Toplam Okunma 0
Görselde, açık gri bir zemin üzerinde duran, mavi ve kırmızı renkte insan figürleri yer alıyor. On iki adet mavi figür, daire şeklinde bir araya gelmiş ve birbirlerine dönük duruyor. Bu mavi figürlerin dışında, dairenin sol alt kısmında tek başına duran kırmızı bir insan figürü bulunuyor.

“Zorbalığın normu sessizliktir” diyor, Psikanalist Su Polat. Ve şöyle devam ediyor: Grup, nefret objesini sessizlik içinde bırakıp onu dışlar. Bazen zorbalığa uğrayan çocuk konuyla ilgili bir yetişkine başvursa da yetişkin eyleme geçmez ve “Başka” olma rolünü üstlenmez. Bu gibi durumlarda, çocuğun sözü adeta iptal edilmiştir. [1]

 

Uzun süredir aklımda engellilere yönelik ayrımcılık ve kötü muamelenin sessiz tanıklarını yazmak vardı. Su Polat’ın ‘Akran Zorbalığı ve Toplumsal Zorbalık’ adlı yazısından alıntıladığım bu paragraf, içime batmış kıymıkları yerinden oynattı adeta. Gerek benim maruz kaldığım gerekse engelli çocukların maruz kaldığı sağlamcılığa karşı çıktığımda ve bunu anlatmaya çalıştığımda, diğerlerinin eylemsizliği veya sessizliği beni daha çok üzüyor.

 

Sağlamcılık; belli bir normu “sağlam” kabul eden ve bu normun dışında kalanları bozuk, düzeltilmesi gereken insanlar olarak gören ayrımcı bir ideolojidir. Engellilere yönelik ayrımcılıklar, fiziksel ve psikolojik şiddetler bu ideolojiden beslenir. Engellilerin deneyimlerini, ihtiyaçlarını yok sayar. Engellilerin varoluşunu kendi varoluşlarından daha aşağı konumlandırır.

 

Tıpkı zorbalıkta olduğu gibi sağlamcılıkta da “sessiz tanıklar” vardır.

 

Bu sessizlik nedenleri değişkenlik gösterebilir:

 

  • Grubun onayını kaybetme korkusu.
  • Sosyal uyum.
  • Sağlamcılığı savunanların çoğunlukta ve ‘güçlü’ konumda olması.
  • Suç ortaklığı.
  • Rahatını bozmak istememesi.
  • Kendi çıkarını gözetmesi.
  • Sağlamcı davranışlar hakkında bilgisizlik.
  • Bir şey değişmez düşüncesi....

 

Tüm bu nedenler ortak bir sonuç doğurur: Adaletsizlik karşısında sessizlik!

Bireyler veya gruplar haksız, eşitsiz veya etik dışı bir duruma tanık olsalar bile seslerini çıkarmaz, müdahale etmez veya durumu eleştirmez.

 

Hem otistik özne hem de engelli öğrencilerle çalışan öğretmen olarak kendi gözlem ve deneyimlerimden, sessiz tanıklardan ilk sırayı “suç ortaklığı” alır sanırım.

 

Suç ortaklığı öyle bir boyuta ulaşır ki bazen sağlamcı gruba karşı en temel eğitim hakkını, güvenlik hakkını, erişilebilirlik hakkını savunmak bile kişi ya da grupların saldırısına yol açabilir.

 

Bu, sağlamcılığın en çarpıcı ve kabul edilemez tezahürlerinden biridir.

 

Hakikat ya reddedilir ya da etrafından dolaşılır. 

 

Ama hakikat tüm ağırlığıyla ortadadır.

 

Sağlamcı görüşlere karşı çıkmanın bu gibi sosyal sonuçlarından çekinen insanlar sessiz kalabilir. Bu sessizlik kişilerin kendi sosyal ilişkilerini korumak ve gruptan dışlanmamak için suça ortak olmaları demektir.

 

Sessizlik sağlamcı ideolojinin yayılmasına ve normalleştirilmesine zemin hazırlar.

 

Sebebi ne olursa olsun sonuç olarak bu sessizlik sarmalına alınan engellinin “sözü iptal edilir”.

 

Bazen bu “sessizlik” çeşitli savunma mekanizmalarıyla kendini gösterir. Zira ortada apaçık bir adaletsizlik vardır ve bu yanlışa “yanlış” deme cesaretini gösteremeyenler, kendine ait bu sorumluluğu savuşturmanın bir yolunu arar. İnsanın kendi “kötü” tarafını kabullenmesi zordur. Ancak, olumlu anlamda değişenler ve değişim yaratanlar kendisiyle yüzleşip sorumluluk alabilenlerdir.

Konu engelli çocuklar olduğunda ise çoğu zaman “çocuk hakları” âdeta rafa kaldırılır. Çocuk üzerinde fiziksel ve psikolojik güç sağlama girişimi “kötü muamele veya işkence” olarak görülmez; aksine bir “davranış değiştirme yöntemi” olarak savunulur. Bunun altında yatan temel düşünce, çocuğu “düzeltme” terbiye etme’ gibi sağlamcı düşüncelere dayanır. Çocuk düşmanlığının yaygın olduğu toplumlarda hem çocuk hem engelli olma kesişimselliği ile maruz kalınan kötü muamele katlanarak artar. Hele ki bu çocuk zihinsel engelli veya otistik bir çocuksa …..

 

Bunun en acı verici örneklerinden biri:

 

Bir özel eğitimci, özel eğitim sorunları için düzenlenen bir sendika toplantısında otistik öğrencisine “oturma beceresini kazandırmak” için sandalyeye iple bağladığını, bunu neden yaptığını aileye de anlattığını ve ailenin de anlayış gösterdiğini anlatmıştı. Bu kötü muamelenin maalesef “çocuğun iyiliğine” “eğitim” adı altında nasıl kanıksandığını ve kanıksatıldığını ortaya koyuyor.

Engelli çocukların maruz kaldığı ve çoğunluk tarafından kanıksanan kötü muamele ve işkence olarak söyleyebileceğimiz davranışlardan bazıları ise şunlar: 

 

Çocuğa öğle yemeğini vermeyerek çocuğu “cezalandırmak” veya çocuğa “Böyle yaparsan sana yemek vermem” diye tehdit etmek.

 

Çocuğa hakaret etmek, bağırmak, itmek, çekiştirmek.

 

Çocukla alay etmek, damgalamak ve dışlamak.

 

Çocuğa fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak. (Üzerine yürümek, vurmak, tenini sıkıştırmak, korkutmak, manipüle etmek…)

 

Duyusal hassasiyeti olan çocuğa duyusal erişilebilirlik sağlamamak veya bu hassasiyetleri kullanarak istediğini yaptırmaya çalışmak.

 

Bu türden kabul edilemez uygulamalar, herhangi bir insana uygulanamayacağı gibi engelli bir çocuğa hiç uygulanamaz.

 

Her eğitimci, engelli öğrencisinin destek ihtiyacına yönelik nitelikli ve kapsayıcı eğitim vermek zorundadır ve bu engelli öğrencilerle çalışan her branş için geçerlidir.

 

“Bu çocukların durumu belli”, “Filozof mu olacaklar sanki?”, “Boşuna uğraşma”, “Fakülte mi burası, ders anlatıyorsun?” gibi sağlamcı söylemler, engellilerin potansiyellerini ve öğrenme kapasitelerini en baştan sınırlar. “Bu çocukların durumu belli” ifadesi, sanki tüm engelliler aynıymış ve hiçbir gelişim gösteremezlermiş gibi yanlış bir genellemeye yol açar. “Filozof mu olacaklar sanki?” ve “Boşuna uğraşma” gibi ifadeler, engelli öğrencilerin yüksek hedefler belirleme ve akademik başarı elde etme haklarını yok sayar. “Fakülte mi burası, ders anlatıyorsun?” şeklindeki küçümseyici yaklaşım ise engelli öğrencilerin nitelikli eğitime erişimini sorgular ve onları düşük beklentilere mahkum eder. Bu türden söylemlerin en somut ve acı sonucu, engelli çocukların eğitim hakkının elinden alınmasıdır. Onların öğrenme süreçlerine ket vurulur, potansiyelleri keşfedilemez ve toplumsal hayata eşit katılımları baştan engellenir. Unutulmamalıdır ki, hiçbir insanın eğitim hakkı elinden alınamaz ve bu durum engelli çocuklar için de aynı şekilde geçerlidir. Bu, açık bir suçtur!

 

Sağlamcılıkla mücadele ederken bu ideolojinin eğitim camiasındaki görünür ve görünmez tezahürlerini tanımak önemlidir. Eğitimcilerin kendi ön yargılarının farkında olmaları, engelliliğe yönelik olumlu ve kapsayıcı bir bakış açısı geliştirmeleri hayati bir önem taşır. Eğitim fakültelerinde sağlamcılık karşıtı bir müfredatın oluşturulması, hizmet içi eğitimlerle öğretmenlerin bu konuda bilinçlendirilmesi ve kapsayıcı okul ortamlarının hayata geçirilmesi gereklidir.

 

Sağlamcılığa geçit vermemek için net bir şekilde “Yapamazsın!” demeye ihtiyacımız var! Grup onayının kaybından, sosyal ilişkilerinizin bozulmasından, sevilmemekten korkmayın! Çünkü hangi arkadaşlık hangi sevgi hangi onay insanların onurlu bir yaşam sürme hakkını savunmaktan daha değerli olabilir ki? Bu nedenle, sessizliği bozmak, adaletsizliğe karşı ses çıkarmak ve sağlamcı ideolojinin karşısında durmak hepimizin sorumluluğudur. Ancak bu sayede, engellilerin eşit ve onurlu bir şekilde var olabileceği, haklarının gasp edilmediği bir toplum inşa edebiliriz. Unutmayalım ki, en güçlü değişimler çoğu zaman tek bir cesur sesle başlar. O ses neden bizim sesimiz olmasın?

 

KAYNAKÇA:

 

  1. https://www.psysupolat.com/post/akran-zorbal%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ve-toplumsal-zorbal%C4%B1k#:~:text=Zorbal%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%20normu%20sessizliktir.,%C3%A7ocu%C4%9Fun%20s%C3%B6z%C3%BC%20adeta%20iptal%20edilmi%C5%9Ftir.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.