gün oldukça hüzünlüydü, grupça kocaman sarılırken gözlerimi kapadım, tüm eğitim boyunca bana nasıl mutluluklar yaşattıklarını düşündüm, o anı dondurdum... Ağlamamaya çalıştım. Fakat sıra tek tek sarılmalara geldiğinde, ömrümün en biricik günlerinin mutluluğu altında gözyaşlarımı tutamadım. Zihni oldukça açık, muhteşem eğitmen ve insanlarla beraberdim. Asla unutmayacağım dakikaları ve süreçleri yaşadım burada. Şimdi bileğimde farklı şekil ve renkleriyle grubumuz için belirli anlamlar ifade eden, grup arkadaşlarımın bireysel hisleriyle meydana gelmiş bilekliğimle Türkiye’ye dönüyorum. Ve işte bu yüzden bu yazıyı kaleme alırken oldukça mutluyum. Aynı zamanda eğitimci olmak isteyen arkadaşlara her yıl yapılan YTA'ya (bkz. http://www.zerogeneration.org/youth-trainers-academy) katılmalarını önermek bir diğer amacım. Başka bir seçeneğiniz de LSS'ye (Leadership Summer School, ayrıntılı bilgi için bkz. http://leadershipsummerschool.org/) katılmak. Orada sizinle beraber uyumlu çalışacak kocaman güzel bir ekip bekliyor olacak. Ne mutlu ki bu ekipten ayrılırken erişilebilirlik sözünü yineliyorum:
Bir gün!
Herkesle aynı anda.
Erişilebilir biçimde.
Her filmi izleyinceye,
Her kitabı okuyuncaya,
Her eğitim kurumuna engelsizce girinceye,
Oyumuzu tek başına kullanıncaya,
İmzalarımızı eşit atıncaya,
Üretime eşit katılıncaya,
Her yazılım, donanım ve web sayfasını dolu dolu kullanıncaya,
Her cadde, sokak ve mekânı özgürce gezinceye,
Tüm yaşamı eşit, erişilebilir, engelsiz kılıncaya dek,
Mücadeleye devam edeceğiz.