Toplam Okunma 0

İnsanlar neden öpüşür?

Bu soruya verilecek bilimsel ve bilimsel olmayan bir sürü yanıt var. Bu soruyu sormayı aklıma getirmem oldukça tuhaf bir şekilde oldu. Bir psikoloğa gitmeye karar vermiştim o gün. İlk gün, psikoloğum: “Seni öpebilir miyim?” diye sorduğunda, ne yalan söyleyeyim, oldukça şaşırmıştım. Ben yakın teması sevmem. Hatta “mümkün olsa da isteğim dışında hiç temas olmasa,” diye umarım.

Psikolog beni öpüp öpemeyeceğini sorduğunda: “adab-ı muaşeret kurallarına göre hayır diyebilir miyim sanki, üstelik bu, yani ilk hayırım hiç de iyi bir izlenim vermez,” diye düşünüp istemeye istemeye de olsa izin vermiştim. Beni öptüğünde rahatsız olmadığımı fark edince de diğer seanslarda da öpmesine rahatlıkla izin verdim. Birkaç seans böyle sürmüştü; ama bir yandan da düşünüyordum. “Yahu bu kadın neden öpmeye bu kadar önem veriyor?” Üstelik, tuhaf; ama beni öptüğünde şarapmışım gibi hissediyordum. Bir yudum alınıp nasıl olduğu tahlil edilen bir şarap gibi… Ona da neden her defasında izin alarak öptüğünü sormaya da bir türlü cesaret edemiyordum doğrusunu isterseniz.

Bir gün geldi ve ben artık dayanamadım. Kendi kendimi: “Ben buraya terapiye gelmedim mi? Ne istersem söyleyip ne istersem soramaz mıyım kendim hakkında,” diyerek ikna edip psikoloğuma şöyle  bir tespitle karışık bir soru yönelttim:

“Belki biraz saçma bir tespit olacak; ama siz birisini öperken sanki onun ruh halinin tadına bakmaya ya da koklamaya çalışıyorsunuz… Kendimi resmen bir şarapmışım gibi hissediyorum. Her seansta da bu izni almanız beni tespitimde haklı olduğuma inandırmaya yaklaştırdı… Az da olsa bu tespitimde bir haklılık payı var mı?” Cevabı benim haklı olduğumu gösteren, böyle düşünmeye ne zaman başladığına dair bir anısını içeriyordu. İşte ondan sonra, yani bu cevaptan sonra, yavaş yavaş, benim çoktan var olan projemin adı/sloganı belirlenmiş oldu.

Ö/P

Yani Önyargılarını Parçalayanlar…

Tuhaf bir şey, ne olduğuna karar veremediğim bir dernek/vakıf ya da ne bileyim, bir oluşum yaratmayı hayal ediyorum kaç zamandır. Aslında, böyle bir oluşumun yaratılmasını hayal ediyorum demek daha doğru olacaktır. Öpüşmek nasıl insanların birbirlerine yaklaşmayı sağlıyorsa, insanların birbirlerine yaklaşması da onların birbirleri hakkında önyargılarını ellerinden geldiği kadar parçalamayı sağlıyor. Einstein’in meşhur sözünü hepimiz biliriz. İşte bunları bir araya toparlayarak oluşumun sloganını, misyonunu; dolayısıyla adını oluşturan bir çatı hayal ettim.

Bu oluşumun temelini oluşturan fikrimi birçok yerde paylaşmıştım aslında; ama tasarının tümüyle oluşması, fikri açıkladığım zamandan çok sonra gerçekleşti. Aslında hiçbir fikrin orijinal olduğuna inanmıyorum. Onun için bu fikir de orijinal değil. Bir fikir için önemli olan şey o fikrin orijinal olması değildir bence. Çoğu kişi böyle düşünür gerçi ama… Bence bir fikrin önemli olması için o fikrin işlevsel olması en önemli şarttır. İşlevsel ve uygulanması kolay. İşte ben de kendi fikrimin işlevsel olduğunu savunuyorum.

Fikrimi tam olarak açıklamadan önce öpmek ve önyargıları parçalamak hakkındaki kurduğum bağlantıyı açayım: Birisini neden öpmek istersin? Ona yakın olmak, yaklaşmak istersin çünkü. Bu iş bu kadar basittir. Hatta bence öpüp koklamak tabiri, yani öpmekle koklamanın yan yana söylenmesi, bu iki fiilin birbirlerinden ayrılamamasının da bir anlamı var. Genelde en doğrudan izlenimler koklayarak alınır çünkü. Birisini de en iyi onu öperken koklayabilirsin. Yani birisine yaklaşarak onun hakkında fikir sahibi olursun ve hakkında fikir sahibi olduğun kişiyi de anlamaya yaklaşırsın. İşte bu cümleden sonra fikrin ütopik ve gerçekçi tarafları birbirine karışıyor.

Yoğun bir günün ardından evime yaklaşıyorken şu an hatırlamadığım bir üniversite öğrencisi yanıma yaklaştı ve bana çocuklar ve engelliler ile ilgili bir sosyal sorumluluk projesi yapmaya karar verdiğini; ama aklına hiçbir şey gelmediğini söyledi ve benden fikir istedi. Benim de ilk aklıma gelen, çocukların engellilerle vakit geçirmesi oldu; ama bu öyle bir şekilde yapılacaktı ki, bu kez engelli bireyler çocuklara bir şeyler öğretecekti. Bir kör satranç öğretecekti mesela. Ya da bir tekerlekli sandalye kullanıcısı matematik öğretecekti. Bir işitme engelliyle birlikte resim yapacaklardı… Bu epey genişletilebilir bir şeydi. Böylece çocuklara engellilerin sadece alan bireyler olmadığı, uygulamalı bir şekilde gösterilecekti. Önyargılar belki de başlamadan parçalanacaktı. Bu fikrimi bir kerecik uygulama fırsatı da buldum. O kadar değerli bir deneyimdi ki, onu da birçok yerde anlatmışımdır. Şimdi burada da birazcık anlatmak istiyorum:

Okul öncesi çocuklara Braille masal ve tekerleme okumaya gitmiştik. Çocuklara kendimi tanıtırken: Ben kitap okumayı çok seviyorum, siz? Şarkı söylemeyi de… Peki siz…” Bunun gibi birkaç şey sorduğumda herkes olumlu cevaplamıştı; ama dans etmeyi sevdiğimi söyleyince, bir kısmı “evet,” derken bir kısmı da “hayır,” demişti. Bu “hayır,” diyen çocuklar erkekti ve erkeklerin dans etmeyeceğini savunuyorlardı. İşte o an keşke burayı, yani orayı bir balet ya da erkek dansçı ziyaret etse, diye düşündüm. Onlara baletlerden bahsetsem de yeterince ikna edebildiğimi sanmıyordum çünkü. Her şeye rağmen, görmeme kavramı, fikri… hakkında iyi bir izlenim verebildiğimizi düşünüyorum.

Bu deneyimden sonra Yaşayan Kütüphane fikriyle karşılaştım ve fikrimi biraz daha kendi içimde geliştirdim. Aslında Yaşayan Kütüphane, benim fikrimin bir nebze daralmış, başka bir açıdan da epey geniş kapsamlı versiyonuydu. Onlar sadece engellilerle çalışmıyorlardı; ama sadece soru-cevap şeklinde çalışıyorlardı. Görme engelli kitap olarak; yani görmeyenler hakkında soru sorulması için başvurulan kişi olarak oraya katıldığımda, cevap verdiğim şeyle ilgili, o konuyu konuşmamızdan beş dakika sonra aynı hatayı bizzat yapan bir insana rastlamıştım mesela. Onu kendisine söylediğimde, durumu fark etmiş gibi yapmıştı; ama bundan pek emin değilim açıkçası. Zaten ben baştan beri bu önyargı parçalama çalışmasının yetişkinler üzerinde pek bir işe yaramadığını savunuyordum o zamanlar.  Oysa şimdi, soru-cevap yöntemi dışında, önyargı beslenilen kişiyle vakit geçirilip ondan bir şey öğrenilince, belki de sadece bir arada olabilecekleri bir ortam sağlandığında bile bu önyargıların parçalanmasa da çatlayabileceğini, bu çatlaklardan da filizler fırlayacağını, bu filizlerin köklerindeki iyi huylu asitle, yavaş yavaş bu önyargı duvarının parçalanabileceğini umuyor ve buna inanıyorum.

Peki o zaman neden en yakınlarımızın bile önyargıları bazen parçalanamazmış gibi geliyor bize? Madem yavaş yavaş çatlıyor bu duvarlar, madem filizler yavaş yavaş bu çatlaklardan çıkıyor, neden pek bir şey değişmiyor? Belki de bunu sağlayacak, duvarların parçalanmasını hızlandıracak bilinçli dokunuşlara ve bunun için zaman ve emek harcamaya, bunu da daha doğru yerde ve zamanda yapmaya ihtiyaç vardır.

İşte tam bunun için de yarı ütopik, yarı gerçekçi; ama kesinlikle işlevsel olduğunu düşündüğüm bir fikrim var. Bu fikrimin ayrıntılarını vermeden önce, yazarken bile kendi kendime “hadi kızım oradan, böyle şeyler hiç burada uygulanır mı, git işine,” dediğimi, buna rağmen bu cümleleri sarf ettiğimi bilmenizi isterim.

Bahsettiğim oluşumda insanların neye karşı önyargıları olduklarını belirleyen küçük testler yapılacak. Bu testler insanların istekleri dahilinde ve belki de önyargıdan kaynaklanan cezalarda devlet yönlendirmesiyle yapılacak. Yani aslında birçok vesileyle olabilir. Kişi kendisi de söyleyebilir zaten. Bu testler o kadar da gerekli olmayabilir. Nihayetinde Yaşayan Kütüphane’ye insanlar kendi istekleriyle geliyordu. Tabii bu testler ve kişinin özel istekleri sonrasında kişileri, önyargıları olan konuda önyargılarını giderebilecekleri kimselerle karşılaştırmak ve onlarla nitelikli vakit geçirmelerini sağlamak gerekecek. Bunu da o oluşum sağlayacak. İşte ondan sonra insanlar ÖP sayesinde önyargılarına daha gerçekçi bir şekilde yaklaşacaklar. Bunun için de öncelik, yani yatırım yapılacak kişiler çocuklar olacak.

Aslında bu fikrimi çok ayrıntılı bir biçimde sunmam mümkün; ama biraz daha düşündüğümde, bu fikrin işlevselliğinden hiç kuşkum olmasa da uygulanabilirliğinden ciddi şüphelerim olduğunu görüyorum. Bir kere böyle bir şey neden uygulamak istensin? Hele kasti bir şekilde önyargıların yaratıldığı bir devirde.

İkincisi de; insanlar bunun için bu kadar çaba harcarlar mı acaba? Bunu isterler mi gerçekten? Bir engelli hakkındaki önyargılar onların işine geliyor bana sorarsanız. Kendilerini sağlam hissetmek, tüm mutsuzluklarına rağmen sağlam olduklarına şükretmek onlara takviye sağlarken; neden böyle bir şeyin ellerinden alınmasını istesinler? Sevap kavramlarını neden güncellemek istesinler mesela? Ya da bir Yahudi, onların bir yere nefret kusma ihtiyaçlarını karşılayan bir nesneyken; neden insanlar bu doğal nefret etme haklarından feragat etmek istesinler?

Ya da bir eşcinsel, onların normallik ve olması gereken kavramlarını kirletip mantıklarını tersyüz ederken kuşlar ve arılar fikriyle başlayan, çiftleşmekle üremek arasındaki kurduğu bağlantıyı bozan bu mantıksızlık hakkındaki fikirlerini neden güncellemeye çalışsınlar? Neden kafalarını boş yere bulandırsınlar yahu?

Son olarak; bu yazıyı yazarken gerçekten çok zorlandığımı söylemek istiyorum. Neyi yazmam gerekir? Ne çok saçma olur? Ya da hangi cümle hayalperestlikten öteye gitmiyor… bunları tespit ederken çok zorlandım. Belki bir sonraki yazımda fikrimi daha ayrıntılı yazarım. Neden yazmayayım ki? Yazılmış birçok ütopya ve distopya bu tür fikirlerin cesaretle aktarılmış olması sayesinde yazılmadı mı?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.