Açılın! Mutluluğun resmini çizmeye geldim.
Geçen ay beşincisi gerçekleşen "Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali"nin ardından, tamamen kendi kişisel izlenimlerimi ve öznel değerlendirmelerimi anlatmaya karar verdim. Bu, tanıtıcı bir yazı olmayacak; ister istemez pek çok şey eksik kalacak. Fazlasını isteyenler için, "Keşke gelseydiniz" demekle yetineceğim.
Festivale ilk kez katılmış biri olarak, daha önce festivalde hiç bulunmamış olanlara birkaç şey söylemek istiyorum öncelikle. Bundan önceki festivallerden de haberim olmuştu ama çeşitli gerekçelerle katılmamıştım. Aslında geçen sene niyetlenmiştim ama sanki tek başına gitme yasağı varmış gibi, bir arkadaşa söylemiştim "Gidelim diye; o da, "Ya gideriz istiyorsan" gibi pek de hevesli olmayan bir tutumla yaklaşınca, ben de ısrar etmemiştim. Hem pek bilmediğim bir şey de yoktu; her tür bilgiye istenirse internetten falan kolaylıkla ulaşılabilen bir ortamda, bir iki yeni şey öğreneceğim diye kalkıp o kadar yolu gitmeye gerek var mıydı? Geçmiş festivallerin ardından, "Şu vardı, bu vardı, şöyle kaçırdınız, böyle kaçırdınız" şeklindeki yazıları da okumuştum çeşitli mecralarda, ve pek de etkilenmemiştim açıkçası; ya da öyle olmasını istemiştim. Bu yıl festival tarihi yaklaşırken içimde yeniden beliren merak ve isteği görmezden gelmedim bu sefer. Bir de festivale, çok kıymetli dergimizin bir temsilcisi olarak katılmanın hazzı var ki onu tarif etmem imkansız.
İki günlük saadet sürecim, kampüsten içeri adım atar atmaz, sağ tarafımdaki hoparlörden gelen şu sesle başladı: "Boğaziçi Üniversitesi'ne hoşgeldiniz, festival alanına ulaşmak için, ikinci anonsu duyana dek kılavuz çizgileri takip ediniz" Pek çok şey gibi mutluluk da bu kadar kolaydı aslında; bomboş yolda sırıtarak yürüyordum işte.
Bir süre sonra, baston şarkıları eşliğindeki yürüyüşe eklentilendim bir yerinden. Hemen önümde çok tanıdık bir ses yanındakine "Meral geldi mi?" diye soruyordu. Bir an için arkalarında sessizce durup, "Geç kaldı o salak da" falan diyecekler mi acaba diye sinsice beklemeyi düşündüysem de atladım hemen "Burdayım" diye; ve sarıldım dostlarıma. O andan itibaren istisnasız ve aralıksız her dakika, başta festivalin mimarları olmak üzere, görevlilere, ziyaretçilere, öğrencilere, görenlere, görmeyenlere, kısaca orada bulunan herkese karşı sonsuz sevgi ve hayranlık besledim.
Tanık olduğum ve deneyimlediğim şeyin ne olduğunu tek bir kelimeyle ifade etmem gerekse 'içtenlik' derdim herhalde; ama yeterli olmazdı. Beni bu kadar etkileyen şeyin ne olduğunu da sorguladım bu arada, hiç üşenmem, düşünürüm: Neydi bu kadar değerli olan?
Doğallık, samimiyet, emek, çıkarsızlık, güdülen dava, ilkeli duruş, güven, umut, üretim, arkadaşlık, festival emekçilerinin kulaklarımızdan gün boyu eksik olmayan seslerindeki tatlı telaş ve heyecan, ve daha nice paylaşım...
Ve bir de eğlence...
Engelli parkur çok eğlenceliydi mesela. Kendim birinci oldum diye demiyorum, sağdan, soldan, yukarıdan pek çok engelle donatılmış bir yolu en hızlı geçme yarışı hayli zevkli. Bu eğlenceye katılabilmem için, parkurda görevli arkadaşımın beni kendi standımdan alıp ilgili yere götürüp, sonrasında da tekrar kendi standıma geri dönmem için bana eşlik etmesini gerektirecek kadar yer yön algısı olmayan biri olarak, nasıl hırs yaptıysam artık, çarparak da olsa parkuru en hızlı tamamlamayı başarabildim.
Benim için diğer bir eğlence de tandem turuydu. Yıllardır bisiklete binmediğim için neredeyse unuttuğum, rüzgar ve hız ikilisinin saçlarımı uçuştururken oluşturduğu hoş hissi yeniden hatırladım. Kaptan pilotumuzun, "Gel bir tur daha atalım" demesi üzerine teredütsüz yerimden fırlamamın sebebi biraz buydu, biraz da her birimizin sanki birbirimizi çok uzun yıllardır tanıyormuşcasına doğal davranmasıydı.
Bu denli samimiyetten bahsetmişken biraz da magazin gazeteciliği yapmak istiyorum.
Standımızı ziyarete gelen dergi yazarlarından arkadaşımı, bir elimde börek bir elimde sigarayla karşılayınca, onun gülerek "Sen ne pis bir insanmışsın" diye tepki vermesinin ardından, henüz o sabah tanışmış olduğumuz halde "Siz kardeş misiniz?" diye sorulmasına sebep olacak kadar uyumlu ve içten bir iletişim kurduğumuz stant arkadaşımla beraber, müzik standına iade-i ziyaret yapmaya karar verdik. Sonra nasıl olduysa kendimizi makyaj standında bulduk. Makyaj konusuna hâkim olan kişinin orada bulunmayışını hissettirmemek için olacak, erkek cinsine mensup bir arkadaş bize, "Makyaj falan yapmayın kızlar, gereksiz bu işler" tarzında bir söylev veriyordu ki, asıl kişinin gelmesiyle, "Önemli aslında ya" diyerek sözü standın sahibine bıraktı. Bu arada, festival tanıtım yazısında dergi yazarlarından benimle tanışacağı vaadini okuyup beni yerimde bulamayan ve hukukçu kimliğiyle hak arama aşamasına geçen bir arkadaşa son anda yetiştim, ve kendisinin, tanıtım yazısında geçen 'tanışma' ifadesinden yola çıkarak, "Bu tanışmanın sınırı nedir?" sorusuyla karşılaştım. Herkes mi eğlenceli olur arkadaş...
Kokteyl öncesi bir arkadaşımızın kıyafet değiştirmesi gibi daha magazinel durumlar da var ama detaya girmiyorum, yoğun talep olursa isim veririm ama.
O akşam bir de, seslendirme sanatçılarından 'rabarba'nın ne demek olduğunu öğrendim, ve harika bir canlı performansa tanık oldum; etkileyiciydi. Sonrasında da Grup Devinim'in güzel müziğini dinlerken benden iyisi yoktu.
Şimdi rahatça yürüdüğümüz bazı yolların, bir zamanlar hiç de kolay aşılmadığını düşündüm; bir şeylerin daha da iyiye götürülebileceğine dair umut duydum, ortak amaçlarla bir arada olmanın paha biçilmez olduğunu yeniden fark ettim, yalnız olmadığımı hissettim, güven duydum, huzur buldum. Evet, farkındayım bir dahaki festivale bir yıl var ama siz şimdiden takviminizde işaretleyin. Ne kadar çok ve birsek o kadar iyiyiz.
Güneşin sofrasında buluşalım.