Yaşadığımız toplumda fiziksel bir engele sahip olmayanların, engellilere kendi kafasındakileri dayatmaları devamlı bir hale geldi. Aylarca çeşitli şekillerini eleştirdiğim ayrımcılık vakaları, tam bir kronik hastalık haline geldiği için sürekli yaşanan ayrımcılık örneklerini gündeme getirmek zorunda kalıyorum. Dergimizin her yeni sayısı hazırlanırken farklı bir şeyler işleme hissiyle doluyorum. Ancak sürekli maruz kalınan aşağılanmanın çeşitli şekilde örnekleri yaşandığından; onları işlemeden geçemiyorum. Bu sayıda da aklımda farklı bir konu olmasına rağmen, yeni yaşanan bir olay beni yine zevkine bakmaya mecbur kaldığımız bir ayrımcılık türünü işlemeye itti. Bu örnek fazlasıyla dozajı yüksek, sadece moralimizi değil, bütün zamanımızı ve enerjimizi tüketen bir vaka. Bu satırı okuduğunuzda belki“Sen iyi misin oğlum? Hiç ayrımcılığın dozajı olur mu? Okuyucuya biraz saygı duy ve yazılarını ayık olduğun bir zaman yazmaya tenezzül et.” diyebilirsiniz. Fakat her yazımda olduğu gibi bu yazıyı, gayet dingin ve tüm dikkatimin yerinde olduğu bir zamanda kaleme alıyorum.
Evet, ayrımcılığında dozajı ve çeşitleri var. Yani ayrımcılık deyip geçmeyin, onlarında kendi içerisinde bir hiyerarşisi var. Ruh halimi daha fazla sorgulatmadan ve küfür sağanağına maruz kalmadan olayı şöyle örnekleyeyim. Mesela yolda yürürken bir teyzenin, “Vah yavrum, ne kadarda yakışıklıymış.” demesi yada henüz kendi evrimini tamamlayamadığının farkında olmayan bir dengesizin, “Senin sahibin nerede?” demesi bireysel bir ayrımcılık türüdür. Bu tür durumlarda, malum şahısa hak ettiği cevabı verip şutlarsın. Etkisi bir kahkaha sağanağı yada bir günlük melankoliden ibarettir. Ama dozajı yüksek vakalar yukarıda saydıklarımızı bile mumla aratır durumdadır. Bunlar genellikle kamusal içerikledir. Şöyle ki: Anayasada eşit vatandaş statüsünde yer almana rağmen, erişilebilir bir şekilde oy kullanamamak, tüm bilgi ve yeteneğine rağmen bazı konservatuarların kapısından sınava bile giremeden geri çevrilmek gibi.
Bugün ele alacağımız konu bu türden ve artık bıkkınlık getirmiş olan iğrenç bir tutum. Evet, bütün körler kemerlerini bağlasın şimdi uçuş vakti. Hepimizi sinirden havalara uçuran bir durum. Banka, noter gibi kurumlarda yaşatılan şahit işkencesi. Bu ayrımcılık biçimi, kendi kategorisindekilere parmak ısırtacak kadar özel niteliklere sahip. Bir kere hem kamusal hem bireysel. Kamusal çünkü Borçlar Kanunu’na göre şahit uygulaması zorunlu değilken; belli kurumlar ve hatta aynı kurumların farklı şubelerinde tavır değişikliği oluyor. Örneğin: bir bankanın şubelerinin birinde uygulanıyor, diğerinde uygulanmıyor. Bireysel çünkü çoğu zaman kurumda bile şahit istemek zorunlu olmadığı halde, ilgili personel şahit dayatabiliyor. Şimdi olayı gözümüzde canlandıralım, krediye ihtiyacınız oldu. “Bizi kendimizden çok düşünen sermaye” zaten kredi için her türlü kolaylığı sağlar. Malum ya her gün televizyon reklamlarıyla evlerimizin içine, telefonlar aracılığıyla beynimize girer. Ve hatta iş yerlerimize kadar gelerek kredi kolaylığı sağlayacaklarını düşündürürler.Siz de bu düşüncenin rahatlığıyla günümüzde zorunluluk haline gelmiş olan krediyebaşvurmak için kolları sıvadınız. Nasıl olsa hemen hallederim diye, iş yerinizden bir saatlik izin ve bir maaş bordrosu alarak koyuldunuz banka yoluna. Banka kapısında engellileri çok düşündüklerini kanıtlayan bir karşılamaya maruz kalırsınız. Güvenlik görevlisi işleminizi sordu ve bankanın körlere bir lütfu olarak, sıra bekletmeden sizi ilgili birime aktardı. Siz bireysel departmanındaki şık ve kibar hanımefendiye kredi çekmek istediğinizi söylediniz. Bunun üzerine, hanımefendinin sesindeki kibarlık ifadesi yerini ağlamaklı ve yapmacık, kırık bir sese bıraktı ve bir dilenciyle muhatap olurcasına size, yanınızda bir şahit getirmenizi söyledi, tabii ki öncesinde okuma-yazma bilip bilmediğimizi sormayı unutmadan. Siz bu durumun yönetmelikte olmadığını, yönetmeliğin sadece isteyenler için şahit uygulamasından yararlanabileceğini belirtseniz de, arkadaş Nuh der peygamber demez. Şahit getirmediğiniz takdirde işleminizi yapamayacağını söyler. Siz saatlerce cebelleşirsiniz. Sonuçta ya krediden umudu keser, ya şahit dayatmasına boyun eğer yada inatla mücadele ederek şahitsiz işleminizi tamamlarsınız. Yani en azından süre ve moral açısından umduğunuzun on katı yıpranacağınız kesin. On yıllardır körler, yukarıda belirttiğim örnek kurgunun şeytanın aklına gelmeyecek türlerini bizzat yaşadılar.
Bu konuyu bu sayıda ele almamın nedeni bir arkadaşın başına yeni gelen bir vakadır. Fakat arkadaşı şahsen tanımadığım için, örnekleri kendi başıma gelen olaylardan vermek istiyorum. Bir insana cinnet geçirtebilecek kadar iğrenç bu durum başıma fazlasıyla geldi. Fakat ben burada en vurucu olan dörttanesine değineceğim. Birinci örneğim, yıllar önce Garanti Bankası’nda yaşamış olduğum bir olay. Telefonla kredi başvurusunda bulunmuştum ve krediye onay çıktığına dair bir telefon geldi. Ben bankanın yolunu tuttum. Bana şahit getirmem gerektiğini söylediler. Bende Borçlar Kanunu yönetmeliğinde şahit olayının müşterinin istediği takdirde uygulanabilecek bir yöntem olduğunu söyledim. Yetkili,“Şahit getirseniz ne olacak, şahit olabilecek kimse yok mu?” gibi saçmalıklar gevelemeye başladı. Bende, “Yönetmeliğe göre konuşuyorum ve şahit bulup bulamayacağım sizi ilgilendirmez.” dedim. Bunun üzerine, “Bizim kendi hukuk birimimizin kurallarına göre şahit getirmeniz gerekiyor. Ayrıca iki hafta önce bir görme engelli müşterimiz kredi kullandı ve şahit uygulamasını kabul ettiğini söyledi. Şahit getirmediğiniz takdirde krediyi kullanamazsınız.” dedi. Bende gerek ses tonumu, gerek fiziksel hareketlerimi sertleştirerek, “Saatlerce beklerim bende burada ya da beni hukuk biriminizle görüştürün.” dedim. Birazsonra bana krediyi kullandırabileceklerini, hukuk birimlerinin kendi iç tüzüklerini Borçlar Kanunu yönetmeliğine göre tekrar düzenlediklerini söylediler. Hatta tüzüğün son halini de okudular. Ben kredimi çekebildim. Ama yıpranan sinirlerim, boşa harcanan saatlerim ve kredi ödemelerim (faizleriyle birlikte) yanıma kar kaldı. İkinci olayım daha hazin ve İlke’nin kalemine göre mizahi bir vaka. Bir gün işyerime postacı geldi. Şahsıma özel bir belge getirdiğini söyledi. Bende,“Tamam, nereyi imzalayacağım?”dedim. Amca gayet kendinden emin bir tavırla, “Hayıır, sen âmâ olduğun için bir şahit olmadan teslim edemem.” dedi. Yahu amcaya yönetmeliği anlatıyorum, anlamıyor. “Ara şefine sor” diyorum yok. Yirmi dakika falan cebelleştik. Sonunda dedim ki, “Amca kâğıt nerede?”,“Burada” diye elime doğru yönlendirdi kâğıdı. Bende elinden çektim aldım. Kâğıdı o bir tarafından tutuyor ben bir tarafından. Bağrışmaları duyan bir arkadaş geldi. Olay büyümesin diye şahit oldu. Böylece amca muradına ermiş oldu. Üçüncü örneğim bir noter vakası. Noterde bir işim olduğu için iş yerime sabah bir saat gecikeceğimi söyleyerek izin aldım. O zaman özel sektörde çalıştığım için izin problemi yaşanıyordu. Neyse ben sabah notere gittim ve günün kâbusu. Şahit olmadan işlem yapmayız. Durumu anlattım ve yarım saat cebelleştim. Bunun üzerine kendilerinden sorumlu olan kişinin gelmediğini, o gelince belki kabul edilebileceğini söylediler. Yapacak bir şey yok. Elmahkûm iş yerini arayarak iznimi uzattım ve başka bir notere gittim. Orada hiçbir sorunla karşılaşmadan işimi hallettim. Diğer noterde yaşadığım durumu anlattım. Onların şahit dayatmasının suç olduğunu belirttiler. Son örneğim olayın bittiği yer: eller gider Mersin’e biz gideriz tersine diye bir atasözü var ya, tıpkı bu duruma uyuyor. Biz şahit dayatmasından bıkmışken, bu seferde, köre kredi vermiyoruz olayı çıktı. Maaşımı aldığım Halk Bank’a kredi için başvurmaya gittim. İlgili bölüm, “Siz mi çekeceksiniz?” dedi. Bende “Evet” dedim. Görme engellilere kredi vermediklerini söyledi. Olaya ne kadar tepki göstersemde tavırları değişmedi ve güvenlik yoluyla kapı gösterildi bana. Bunun üzerine bankanın genel müdürlüğüne telefon açtım ve yapacak bir şeyleri olmadığı yanıtını aldım. Bu konu hepimizin bildiği üzere, gruplardada fazlasıyla tartışıldı. Hatta imza kampanyası yapıldı ama değişen bir şey olmadı. Körler Federasyonu’nun bankalar ve noterler birliğinden almış olduğu,”Kullanıcı istemediği taktirde şahit uygulamasına zorlanamaz.” yazısını bankanın şube müdürüne götürdüm. Aldığım cevap: Türk filmlerinden fırlayan bir ses tonuyla, “Benimde görme engelli yakınım var” ve dalga geçer gibi “Siz yasaları benden iyi biliyorsunuz.”oldu. Öyle ya, adamlar köre kredi vermiyoruz diyecek kadar kendilerini aşmış. Ben şahide zorlanamaz belgesi götürüyorum.
Tüm körlerin kâbusu olan bu durum biran önce çözümlenmeli. Bu duruma maruz kaldığımızda dayatmayı kabul etmemek çok önemli. Direttiğimizde yüzde doksan galip çıkabiliyoruz. Bununla birlikte, engelli örgütlertarafından Bankalar Birliği ve Noterler Birliği’nin kararı ilgili kurumlara ulaştırılmalı. Sanırım bu konunun kesin çözümü, bu tarz dayatmalarda bulunan personele yaptırım uygulanması. Yaptırım uygulayacak mekanizmalardaki yetkililerde genellikle, toplumdaki engellilere yönelik önyargıyla kodlandıkları için; bu iş başka başka baharlara kalacak gibi. Yinede bu işin çözümü körlerin dirayetiyle olacaktır. O zaman ne diyoruz; çok eğleneceğiz.