Değerli dostlar, 1981 Sakatlar Yılı sonrasında, 1982 yılından 1992 yılına dek 10 yıl boyunca tüm dünya 10 – 16 Mayıs arasını Sakatlar Haftası olarak değerlendirdi. 1992 yılından sonra bu hafta, yerini resmî olarak 3 Aralık Sakatlar Günü’ne bırakmış olsa da, Türkiye gibi bazı ülkelerde hâlen 10 – 16 Mayıs arası Sakatlar Haftası olarak değerlendirilmeye devam ediliyor.
Bu haftanın amacı, engellilik alanında yapılan ve yapılmayan işlerin, çözülmesi gereken sorunların tartışılması ve çözüm yollarının gösterilmesi gibi etkinlikleri gerçekleştirmek. Ancak, 1982 yılından bu yana ülkemizde yaşanan sakatlar haftası etkinliklerinin genelinde bu tür bir yaklaşıma rastlamadığımızı bildirmek gerekiyor. Bu durumun birçok nedeni olabilir ancak, bu nedenler arasında “engellilerin artık tartışmaya değer bir sorununun bulunmadığı” gibi bir nedenin sayılamayacağı çok açık.
Burada engellilerin sorunlarını sayıp dökecek değilim. Ancak, en önemli gördüğüm ve diğer tüm sorunların da kaynağını oluşturan iki başlıktan söz edebilirim.
Bunlardan ilki, evrensel tasarım kavramı.
Üretilen herhangi bir mal veya hizmet, dahası, sergilenen günlük davranışlar bile “normal” (toplumun genelinin sahip olduğu özelliklerin tamamına sahip) kişilerin yararlanabileceği biçimde üretilip sergileniyor. Bu geleneğin aksine, toplumdaki her bireyin yararlanabileceği bir üretim anlayışının adıdır evrensel tasarım.
Biraz düşündüğünüzde siz de farkına varacaksınız ki, çevremizde gördüğümüz her şey tüm engel grupları dikkate alınarak tasarlanmış olsa, bu güne dek “engelli” olduğu için çeşitli işlerini yapabilmelerine yardım ettiğiniz insanlar, artık sizin yardımınız olmadan yaşayabilir duruma gelecekler. Böyle bir dünyada siz o insanlar için “engelli”, “sakat”, “özürlü” gibi kavramları kullanmak zorunda bile kalmayacaksınız belki. Aslında bu açıdan baktığımızda, “engelli” kavramının da yanlış olduğunu, doğrusunun “engellenen” gibi bir kelime olacağını söyleyebiliriz. Evet, normal insanlar için düzenlenen bir dünya tarafından engellenen insanlarız biz.
İşe nereden başlamalı? Her olayda olduğu gibi, işe kendimizden başlamazsak bir adım bile ilerleyemeyiz. Örneğin, kendi evinizi yaparken bile binanın merdivenlerine rampa veya asansör gibi alternatifler yapmayı düşünmüyorsunuz. “Üç katlı bir binaya asansör gerekmez” diyorsunuz. O binaya bir gün her hangi bir nedenle bir engelli, hasta veya yaşlı insanın gelebileceğini unutuyorsunuz. Tabii ki tanrı korusun ama o insan siz bile olabilirsiniz.
Yeri gelmişken, trafik ışıklarından da söz edelim. Belediyelerimiz talep olduğunda, istenilen bir cadde veya kavşaktaki trafik ışığını sesli hale getirebiliyor, teşekkür ederiz. Ama tüm trafik ışıkları yerleştirilirken sesli olarak yerleştirilse ve herhangi bir talebe gerek bırakılmasa olmaz mı?
İkinci konu, farkındalık.
Çevremizde engellilerin de yaşadığını bir türlü benimseyemiyoruz. Bir engelli gördüğümüzde, birçoğumuz ilk kez görmüş gibi şaşırıyoruz. Onlara nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Bir görme engelliyi bastonunun ucundan tutarak yönlendiriyor veya kravatını çekerek götürmeye çalışıyoruz, onunla sanki az işitiyormuş gibi, bağıra bağıra konuşuyoruz. Bir ortopedik engelliyi kendisine sormadan, kucağımıza alıp taşımaya çalışıyoruz. … Tüm bunların nedeni, toplumda engellilerin de var olduğu ve onların nasıl yaşadıkları konusunda bir farkındalık yaratılamamış olması. Bu tabii ki engelli örgütlerinin ve kamu yönetiminin ilgilenmesi gereken bir konu. Öncelikle engelli örgütleri, gelir getirici etkinliklerini bile düzenlerken bu konuyu dikkate almak zorunda olduklarını unutmamalıdır.
Sorun çok, söylenecek sözümüz çok, ama çok konuşmak yerine çok iş yapmak gerek diyor, hepinize saygılar sunuyorum.