Toplam Okunma 0

Ölüm nedir? Bize ne kadar yakındır? Bu soruyu bugüne kadar kendime hiç sormamıştım. Fakat sorunun cevabı, davetsiz ve uğursuz bir misafir gibi buldu bizi. Her ölüm erkendir belki ama bu kadar alçakça değildir. Ölüm bizleri, beklenmedik anda, beklenmedik şekilde bulur. Ama beklenmedik zamanda bulmaz. Çünkü biliriz ki emeği, onuru, özgürlüğü ve insana dair güzel olan ne varsa onun için mücadele edenleri, ölüm erken bulur. İstemezler acıyla yoğrulmuş topraklarda umut yeşersin. İstemezler yârin yanağından gayrı her yerde, her zaman, hep beraber diyebilme  mutluluğunu Bedreddin’ce yaşayabilmemizi.
Tarlalar orta malı, kanallarda su. Ne kuraklık ne jandarma korkusu. İstemezler, Nazımca düşlememizi geleceği. İsterler ki, insanlar ölesiye kar ettirsin onlara. İsterler ki, koskoca bir coğrafya orta çağ karanlığında cehalet içerisinde inim inim inlesin. İsterler ki, sömürdükleri insanlar ölesiye itaat etsin kendilerine. İsterler ki, farklı olan herkes kendilerine köle olsun ya da yaşamasın. İşte bunun için insanları açlık korkusuyla madenlerde, inşaatlarda ilkel şartlarda çalıştırıp katlederler. Bunun için Agop’a düşman ederler Ahmet’i.  Bunun için ayırırlar bağlamayla  duduğu. Bunun için vururlar kardeşliğimizi güvercin tedirginliğinde. Bunun için, yağmalatırlar Hüseyin’in  dükkânını Hasan’a.  Bunun için vurdururlar, Mazlum’u
Mehmet’e. Bundan öldürtürler anneyi oğula. Bunun için, daha açılmadan kopartırlar Güldünyaları. Böyle bir rezil sistem öldürtür iş bulamadığı için  tekerlekli sandalyesiyle geri dönüşüm işçiliği yapmak zorunda kalan yürüme engelli Nevzat Yavuzer’i. Böyle bir utanç
toplumunda babası tarafından öldürülür Ahmet Yıldız sırf eşcinsel olduğu için. Bu yaşama mecbur muyuz peki? Tabii ki değiliz. O nedenle, bu zulüm çarkına mecbur olmadığını bilen ve mücadele eden insanları en vahşi ölümlere mahkûm ederler. O gün on binlerce güzel yürek, on binlerce can on binlerce insan; daha güzel bir dünya için, ölmemek, öldürmemek için, insanlığın yerlerde sürüklenmemesi, yaşamını yitirmiş insanların naaşına saygısızlık yapılmaması için vurulmasın diye çocuklar ekmek almaya giderken, tuttular Ankara’nın yolunu. Yalnız değillerdi elbet yoldaşça kucaklaşmanın, doğayı ve insanlığı savunmanın onuru, insan gülüşleri ve halayları da onlarla beraber gelmişti alana. Ben de aynı umut ve coşkuyla yola çıkmış, sevgili İsmail Kızılçay’ı aramıştım. Bilemezdim ki 5 dakika sonra, can yoldaşımın güzel sesini bir daha duyamayacağım! Araç alana girmediği için, miting alanının yakınında bir yerde inip arkadaşlarımı aradım. Arkadaşım beklememi, beni
alacağını söyledi. Telefonu kapattım, 1 dakika sonra iki büyük patlama duydum. Alana girmeye çalıştım, mümkün olmadı. Dakikalar geçtikçe, nefes almak daha da zorlaşıyor, yaşadığın için utanır hale geliyorsun. Tek amaçları barış istemek olan insanlar parça parça ediliyor. Ölüm ve yaralanma haberleri, peş peşe yayılıyor. Babamın yaralandığını öğreniyorum ilk önce. Sonrasında, o acı ölüm haberleri. Hangi ölüme üzüleceğini bilememek ve hayatta kalmanın ağır boşluğu. O gün, tüm arkadaşlarıma  olduğu gibi İsmail abiye de akşama kadar ulaşmaya çalışıyor ulaşamıyorum. Akşam, acı haberini alıyorum. Onunla birlikte, sevgili yoldaşım, Serdar Benden haber alınamadığını öğreniyorum. Günler sonra, Serdar’ın naaşı  DNA testiyle teşhis edilebiliyor. Evet, Serdar’ın o maviş gülüşünü, İsmail abinin o içtenliğini, fiilen yaşayamayacağız. İsmail abi, buradaki yazılarımı okuyup herkese
reklamını yapamayacak. O 106 canımızla halay çekip, slogan atamayacak ve gülüşemeyeceğiz. Ama onlar daima bizimle olacaklar. Uğruna canlarını feda ettikleri, insanlığın kurtuluş  mücadelesinde onlara layık olmaya çalışacağız.  Biliyoruz ki, bu alçak saldırıyı yılmamız, korkmamız ve sokaklardan ayağımızı çekmemiz için yaptılar.
Fakat bu hamleleri, yıllardır deneyip başarılı olamadıkları ve olamayacakları  kara lekelerden biri olarak kalacak. Kanlı gözdağı verme aptallıklarının kötü bir örneği olmaktan da öteye  gidemeyecek. Ülkenin, tüm meydanları bizimdir. Öle öle kazandık o meydanları.
Yıllarca, Taksim’i kana buladılar, biz kendimize ait olandan vaz mı geçtik? O alanı, milyonlar olup yine özgürleştirdik. Evet, 106 canımızı aramızdan aldılar. Hem de vahşice, alçakça. Başarılı olabildiler mi? Hayır. Yine binlerce kişi olup, Gar Meydanı’nı doldurduk. Hem de katliamın ertesi günü. Yaşamı, hayal edemeyeceğiniz kadar çok seviyoruz. Ama insanlığı ondan da fazla. Bunu sizin, ufak çıkarların esiri olmuş, cenazelere bile saygısızlık yapacak kadar alçalan; kendine, insanlığına yabancılaşmış kişilikleriniz anlamaz. O yüzden anlamlandıramıyorsunuz, katliam alanında insanların neden kaçmayıp, birbirleriyle dayanıştığını, cenazelerin önünde set olup, biber gazlarına göğüs gerdiğini.  Biz doğayı, yaşamı, geleceği ve onuru savunuyoruz. Sizler ise: sömürünün, zulmün, çürümenin temsilcilerisiniz. Kaybedeceksiniz, bunu bildiğiniz için korkaklaşıyor korktukça zalimleşiyorsunuz. Fakat siz de çok iyi biliyorsunuz ki, kaybedeceksiniz. Biz kazanacağız, hakların kardeşliği ve emeğin onuru kazanacak. Biz kazanacağız, biz kazanacağız biz kazanacağız. Sözlerimi, kavganın şairi Adnan Yücel’in dizeleriyle sonlandırıyorum.
Saraylar, saltanatlar çöker.
Kan susar bir gün, zulüm biter.
Menekşeler de açılır üstümüzde, leylaklar da güler.
Bu günlerden geriye bir yarına gidenler kalır,
Bir de yarınlar için direnenler.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.