Toplam Okunma 0

Yıllar içinde bir sürü bastonum oldu. Hepsi de birbirine benziyordu doğrusu; ama bu biraz daha farklı diğerlerinden. Onu farklılaştıran şey sadece bir bisiklet zilinin sapına takılı olması değil. Evet, o da bu farklılığın nedenleri arasında; ama tek neden bu değil. Onun, tam beş yıl dayandığından dolayı eskimişliği bunun asıl sebebi... E tabii üzerinde bir sürü hatırayı, izi barındırıyor olması da...

Bu bastonun beş yıl dayanmasının sebebi, bastonun kırılacak kadar darbe alacağını anlar anlamaz hemen bırakmayı öğrenmiş olmam. Bir araba ezdi diyelim... Eskiden ben de anlamsız bir kuvvet uygular, bastonu arabanın altından çekmeye çalışırdım. Böyle olunca da kırılırdı doğal olarak... Oysa şimdi, bir kuvvetle karşılaştığında hemen onu bırakıp yabancı kuvvetin geçmesini bekliyorum; ya da o şeyden nasıl kurtulabileceğimi araştırıyorum. Uzaktan... Herhangi bir gereksiz kuvvet uygulamadan... Dolayısıyla da beş yıldır kırılmadan kaldı işte...

Aslında, bastonlarıma teker teker isimler koyuyor olsam da; hepsini aynı derecede benimsediğimi, hepsine aynı kişilikler verdiğimi fark ettim. Bunun sebebi de; muhtemelen hayal gücü eksikliği… Bastonlar benimle konuşmuyor çünkü ve ben de sadece isimleri değiştirmekle yetinip; bastona atadığım kişiliği bir sonrakine kopyalayıp yapıştırıveriyorum. Bir nevi şablon çiziyorum kendime.

Hayatımızdaki birçok şeyde de böyle yapmıyor muyuz? Yani hayatlarımız şablonlarla dolu birer dosya değil mi? Sevgili şablonu, koca/karı şablonu, kardeş, arkadaş şablonları...

Shakespeare de demiyor mu, "Beğendiğiniz bedenlere hayal ettiğiniz ruhları koyup aşk sanıyorsunuz," diye? Sadece aşk sanmıyoruz be Shakespeare Amca...

Her neyse... Bastonumu, en çok, iki yaşında bir çocuğa at olduğu zamanlar sevdim...

Annemin baktığı küçük bir çocuk vardı. Onunla bastonu oyuncak yaparak oynadığımız bir oyundu atçılık. Bastonu iki bacağımızın arasına alıp at koşması ve kişneme sesi çıkartarak evin içinde dört dönerdik.

Onun boyuna kadar çömelirdim bunu yaparken. Bazen o öne geçerdi bazen ben geçerdim; ama hep bendim efektleri yapan. Gerçi "dıgıdık" sesini o da yapardı; ama kişneme sesini hep bana yaptırırdı. Sonra da o tanımsız, en odun insanın bile içini hoş eden çocuk kahkahalarından atardı kişnediğimde. Ne zaman okuldan eve dönsem; bastonumu alıp bacaklarının arasına sokarak: "hadi... Dıgıdık dıgıdık..." derdi. O da bu oyunu benim kadar severdi...

Ben bu oyunu bastonu ilk elime aldığımda oynamaya başlamıştım. Küçücükken; dayımın bana ABD'den gönderdiği bastonla... O zaman sadece atçılık oynamak için kullandığım bir şeydi baston. Ailemle giderdim her yere. Bastonu nasıl kullanacağını kimse bilmezdi ki bana öğretsin...

Ben bastonla önce bilinmez yerlere, belki de sadece benim uydurduğum ütopyalara gittim. O kanlı canlı bir attı o zamanlar. Bir demir parçası değil...

Sonra bir çocukla yaptım bunu. Şimdi de bir baston o benim için, bilinmez yerlere gittiğim...

Ama başka bir şekilde yapıyorum şimdi bunu. Metal ve lastikten oluşmuş bir nesne olduğunu kabul ederek...

Belki de içimde bir yerlerde o benim her zaman atım olarak kalıyordur. Her elime alışımda içimden: "Haydi dostum!" dememin nedeni belki de budur.

Atları çok seven biri olarak; çok sevdiğim bir şeyle başka sevdiğim bir şeyi birleştirip üst üste iki şablon oluşturmuşumdur belki de...


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.