Toplam Okunma 0
Orta yaşların başında, kumral düz saçlı, kırmızı rujlu, beyaz gömlekli bir kadın, sağ elini yanağına dayamış bir şekilde gülümsüyor.

 Burak Sarı:

 

Merhaba Seda seni kısaca tanıyabilir miyiz?

 

Seda Yılmaz:

 

Merhaba Burak, Seda Yılmaz ben. Editör ve yazarım. İki kitabım var. İlki “Giysiler Ne  Anlatır?” ikinci ve son kitabım Nisan ayında çıktı. “İşte Bu Benim Bedenim” adını taşıyor. Onun dışında da çeşitli yayınlara editörlük, redaksiyon gibi işler yapıyorum kitap yazarlığı haricinde.

 

Burak Sarı:

 

Peki “İşte Bu Benim Bedenim” zaten adından da anlaşıldığı gibi  beden olumlama, normallik kavramı üzerine düşünmek; o bağlamda yazmak nasıl aklına geldi, ne yönlendirdi seni buna?

 

Seda Yılmaz:

 

Kendim büyürken aslında bedeniyle çok mücadele etmiş, onun değişimlerine karşı koymaya çalışmış bir genç kızdım. Yani özellikle ergenlik döneminde bedenimle ilişkim hiç sağlıklı bir noktada değildi. Uzunca yıllar da öyle gitti. Hani hem kendini beğenmemek hem de kiloyu çok kafasına takan bir tiptim aslında. Biraz oradan, kendi yaşadığım şeyi bildiğim için. Bir de ben uzun yıllar moda dergilerinde yazı yazdım. Hem editörlük yaptım hem yazı yazdım. Hem moda hem de güzellik alanlarına da uzak biri değilim. O alanları da bilen ve o alanların aslında kadınların ve hepimizin üzerinde, özellikle kadınların üzerindeki etkisine çok kafa yormuş biriyim. Biraz oradan yola çıkarak aslında beden konusuna eğilmeye karar verdim. “Normallik” meselesine gelince de. Normallik aslında kitabı yazarken birazcık araştırmayı ve üzerinde derinleşmeyi seçtiğim bir başlık oldu. En başından itibaren engellilik ile ilgili bir şey, bir bölüm olmasını istiyordum. Bunu da aslında beden olumlama hareketine borçlu olduğumu söyleyebilirim. Yani belki bu kitabı beş yıl evvel yazsaydım ya da beş yıl demeyeyim hadi on yıl evvel yazsaydım, engellilerle ilgili bir bölüm eklemeyi akıl edemeyebilirdim. Çok açık söyleyeyim. Ama bu konudaki bakışım, farkındalığım ve öğrendiğim şeyler- ki bu bence sosyal medyada bana bu alanda yardımcı olan şeylerden bir tanesi-Mesela biz seninle twitter'dan tanışıyoruz. Bunun gibi benim engellilik ile ilgili farkındalığım. Tabii ki de biliyordum. Ben sosyoloji mezunuyum. Engellilik ile alakalı şeyler okumuşluğum falan da vardı ama konuya iyice eğilip okumaya başlamak başka bir şey ve oradaki ayrımcılığı anlamaya çalışmak ve onun üzerine kafa yormak başka bir şey. Engelliliği de ”normal” den yola çıkarak anlatmaya karar verdim en başında. Çünkü hepimiz “normal” olmayı biliyoruz ya. Yani “Normal ne?” dense kafamızda bir şablon var diyeyim ve biz neyi normalin dışında tutuyoruz dan yola çıktım. Bilmediğimiz bir alanı daha bilinir kılmak ve anlatmak istedim. O yüzden “normallikten” yola çıktım.

 

Burak Sarı:

 

Aslında bu bağlamda yollarımızın birleşmesinin de nedeni biraz bu gibi geliyor bana. Çünkü biz de buradan yola çıkarak tanımlıyoruz biliyorsun normallik ve sağlamlığı. Engelliliği engellenmişlik olarak, bir yeti farklılığı olarak görüyoruz. Kitapta en çok şu dikkatimi çekti. Kimseye borçlu değiliz kısmı. Onu biraz açar mısın? Bu gerçekten çok derinlikli bir şey ve hangi yaş grubuna hitap ettiğini tekrar soracağım tabi. Zaten öncesinde de tanışıyorduk ama. Bu çok anlamlı bir şey. Yani konunun üzerine biraz konuşmak lazım.

 

Seda Yılmaz:

 

Kimseye güzellik borcumuzun olmaması meselesi değil mi?  Bu kitap özellikle 14 yaşından itibaren genç kızlara hitap ediyor.  Tabii ki de her yaştan kadına da erkeğe de hitap ediyor ama özellikle hitap ettiği yaş grubu bu. Benim anlatım biçimim, kitabın kurgulanması, Rüya İğit’in kitabın içindeki çizimleri  tüm bunlar aslında birbirini tamamlayan ve o yaş grubuna konuyu basit bir şekilde anlatmayı amaçlayan şeyler aslında. “Güzellik borcu” dediğimiz şey de kadınların aslında çok küçük yaştan itibaren duyduğu bir şey. Hani güzel olma zorunluluğu var sanki. Güzel olmak zorundayız biz. Güzel olan sevilir, beğenilir. Ona güzel, iyi özellikler atfedilir ve o güzel olanın dışında kalanlar ise hep “kusur”larını ya da beğenmediği taraflarını kafasına takar ya bunların etrafında dönüyor konu. Aslında ben o “güzellik borcumuz yoku” gerçekten inanarak söylüyorum. Biz kimseye güzel olmak ve hatta güzel olduğumuzu kanıtlamak ya da değerimizin güzellikle eşdeğer tutulduğu bir sistemde bulunmak zorunda değiliz. Ama sistem yani içinde bulunduğumuz toplum bizim bütün değerimizin güzellik üzerinden ölçüldüğü bir dünya varmışçasına bizi kategorize ediyor aslında.

 

Burak Sarı:

 

O zaman biraz daha derinleştirelim. Güzellik ne yani, neye göre kime göre? Buradan ideal beden dayatmasına biraz daha girebiliriz. Çünkü bir tarafıyla kapitalizmin dayattığı bir şey. Hatta bunun devamında bir şey de getireceğim ilk bölümü sen aktardıktan sonra.

 

Seda Yılmaz:

 

Yani güzellik aslında dediğin gibi böyle “kime göre neye göre güzel?” diye bir durum var ama. Bir taraftan da o kadar genel geçer. Tırnak içinde kuralları olan bir şeyden bahsediyoruz. Mesela güzellik çağlara göre dönemlere göre değişse de aşağı yukarı 1960’lardan beri kadınlar için mutlaka ama mutlaka zayıf olmayı içeren bir şey, kilolu olmamayı içeren bir şey. Yani sen zayıfsın, güzel kabul ediliyorsun. Vücut ölçülerin orantılıysa, vücudundaki yağ dağılımı orantılıysa güzel kabul ediliyorsun. Tabi ki de bunlar bizim çeşitli kitle iletişim araçlarıyla, sosyal medya aracılığıyla, ailelerimiz aracılığıyla öğrendiğimiz kavramlar haline geliyor. Yani biz neyin güzel olup olmadığını öğrenerek ayırt etmeye başlıyoruz ve biz de aslında hem kendimizi hem de çevremizdekileri biraz buna göre yargılıyoruz. Damgalıyoruz işte. Mesela birini ilk gördüğümüzde hemen “Sen kilomu aldın, kilomu verdin?” gibi şeyler söyleme hakkını da kendimizde görebiliyoruz. Yani bunların hepsi aslında içinde bulunduğumuz toplumdaki o yazılı olmayan kuralları içselleştirmek ile ilgili bir şey ve ideal beden dediğimiz şey de o aslında yani ideali kim belirliyor içinde bulunduğumuz toplumda? Hem ataerkil kodlar hem kapitalizm bize bir ideal prototipi çiziyor ve biz de hep kendimizi o ideale yaklaştırmaya, o ideal gibi olmaya çalışıyoruz. Bu imkansız. Tabii ki de kimse ideali olamıyor. Her zaman herkesin bir “kusuru, bir yanlışı, uymayan” bir tarafı var ve bununla mücadele ederek yaşamaya çalışıyoruz. Ben ne yapmaya çalıştım yani? Ben en azından bunları göstermeye çalıştım. Yani bakın böyle ideal diye bir şey var ama buna ulaşmak zaten mümkün değil boşuna. Bununla kendimizi hırpalamayalım. Ne bedenimize ne kendimize bununla alakalı eziyet etmeyelimi birazcık anlatmaya, biraz yol göstermeye çalıştım.

 

Burak Sarı:

 

Ya zaten o “kusur” dedikleri tırnak içerisindeki ifadeler bile tamamen normalle ilgili bir şey. Yani o normal zaten sistemin ihtiyaçlarına göre şekilleniyor ve onun ihtiyaçlarını karşılamayan, onun ideali olmayan da anormal oluyor. Bir de kitapta şurası çok dikkatimi çekmişti. Mesela aslında biraz daha böyle kapitalizm eleştirisi üzerinden gidiyor gibi oldu ama bir taraftan beden olumlama ve ideal beden dayatmasını, iki ucuyla da kullanıyor aslında sistem.  Sen bir örnek vermişsin kitapta. Bir diyet firmasıydı sanırım. Çok anladığım bir alan değil orası. Daha sonra beden olumlamayla ilgili bir şeyi vardı onun. Reklamlarda bunu işlemişti.

 

Seda Yılmaz:

 

Evet bu benim özellikle dikkat çekmek istediğim bir konu oldu. Çünkü beden olumlama hareketi de ilk başladığında her ne kadar bizim çeşitliliği ve farklılığı fark etmemizi sağlayan bir yanı olsa da tabii ki kapitalizm her şeyi araçsallaştırdığı gibi beden olumlama hareketini de araçsallaştırdı. Dediğin gibi ben bir bisküvi markasını örnek verdim. Onların yaptığı reklamda kadın güçlenmesi temasını alıp yani diyet bisküvi pazarlıyorlar ama bize kadın güçlenmesinden ve kendi seçimlerimizi kendimiz yapmamız, özgür olmamız gibi temalar üzerinden ilerleyen bir şey var. Öteki taraftan da diyet bisküvi pazarlıyorlar. Yani evet, tabii çelişkili bir şey bu bence. Hani bu zaten en büyük açmazlardan bir tanesi. Hep böyle. Senin de dediğin gibi biraz önce iki tarafından da tutuyor gibi. Ben her şeye rağmen beden olumlama hareketinin bu farklılıkları gösteriyor olmasının önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Bugün ne bileyim bizim çocukluğumuzdaki gibi bir dünya yok ve onun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Birtakım şeyler her zaman normaldi.  Atıyorum kilolu olmak her zaman normal bir şeydi ama biz o kadar fazla zayıflığa maruz kaldık ki sanki kilolu olmak da normalin dışında bir şeymiş gibi konumlandırıldı yıllar boyunca. Şimdi daha farklı beden tiplerini görebiliyoruz. Engelli bedenleri görebiliyoruz. Yani aslında toplumda bir şekilde görünmez kılınan bedenlerin bir temsiliyet alanına sahip olması bence önemli her şeye rağmen.

 

Burak Sarı:

 

Kesinlikle bence de öyle. Buradan aslında engellilik konusuna bağlayabiliriz. Yani biz engelliliği metnin başında da belirttiğim gibi yeti farklılığı olarak görüyoruz ve sen engelli camiasından birisi değilsin ama bunu çok güzel ve bizim dilimizden, belki birçok engelliden de daha ileri bir şekilde kavrayıp anlatabilmişsin. Bunun üzerine aslında biraz konuşmanı isterim.

 

Seda Yılmaz:

 

Aslında dediğim gibi, hani en başta da söyledim ya bu konu daha önce üzerine eğildiğim bir konu, özellikle araştırdığım bir konu hiç olmadı ve okudukça araştırdıkça, bununla ilgili filmler izledikçe, biraz utandım. Yani açıkçası hani nasıl bu zamana kadar bu konu benim meselem değilmiş gibi bir yerde. Ben kendimle bir yüzleşme yaşadım ama içine girince de böyle hani seninle konuştuk, siteden başka bir arkadaş vardı. Onunla okunacak materyaller konusunda konuştuk. Bana aslında sizlerle konuşmak yol açtı. Yani mesela ben Twitter'da fotoğraf paylaştığımda artık hep fotoğraf açıklaması hani böyle hızlı bir şey yapmıyorsam muhakkak eklemeye çalışıyorum. Yani bunlar öğreniliyor aslında. Bir yandan bu zamana kadar buna dikkat etmediğim ve öğrenemediğim için kendime kızdım. Ama herkesin her yaşta öğrenip tutumunu tavrını değiştirebileceğine olan inancımı da tazeledi. Yani kendi yaklaşımım şu işte güncel olarak ne tartışmalar yapılıyor tarihsel olarak engellilik ile ilgili konuşmalar nereden nereye gelmiş, nasıl mücadeleler verilmiş, Türkiye'deki durum ne? Dünyadaki durum ne? Hep böyle bunları araştırıp okuyarak ve bunları da tabii ki de okuru göz önünde bulundurarak en basit haliyle anlatmaya çalıştım. Hani o yaşta okuyup anlayıp en azından geç olmadan bir şeylerin farkına varabilmek? Toplumda engelli kişiler de okuyabilir kitabımı tabii ki engelli olmayan kişilerde. Okuduklarında yani sağlam olanlarda okuduklarında en azından bununla ilgili “A evet böyle bir şey var ve biz toplumda hep beraberiz. Ve bu toplumu hepimize uygun hale getirmek için neler yapılabilir?” üzerine kafa yormak. Biraz onunla ilgili bir alan açmaya çalıştım açıkçası.

 

Burak Sarı:

 

 Kitabın her anlamda güzel de şu bağlamda çok önemli bence. Özellikle gençlerin, ergenlik çağındaki gençlerin arasında inanılmaz derecede akran zorbalığı var. Yani onların normal gördüğü ne varsa onun dışında olan herkes bir şekilde hedef tahtasına oturtuluyor. Genellemek için söylemiyorum ama böyle bir gerçeklik var. Direk engelli literatürünün dışında engelli yazınının dışında başka bir alandan böyle bir kitabın onlara yönelmesi çok iyi bir araç olmuş bana göre. Bu anlamda da çok teşekkür ederiz.

 

Seda Yılmaz:

 

Çok sevindim bunu duyduğuma. Ben teşekkür ederim. Yani çok mutlu oldum. Bunu duymak benim için çok güzel. Çok teşekkürler.

 

Burak Sarı:

 

Bu kitabın okurlarıyla bir okur buluşması özellikle de gençlerle bir buluşma yapmayı düşünüyor musun? Mesela onlardan sosyal medya üzerinden, mail üzerinden geri bildirim alıyor musun? Nasıl dönüşler oluyor alıyorsan?

 

Seda Yılmaz:

 

Evet alıyorum yani şöyle oldu. Birkaç buluşma ve imza gününde sohbet etme şansım olduğu alanlar oldu. 14 yaş grubunda değil ama daha böyle 20’li yaşlarında gençlerle karşılaştım. Ve şey o karşılaşmalarda insanların kendilerini açması çok hoş oluyor. Çünkü kitap bence onlara o alanı birazcık açıyor. Yani kendilerini bu konuda konuşabilecek, onları bu konuda rahatsız eden beden ile ilgili maruz kaldıkları alay, dışlanma, yaftalama her neyse, bunları böyle dile getirebilmek için bir alan açabildiğini görüyorum ve o benim için çok gurur ve mutluluk verici bir şey. Tabi ki çeşitli mesajlar gönderenler oluyor. Sosyal medyadan mesela bir okurumun kız kardeşinin yeme bozukluğu varmış. “Kitabı okuduktan sonra benim, yeme bozukluğuna ve kız kardeşime bakışım değişti. Ailemdeki bütün kadınlara okutacağım kitabı” dedi. Mesela o benim için çok kıymetli bir şey. Kitabımın, yazdıklarımın bir yerlere, kişilere dokunuyor olması.

 

Burak Sarı:

 

Aslında kitapta şu vurgu çok güzel “kendileri olmak” ya da “kendin olmak” zaten benim için ana teması oydu kitabın. Biraz daha kendimiz olabilmenin de yollarını gösteriyor gibi zaten gençlere.

 

Seda Yılmaz:

 

Evet, yani bir de şey var ya, hani o yaşlarda kendin olmayı bilmek çok zor bir şey. Ya insan kendi olmayı da böyle öğreniyor ya. Yolda yani büyürken öğreniyorsun aslında. Ve hani o yaşlarda yalnız olmadıklarını bilsinler. Hepimiz farklı farklı şeylerle mücadele ediyoruz, çırpınıyoruz onu biraz anlatmaya çalışmatım.

 

Burak Sarı.

 

Bizde “mış gibi yapmak” diye bir kavram vardır. Mesela işte görenler gibi davranmak. Hani o topluma kanalize olabilmek için orada göze batmamak için bu biraz bilinç altıyla da ilgili bir şey aslında bir taraftan da. Onların yaptığı da bu oluyor gibi.  Belki kendi istediği bir beden formunda. Ama toplum onu istemediği için o şekliyle istemediği için onu kabullenemiyor ve hani bu alanda biraz daha böyle hava kanalları açabilmek, onların bu dayatmanın dışında da düşünülmesini hissettirebilen çok az şu dönemde.

 

Seda Yılmaz.

 

Evet evet kesinlikle katılıyorum. Bunu yapmaya çalıştım.

 

Burak Sarı:

 

Senin eklemek istediğin bir şey var mı?

 

Seda Yılmaz:

 

Çok teşekkür ederim Burak. Çok keyifli bir sohbet oldu benim için ve umarım daha farklı alanlarda da karşı karşıya gelip paylaşımlarda bulunuruz. Çünkü bence bu karşılaşmalar ve aslında birbirimizin deneyiminden öğrenmek çok kıymetli bir şey.

 

Burak Sarı:

 

Çok teşekkür ediyorum bize vakit ayırdığın için.

 

Seda Yılmaz:

 

Ben teşekkür ederim.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.