Toplam Okunma 0
Gökkuşağı bayrağının üzerinde açık duran bir defter var. Defterin sol sayfasında başlık olarak LGBTİ+ Hakları Eğitici Eğitimi,altındaki takvim simgesinin yanında 27- 31 Temmuz,bir alttaki lokasyon simgesinin yanında Ankara, onların altında KAOS GL logosu, ve Avrupa Birliği amblemi, onun hemen altında Avrupa Birliği tarafından finanse edilmektedir yazıyor. Diğer sayfada  başlık olarak; kimler başvurabilir, sosyal hizmet uzmanları öğretmenler ve eğitmenler ile  ruh sağlığı çalışanları yazıyor.

“Hanımefendiler, beyefendiler ve kıymetli çocuklar, Söğütlüçeşme-Ankara seferini yapacak olan trenimize hoş geldiniz.” anonsuyla yine bir Ankara yolculuğum başladı.

Engelli aktivistlerin organize etmediği toplantılarda ve eğitimlerde genelde biraz gergin olurum. KAOS GL’nin düzenlediği “LGBTİ+ Hakları Eğitici Eğitimi”ne giderken kendimi çok rahat hissediyordum. Yaşadığım şey genelde olduğu gibi belirsizlik ve kaygı değildi. Daha çok, hak temelli kavrayışımı geliştirecek olmanın heyecanını ve bunun bende yaratacağı hazzın merakını taşıyordum.

Eğitim sürecinden önce ilgililere ulaşıp kör bir katılımcı olarak erişilebilirlik beklentilerim olduğunu haber verdim. Aslında, bence süreç böyle başlamamalıydı. Başvuru aşamasında katılımcıların erişilebilirlik gereksinimleri en baştan öğrenilebilir ve sonrasında ihtiyaca göre birebir iletişime geçilebilirdi. Talebin benden gelmesinde çok sıkıntılı bir durum olmamakla birlikte o esnada şunu düşünmekten kendimi alamadım: Gören herhangi bir kişinin eğitimden önce; sunumları takip edebilmesi için salonun yeterince aydınlatılması gerektiğini, yazı boyutlarının ortalama bir gören için okunabilir büyüklükte olması gerektiğini vs. haber vermesi gerekiyor mu?

Bu arada bugüne kadar çeşitli kurumlara yönelttiğimiz ısrarlı taleplerimize hiçbir dönüş almadan yok sayıldığımız onlarca örneği bir çırpıda sayabileceğim gerçeğini de hatırlatarak KAOS GL’nin talebim karşısındaki muhteşem tavrından bahsedeyim. İlk olarak kısa bir Zoom toplantısı ayarlayıp ihtiyaçlarımı sordular. Öncelikle sunumlarda kullanılacak her türlü görselin betimlenmesini istedim. Bunun yanı sıra anket formu, okuma parçası gibi yazılı dokümanlar varsa bunları da dijital ortamda almak istediğimi söyledim. Erişilebilirlik taleplerimin ciddiyetle ve samimiyetle karşılanacağını söylediler. Ben de içten bir teşekkür ettim. Tam burada KAOS ekibinden beni asıl rahatlatan cümleyi duydum:

“Bunun için teşekkür etme lütfen, zaten erişilebilirliği sağlamak zorundayız, biz bir insan hakları örgütüyüz.”

Bundan sonrası artık benim için pek sorun değildi. Belli ki dostların arasında olacaktım. Evet, aksaklıklar çıkabilirdi ama ne de olsa karşılaşmalarımızın bir anlamı da eksiklikleri birlikte gidermekti. Hangi alanda olursa olsun hak temelli bir yapının kapsayıcı ve tutarlı olması gerektiğini anlatmak zorunda kaldığım, çoğu zaman da bir işe yaramayan, başka karşılaşmalarımı düşününce beni asıl yoran şeyin bu sıfırdan anlatma çabası olduğunu fark ettim. Günlük yaşamda karşılaştığımız erişilebilirlik sorunları karşısında duyduğum öfkenin biraz da “yok sayılma” hissinden kaynaklandığını keşfettim. Yardım temelinde değil de körlüğün bir yöntem farkı olarak kabul edilerek eşit erişimin benim hakkım olduğu konusunda prensipte anlaştığımızda, hem ortaya çıkan iş daha nitelikli oluyor hem de ben daha uyumlu ve işbirliğine açık bir insan oluyorum.

***

Beş gün süren eğitim konakladığımız otelin seminer salonunda gerçekleşti. Öncelikle bana odamı gösteren otel görevlisinden odadaki prizlerin yerlerinden klimanın ayarlarına kadar birçok şeyi öğrendim. Sonrasında odamdan çıktığımda bahçeye, bara, yemek ve toplantı salonuna gidebileceğim sabit bir yol oluşturdum. Sosyal çevreden önce fiziksel ortama dair temel düzeyde bir hakimiyet bana iyi geliyor. Karşılaştığım insanlara gelince, otel görevlilerinden katılımcılara kadar herkesten eşitlikçi ve dayanışmacı davranışlar gördüm. Bana bir şey diyeceği zaman önce adımı söyleyen, ben onu görmesem de bana selam veren, önceden tanışmadıysak kendini tanıtan, eğer tanışmışsak selam verirken ismini de söyleyen, yemek salonuna girdiğimde “Meral biz buradayız, istersen bizim masaya gelebilirsin” diye seslenen insanların olduğu muhteşem bir topluluğun içindeydim. Kimse bana, “Zor olmuyor mu böyle, doğuştan mı, tedavisi yok mu, tek mi geldin?” gibi sorular sormadı. Kimse izin almadan bana dokunmadı, kolumu tutup çekiştirmeye çalışmadı. Kimse benimle konuşurken sesine acıklı veya üsttenci bir ton katmadı. Keşke her yer böyle olsa diye sık sık düşünmekten kendimi alamadım.

Eğitim oturumları, vaktimizin çoğunun geçtiği ama zamanın da en hızlı geçtiği bölümdü benim için. Akışı takip etme ve eşit katılım gösterme konusunda bir sorun yaşamadım.

Oturumların kimi yerlerinde Mentimeter diye bir uygulama kullandık. Önceden bana haber verildiği için detaylı inceleme fırsatı bulabildiğim bu uygulama gayet erişilebilir. Kalabalık grupların yüksek katılımını sağlamak için çok elverişli bir sistem. Örneğin size uygulama üzerinden, “Eğitim deyince aklınıza ne geliyor?” gibi bir soru soruluyor ve kısa yanıtınızı yazarak yine uygulama üzerinden gönderiyorsunuz. Tüm yanıtlar anonim bir şekilde ekrana yansıyor. Körler, sağırlar, konuşmayan veya konuşmak istemeyen herkes için tam ve eşit katılımı sağlıyor. Küçük grup çalışmamızın çıktılarını, bir kör olarak, bu uygulama üzerinden yazıp gönderme işini üstlenmek beni iyi hissettirdi.

Bir başka atölyede ise üzerine düşünmemiz istenen soruların olduğu bir kağıt dağıtılacaktı. Bana, soruların okunmasını mı yoksa mail olarak gönderilmesini mi istediğim soruldu. Ben mail olarak almak istedim ve hemen gönderildi, herkesle aynı anda aynı soruları okuyor olmak çok basit ve çok güzeldi.

Bunların dışında önceden planladığımız gibi görsel içerikler eş zamanlı olarak betimlendi, ekrana yansıtılan yazılar okundu. Bazı eğitimciler kendi dış görünüşlerini benim için betimleyerek söze başladılar. Bazıları eş zamanlı betimlemeyi sunumlarının içine öyle güzel yerleştirdiler ki akışı da kesintiye uğratmadan nasıl erişilebilir bir sunum yapılabileceğine dair bende büyük bir hayranlık uyandırdı. Benim bu kişilerle tanışmış olmaktan duyduğum memnuniyetin önemli sebeplerinden biri de bu insanların gerçek olduğunu doğrudan görmüş olmak. Şöyle ki, eşitlikten, hak temellilikten, kapsayıcılıktan son derece bonkörce bahseden pek çok akademik makale ve örgüt yayını vardır ancak bu yayınların üreticileriyle doğrudan etkileşebileceğiniz bir ortamda karşılaştığınızda aslında diline doladığı konuları hiç de içselleştirmediğini, onca laf kalabalığının bir avuç ezberden ibaret olduğunu görürsünüz. Benim burada karşılaştığım eğitimcilerin tavırları, sadece belli alanlarda değil bütün bir dünya barışına duyduğum umudu güçlendirdi desem abartı olmaz.

Oturumlarda öğrendiklerimin yanında, zaten bildiğimi düşündüğüm konularda bile daha bir kafamın açıldığını fark ettim. Bu satırlarda da daha önce dile getirildiği üzere, cinsiyetçiliğin ırkçılıktan, yaşçılığın sınıfsallıktan, tüm bunların sağlamcılıktan bağımsız olmadığını çok somut örneklerle bir kez daha pekiştirdim. Ayrımcılığa uğratılan gruplarla uzaktan gördüğümüzden çok daha fazla kesişim noktamız olduğunu da karşılıklı fark ettik diye düşünüyorum. Katılımcı grubun çeşitliliği, birbirinden farklı kimliklerin kendi yaşamlarından örnekler vermesiyle kesişimselliğin ortaya konmasına büyük katkı sağlamış oldu. LGBTİ+ olarak açılan bir lise öğrencisine okul müdürünün, “Bu okul öğrenci için zor olur” diyerek başka bir okula veya açık liseye yönlendirme yapmaya çalışması, bu yazıyı okuyan engellilere ve ailelerine eminim ki çok tanıdık gelmiştir. Bunun gibi daha bir sürü örnek sayabilirim. Ama asıl öyle bir kesişim noktası yakaladım ki daha önce hiç değinilmemiş, hiç akla gelmemiş bir durum olduğunu düşünüyorum. Şimdi hemen heyecanla bunu anlatmaya başlamamak için kendimi çok zor tutsam da sürprizi bozmamak için bunu ayrı bir yazı konusu yapacağımı haber vermekle yetiniyorum.

Cinsel kimlik ve cinsel yönelim arasındaki farktan azınlık stresine, LGBTİ+’ların sağlık hakkına erişiminden multidisipliner çalışmanın önemine uzanan bu yoğun eğitim sürecinde tekrar fark ettim ki dayanışma için sonsuz genişlikte ve çok güçlü bir zeminimiz var.

Normatif cinsel kimliğe sahip olmayan çocuklarla ilgili oturumda, çocuklara ilişkin algımızdan söz edilirken engellilerle çocuklar arasında, engellilere yönelik genel tutumları da açıklayan, müthiş bir benzerlik yakaladım. Ergenlik öncesinde çocuklar, genellikle saf, temiz, masum, sevimli vb. görülürken ergenlikle birlikte aynı çocukların uyumsuz, sorunlu, geçimsiz vs. görülmesi ile uzaktan uzağa saf ve temiz birer melek olarak görülen engellilerin kendi adına söz söylemeye kalktığı anda birden bire sağlamcıların gözünde sevimsiz bir probleme dönüşmesi arasında nasıl bir benzerlik vardır sizce? İki durumda da değişen şey iktidar ilişkileri olabilir mi? Yetişkinin çocuk üzerindeki otoritesini kaybetmesi gibi sağlamın da üstünlük kuramadığı engelliden rahatsızlık duyması benzer süreçler olabilir mi?

Eşitlikçiliğin olmadığı her yerde farklı kimliklerin çok benzer sıkıntıları yaşadığı bu kadar açıkken, “Ben sadece körlükle ilgili konularla ilgilenirim” demek, artık gülünç bir sığlıktan başka bir şey değil. LGBTİ+ çocukların hakları, engelli çocukların hakları, mülteci çocukların hakları… hepsi ama hepsi bizim konumuz.

peki bizler kesişen kimliklerimizin ne kadar farkındayız? Örneğin; toplumun normatif kalıplarına uymadığı için cinsellikleri ve üremeleri pek de makbul görülmeyen körler olarak queer komünitenin doğal bir üyesi olduğumuz halde biz bu alanın neresindeyiz?

Daha sorulacak çok soru, söylenecek çok söz var. Ama ben dönüş yolculuğuna geçmek zorundayım.

Sadece eğitimci kimliğimle bile düşündüğümde eylem ve söylemlerinde kapsayıcı olmayı hedeflediğim için duyduğum mutlulukla trene biniyorum. Fakat bu sefer farklı bir durum var:

İkili normatif cinsiyet kalıbını dayatan, “Hanımefendiler, beyefendiler ve kıymetli çocuklar…” diye başlayan anonsun ayrımcı olduğunu fark edebilecek kadar uyanık durumdayım artık.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.