Toplam Okunma 0

Hayatımızda bize dokunan bir şeye dokunuyor olmak, paylaşmayı gerektiren bir büyüklüğe sahiptir.  Şimdi beni oturup yazmaya iten tam da bu aktarımın büyüsüne olan inancım. Niceliklerin materyal değerleri dışında insan oluşumuzdan kaynaklı birtakım varlıklarımız için pek bir anlam ifade etmediği, aynı olayların, durumların, kişilerin bizdeki izleri üzerinden tanımlanabileceklerinden hareketle kişisel yaşanmışlığım üzerinde birkaç söz etmek istedim.

Bizde körlük şeklinde tezahür eden farklı olmak aslında her zaman belli şartlarda dışta bırakılma gerçekliğini de beraberinde getiriyor ve etrafta kurgulanan her düzenin içinde dokunulamayan birtakım noktalar bırakıyor. Bazen bu hal öyle boğucu olmaya başlıyor ki, insan her ne kadar iyimser olmaya çalışsa da tüm bu dışlanma hareketinin sistematik bir ötekileştirme olduğunun ayrımına varmak zorunda kalıyor. Körseniz mesela, gittiğiniz bir konserin kabartma programının olmaması bir yana dursun, size programın Latin halini verme zahmetinde bulunmamaları gibi. Ya da içeriğini çok sevdiğiniz bir dersin hocası tarafından "Ben sana bir şey sağlayamam. Bak başka dersler alabilirsin!" sözleriyle savuşturulmak gibi... Belki bu durum pratiğini girdiğimiz bir müzeye boş boş bakıp geri çıkmamızda bulur. Belki de kendimizi geliştirmek için yanıp tutuştuğumuz bir alanda parasını da verip gittiğimiz bir etkinlikte sunumunu okuma zahmetinde bile bulunmayan birinin heves kırma politikasıyla el ele gider. Sonra tüm bunları paylaşmak istediğimiz insanların "Sen de büyütüyorsun!" rahatlatmalarıyla değersizleştirilerek bizimle ilgili son nokta konulur. Başkalarının imkânsız düşleriyle olan spekülasyonları, sizin mümkün mucizelerinizle çakışır yani... Onlar için Mars’a yerleşmekse mesele, sizin için günü kimsenin gereksiz engellemeleri olmadan tamamlayabilmektir. Oysa tümüyle bireyselliğimizden doğan zevk ve ihtiyaçlarımız tüm bu süreçte çocuksu bir ukde olarak içimizde en derinlere yerleşir kalır.

 

Bu anki mesele: ukdelerimiz. Kim bilir toplumsallıkla tanımlanmış kimliklerimizden bağımsız olarak yapmak, okumak, gitmek, konuşmak veya söylemek istediğimiz, sadece bize ait olan neler vardır? İşte onlar, tüm salt bize ait olanlar içlerinde nerelerde karşımıza çıkabilme potansiyeli taşırlar hiç bilmeyiz. Ta ki bir fırsat kapımızı tatlı tatlı çalana dek..

Konser zamanları yaşadığım tatsız tecrübeler bir yana, sonunda gelmek istediğim noktayla en ilintili anı zincirim bir müzikale gidişimle başlar. Üstteki yazıyı bana okurken bir yandan da sahneyi anlatabilecek mükemmellikte bir insan evladı henüz dünyaya gelmediği için neredeyse hiçbir şey anlamadan çıkmıştım oradan. Sonra kendi kendime "asla bir müzikal, bir opera için falan böyle bir izleme gayreti göstermeyeceğim!" demiştim. O gün bu sahalardan benim ilelebet çekilişim gibiydi. Düşünün bir kere, herkesin belki de eğlenerek çıktığı yerden sizin derin bir kayıp ve öfke hissiyle çıkmanız nasıl bir haldir? Kaybın kaynağı insana ait bir şeyden duyduğum mahrumiyet, öfkenin kaynağıysa görmezden gelinmişlikti. Her konser programı hışırtısında içimi bu iki duygunun doldurmasına engel olamıyorum hâlâ. Özellikle de, konser programını almaya değer bulunmadığım ve boş boş bilmediğim müzikleri radyoda denk gelmiş gibi dinlemek mecburiyetinde bırakıldığım zamanlarda çıkıp sahneye, bölüp olan biteni "Müziğin ruhuna yakışmayan bu ayrımcılığı yapma cesareti gösterip nasıl utanmadan dinlemeye veya yapmamaya devam edebiliyorsunuz?" diye sormak geliyor içimden. Akla gelen soruyu duyabiliyorum... Ama bunu sadece orda görmeyen birinin olduğunu bilmeyenler yapmıyor ne yazık ki. Örneğin daha önce geldiğimizi bilen, hatta belki bizimle az buçuk zaman geçirmiş ya da bu tür farklılıkların var olduğunu bildiğini iddia edenler de tıpkı daha önce bir tecrübesi olmayanlar gibi ötekileştirme davranışını gösteriyorlar. Peki, toplumun hem ölçüsüzce ötekileştirilen hem de bilinçlendirme makinesi olarak görmek istediği bizler o bitmek tükenmek bilmemesi gereken enerjimizle ne yapabiliyoruz?

Bu 30 Nisan'da Metropolitan Opera’da Richard Strauss'un Elektra Operası sergilenecekti ve naklen izleme imkânı vardı aynı zamanda. Biz de Boğaziçi’nde FA49Z dersi ekibi olarak gitmeye karar verdik. Niyetim önceden librettoyu da alıp operaya çalışmak ve gittiğimde ne olup bittiğini yakalayabilmekti. Operanın konusunu, nasıl bir düzenleme olduğunu, bu temsil hakkındaki görüşleri merak edenler internetten araştırarak bilgi edinebilir. Ben temeldeki amacım bu olmadığı için konuyla alakalı herhangi bir bilgi vermeyeceğim. Operayı yoğunluktan önceden çalışamamış olmam aklıma herkesle aynı anda dinleyip takip etmenin bir yolunu getirdi. İnternetten çok eski de olsa bir İngilizce çevirisini bulup üniversitemizin en sıcak insanlarından oluşan Getem'den Braille çıktısını aldım. Bulduğum metni Word’e attığımda bir sürü satır arası boşluklar önce gözümü korkuttu. Bunlar ufak tefek meseleler olmasına rağmen onları temizlemek öyle pek ufak tefek olamayabiliyor. Ama ben bu aksiliklere rağmen erişmeyi kafama koymuştum, tüm boşlukları elle temizleyebildiğim kadar temizledim. Başta 132 Word sayfası görünen metin 14 sayfa tuttu ve metnin Braille çıktısı 56 sayfalık bir kitap olmuştu. Gören arkadaşlarım ve sonrasında gösterdiğimde hocamız bu duruma oldukça şaşırdı. Benim içinse elimde tuttuğum kitap, önceleri kayıtlar üzerinden durdura durdura dinlediğim operaların yerine çok özgün bir tecrübe kazandıracak, "herkesle aynı anda" sevdiğim bir eylemi gerçekleştirmeme imkân sunacak mucizevi bir anahtardı.

Salonda yerimizi alıp da gösterim başladığında duyduğum heyecan bir çocuğun ilk bisikletine kavuştuğu anki dayanılmazlığında yoğundu. Metin İngilizcesi nedeniyle her ne kadar anlaşılması zor olsa da, hızlı konuşmalarda zaman zaman geride kalma bahtsızlığını yaşasam da gecenin sonunda benim için bir hendek daha açılmıştı. Hem de çoğunluk olmalarının zevkini çıkara çıkara her yeri, her sanatı kendileri için tasarlayıp sunan gören insanlar kitlesinin bilinçli ya da bilinçsiz tüm ötekileştirmelerine karşı. Hem de benimle birlikte farklılıkların ilklerinin heyecanlarını kör olmasalar da yüreklerinde duyan bir avuç insanla beraber...

Benim için ilk olan opera tecrübemin eksik yanları yok muydu? Elbette dile getirilmesi gereken önemli birkaç noktası var. Örneğin bu temsil orijinal metinden farklı olarak çeşitli uyarlamalara sahipti ve operanın görsel kısımlarına erişimim, sonunda grupça yaptığımız değerlendirme üzerinden mümkün olabildi. Bu da hâlâ öznel erişimime açık olmayan noktaların varlığına işaret ediyor. Kişisel olarak bir sonraki adımım bu erişimi en az bağımlılıkla nasıl sağlayabileceğime dair kafa yormak olacak. Bir de tabii daha ileriki hayalim bir baleyi de rahatlıkla takip edebiliyor olmak. İşte bu, hakikaten şimdilik mümkün görünmeyen bir mucize.

Bu tecrübe benim gibi Braille aşığı olan biri için böyle hayat buldu. Biricikliği sırf başka tecrübelerce zenginleştirilsin, insanlar kendi hayalleri, heyecanları ve sevgileri üzerinde başka başka şeyler denesinler diye tarafımca paylaşılmaya değer görüldü. Umulur ki her hayal bir gün, tam da olması gerektiği gibi erişilebilir biçimde ve herkesle aynı anda gerçeklikte yerini bulur.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.