Toplam Okunma 0

Umut da beyin gibi, kaslar gibi kullanmazsak, unutursak kaybolacak, yağ bağlayan; diğerlerinden tek farkı soyut olan bir organımızdır. Umuda organ dememin nedeni tıpkı ayaklarımızın yürümeye devam etmemizi sağlaması gibi, onun da yaşamaya devam etmemizi sağlamasıdır.

 

İnsan umudunu neden kaybeder? Bunun bir sürü sebebi var; ama bence en çok geçerli olan sebep, insanların kendisini yeterince anlayamayıp başkalarına anlatamamasıdır. Öyle ki, insan kendisini yeterince anlayamadığını bile idrak edemeyebilir.

 

Ergenlerin en büyük sorunudur anlaşılamamak. Aynı zamanda bu sorun, ergenlerle toplumda farklı olarak kabul edilen insanların ortak noktasıdır.

 

Bir engelliye "Senin sahibin yok mu?" diye sormak onun erginlenmediğini düşünmekle aynı anlama gelir bence.

 

Erginleme, TDK Sözlük'te şöyle açıklanmış:

 

"Birini bir konu üzerinde aydınlatıp onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetişmiş kılma.

 

Bireylerin ergin kişiliğe, belli yaş kümesine, kimi inanç kümelerine girişlerinde yapılan tören."

 

İkinci tanım toplumbilim terimlerine dahil edilmiş TDK'da. Oysa bir engelliye kaç yaşında olursa olsun bu soru soruluyor. Bu soru ya da bunun gibi sorular...

Yani bir engellinin erginlenmiş bir birey olduğu kabullenilmiyor.

Ya da hapse düşmüş bir kişiye her zaman aynı suçu işleyeceği düşünülerek davranılıyor. Aslında o da erginlenmemiş sayılıyor bir bakıma.

 

Eşcinsel birisine kendi cinsinden herkese saldıracakmış gözüyle bakılıyor ya da.

 

Bunların hiçbiri olmasa da herhangi bir şekilde farklı ve anlaşılamamış hissedebiliyoruz işte. Peki, biz ergen miyiz? Neden farklı hissediyoruz kendimizi? Anlaşılamamış... Bu konuyu kendi içimizde sorgulamamız amacıyla kasti olarak burada bırakıp; sadece umudumuzu azaltan bir faktör olarak bakarak; anlaşılmamaktan dolayı azalan umudumuzu nasıl arttırırız, buna bakalım. En azından bende işe yarayan bazı egzersizleri anlatayım sizlere:

 

1. Sabah kalktığınızda serbest yazma yöntemiyle üç sayfa yazın. Serbest yazma yöntemini şöyle açıklayabilirim: kalemi/klavyeyi hiç bırakmadan/kaldırmadan aklımıza gelen her şeyi, cümle kurulumuyla, daha doğrusu gramerle hiç ilgilenmeden yazmak. Aklımıza bir şey gelmediği takdirde en son gelen sözcüğü aklımıza bir şey gelene kadar defaatle yazmaya devam etmek. Bu yöntemi masal anlatma kursunda Judith Lieberman'dan öğrenmiştim. O da Julia Cameron'un yaratıcılığı geliştirmek için yazdığı bir kitabında okuyup uygulamış.

 

2. Eğer hayvanları seviyorsanız birini birkaç dakika sevin. Onlardan korkuyorsanız bir bitkiyi sevebilirsiniz. Şu yaşa geldim, her defasında bir kediyle bir insanın nefes alıp vermesinin ne kadar aynı olduğuna şahit olduğum her anda aynı derecede şaşırırım.

 

2. A: Bir zümreden, kişiden ya da herhangi bir insan topluluğundan, farklı olduğunu düşündüğünüz için hoşlanmadığınızı keşfettiğiniz an onların yanlarına gidin ve sadece DİNLEYİN. Tıpkı bizim gibi, kendiniz gibi güldüğünü ya da şaşırdığını göreceksiniz.

 

Bu durumu çocukken bir kumsalda Hollandalı birisinin gülmesi üzerine keşfetmiş, babama: "Bunlar da bizim gibi gülüyor," demiştim hayretle.

 

2. B: Başka kültürlerin hayvan taklitlerini dinleyin, onların bu hayvanların sesleri üzerine yaptığı çeşitleme yansıma seslerinin hepsinin de isabetli olduğunu göreceksiniz. Sonra belki de benim düşündüğümü düşünür, bu yansımaları insanların gerçeğe bakış açılarıyla paralel görebilirsiniz. Yani bir köpek hem "hav" der hem de "vuf". İki görüşün de gerçeği farklı olmasına rağmen ikisi de doğrudur.

 

3. Bir insanın ya da hayvanın nefesine kendinizinkini uydurun ve öylece oturun. Konuşurken bile karşınızdakinin nefesini dinlemeye ve uyum sağlamaya dikkat edin. Onu daha iyi anladığınızı görebilirsiniz böylece.

 

Şimdilik bu kadar. Bu egzersizleri yazmamın nedeni onları uzun zamandır yapmadığımı fark edip hem kendime, hem de sizlere hatırlatmak istemem. Tıpkı kas gibi, bu egzersizler devamlılık olmazsa işe yaramaz.

 

Kolay gelsin...


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.