Toplam Okunma 0

Nihayet artık güzel bir Mayıs gününden merhaba sevgili okurlar. Artık diyorum çünkü Mayısı ortaladığımız bu günlerde, daha hafta başında kış "ensenizdeyim haaa", dercesine soğukluğunu hissettiriyordu. Bugün ise yaz, var gücüyle yükleniyor kendini göstermek için. Dışarısı günün her saatinde değişen miktarlarda sıcak ve soğuk. Ne giyeceğini şaşırıp, bina içinde üşüyüp dışarıda yanıyor resmen insan. Bir sıcaklayıp, bir üşüyünce hastalığa davet çıkarmak da cabası.

 

İşte ben de havaya direnemedim ve hastalandım. Öyle ki zaten içselleştiremediğim, mecburen kalabalık etmek güdüsüyle katıldığım şu meşhur engelli haftası nedeniyle ilçemdeki engelli derneğinin her yıl gerçekleştirdiği etkinliğine de katılamadım. Bahanem oldu yani. Allah içimi biliyor. Aynı gerekçe ile 3 Aralık’a da katılamamıştım.

Etkinlik dediysem toplanan bir grup engelli ve aileleri, Atatürk büstüne çelenk koyma, İstiklal Marşı, dernek başkanının laf olsun diye söylediği iki kelam, ardından da derneğe gelir olsun diye belediyenin işletme hakkı verdiği kafede yapılan ikram. Hadi yallah. Başka bir etkinlik oluyor mu bilmiyorum. Varsa da duymadım. Ha bu arada son birkaç seferdir Engelsiz Mehter Takımı mini konseri oluyor. Tahmin edeceğiniz üzere dernek üyeleri tarafından kurulan bir takım bu. Sanırım birçoğu engellilerden oluşuyor. Son zamanlarda uzaktan duyduğum kadarıyla fena da çalmıyorlar. Ancak bulunduğum ilçenin engelliler için mehter takımından çok önce çözülmesi gereken sorunları olduğu muhakkak.

 

Yanlış anlaşılmak istemem. Benim mehter takımıyla bir sorunum yok. Olamaz da. Ancak güzel çalan ve her fırsatta yeteneklerini sergileyen bir engelli mehter takımı olunca engellilerin tüm sorunları çözülmüş olmuyor. Olan, ilçe köylerinden birinde düzenlenen keşkek etkinliğine giden bir iş arkadaşınız size, “Orada engelsiz mehter takımı da vardı” demekten öteye geçmiyor. E haklısınız, bu da bir farkındalık…

Burada çuvaldıza davranmadan önce kendime iyi bir yorgan iğnesi batırmam gerekirdi sanırım. Yorgan iğnesini bilir misiniz bilmem? Normal iğneden daha büyükçe ve kalındır. Ancak çuvaldızdan da ince ve kısa. İşte bu yüzden normal iğne değil, dikkatinizi çekerim, yorgan iğnesini batırıyorum ki daha çok acı verip kendime getirsin.

 

Ben bulunduğum ilçenin engelli derneğine üye olup olmadığımı bile tam bilmiyorum; sormak da içimden gelmiyor. Üye olup olmadığını nasıl bilmezsin diye sorabilirsiniz. İnanın üye olma talebim olduğunu sanmıyor ve hiç hatırlamıyorum. Ancak yıllar önce engelli kartlarımızı alırken bir dernek işlemlerin daha hızlı yürümesi adına başvurular alıyordu. Bu kapsamda dernek üyesi olmamız gerektiğini söylemiş bir dernek yetkilisi ve bizi üye yapmışlar. Sonrasında bu dernekten üyeliğimi iptal ettirmek durumunda kalmıştım. Üstelik kartımı onlar aracılığıyla da almadım. Trajikomik değil mi?

 

Şimdi sözüne ettiğim ilçedeki dernekte ise bilgisayar kursu almıştım gene yıllar yıllar önce. Bu esnada üye de olmuş olabilirim. Çünkü az da olsa bir toplantı falan olduğunda daha doğrusu kalabalık görünmek istediklerinde beni de arıyorlar. Yoksa öyle başkanlık seçimleri falan görmedim ben. Yalan söylemiş de olmayayım. Bir kere bir genel kurul toplantısına çağrılmıştım. Gene yıllaaaar önce.

 

Yani derneğe gelip gitmem. Hiç bir faaliyette bulunmam, yapılan faaliyetlere de destek olmam. Sorun asıl bu. Dışarıdan da olsa bir faaliyet olduğunu duymuyorum. Algıda seçicilik diye bir şey vardır psikoloji derslerinden aklımda kalan. Ben bir engelli olarak engelliler için ya da engellilere yönelik bir etkinliği duymuyorsam başkası nasıl duysun, nasıl bilsin?

 

Dolayısıyla kof, içi boş bu gün ve hafta etkinliklerini anlamsız buluyorum. Evet, toplumda farkındalık oluşturmak adına önemli belki ama ben bir avuç engelli kişi ve onların yakınlarıyla çevresinde onları kıramadığı için bir uğrayan tanışların katıldığı bu türden etkinliklerin pek de bir farkındalık oluşturduğunu sanmıyorum. Sanırım artık yeni şeyler söylemek ya da söylenmesi gerekenleri yeni sözcüklerle anlatmak gerek.

Ne bileyim? Mesela Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde okullarda söyleşiler yapılabilir. Sonuçta bugünün çocukları, yarının büyükleri değil mi? Onlara engellilerle ilgili anlatılan, muhtemelen "onlara yardım etmeliyiz" ve "onlarla alay etmemeliyiz” den öte geçmiyordur. İşte engelliliğin bundan başka bir şey olduğunu anlatabiliriz. Engellilerin de birer insan olduğunu, hayat tercihleri, meslekleri, evleri, işleri ve hatta kaşları, gözleri, cinsiyetleri olduğunu göstermeliyiz.

 

Akıllarına gelen, kafalarına takılan sorularını sorabilirler ve onların anlayacağı şekilde kendimizi tanıtmanın gelecek için çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Nitekim bir büyüğün önyargısını kırmaktan çok daha kolay ve akılcı olduğunu düşünüyorum bir çocuğun algılarını oluşturmanın. Hayat kesitlerinden örneklemelerle küçük tiyatro gösterimleri yapılabilir mesela vs vs.

 

Şimdi bunları yazarken aklıma Meral Sözen'in sizden önce yazar olmak kadrosundan okuma şansını elde ettiğim yazısı geldi aklıma. Biz gerçekten kendimizi anlatmak zorunda mıyız? Zaman zaman sorgularım ben de kendi kendime; engelli, bir pazarlama malzemesi midir ki sunulmak, tanıtılmak zorunda olsun.

Bu konuda şöyle söyleyebilirim sanırım. Engelli biraz engelsizlerin biraz da biz engellilerin katkılarıyla bir kalıba sokulmuş. Bu kalıp en azından toplumun çoğunda uygun bulunan kalıp bize uymuyor. Ve biz bedenimize dar gelen bu kalıptan kurtulmak için insanların anlayışlarını, bakışlarını ve düşüncelerini değiştirmek zorundayız ne yazık.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.