"Körler kanser olmuyormuş" demişti bir zamanlar birisi. İnsanoğlu ne kadar çok seviyor gerekli gereksiz ve hatta bilip bilmeden her konu hakkında ileri geri konuşmayı. Kanser oluyormuşuz ne yazık ki bizler de arkadaşlar herhangi bir insan gibi. İnsanız çünkü. Bildiğim ve duyduğum en az üç kör var benimle birlikte. Her neyse çoğu zaman okuduğunuz gibi
Yazılarımda yaşadıklarımı paylaşıyorum sizlerle. Bu ay da öyle yapacağım. Yakın geçmişte yaşadığım kanser deneyimimden söz edeceğim size.
Gamsız mıyım? Şapşik mi? Hangisi bilmem ama çoğu zaman, "bu aymazlığım yüzünden ayaktayım sanırım" diye düşünüyorum. Belden aşağı ilk felç olduğum zaman yirmi iki yaşındaydım. Bir gün yatakta oturuyordum. Saçımı at kuyruğu yapmak istedim. Kollarımı arkaya her attığımda "pat" diye sırt üstü düşüyordum. Kafamda şöyle düşünmüştüm: Bu hep mi böyleydi? Yoksa felç olduktan sonra mı böyle oldu? Mayıs ayının ortalarını henüz geçmiştik ki dilimin alt tarafında bir şey fark ettim. Aynı şeyi düşündüm. Oysa daha önceleri dikkatimi çekmemişti. "Belki de vardı ama boyutu büyüdü" dedim. Başka bir sebepten gittiğim doktora bundan söz ettim. Doktor görünce bir kulak burun boğaz uzmanına görünmemi salık verdi.
Randevu alma derdi. Uygun zamanı denk getirme. Biyopsi vs. derken anlaşıldı ki o çıkıntı bir kanser patlaması ve hemen ameliyat olmam gerek. Kendi hastalığımın etkilerinin kötüleşmemesi ve ameliyat gerekliliğinin ortak bir zeminde birleşmesi biraz zaman aldı. Nihayet ağustos sonunda ameliyat olabildim.
Operasyon öncesi yapılan açıklamalarda dilimin alınacağı söylendi. Hani bir reklamda vardı ya: "Öyle dümdük" Öyle yüzüme söylendi. Bence doğrusu da bu zaten. Hiç sevmem gizli kapaklı işleri. Bir an donakaldım. Artık galiba tat alamayacaktım. O sıra en çok sevdiğim şeyleri tüketmek istedim hep. Canım ne istediyse yedim. Tabii gerçeği aileme sezdirmeden.
Ayrıca bir süre konuşamayacaktım. Ne kadar bir süre? Bunun yanıtını tam bilmiyordum. Doktora hastaneden ne zaman çıkarım diye sorduğumda: Kafayı kaldırdı ve bana "sana yeni bir dil yapacaklar, biliyorsun değil mi?" dedi. "Birkaç günde çıkamazsın. En az on iki on üç gün buradasın" dedi. Ben yirmi gün yattım yaklaşık.
Bir arkadaşım telefon konuşmamızda "ameliyata nasıl girersen öyle çıkarsın" demişti. Süreçleri akışına bırakmayı seviyor ve bunu başarıyorum. Ben de ameliyata giderken giydiğim kıyafete güle güle sedyeye yattım ve duayla uyudum. Uyandığımda 23 Ağustos 2024 tarihinin gündüzü yaşam takvimimde silinmiş gibiydi âdeta. Ha bu arada huzurlu uyandım diyebilirim.
Çevremdeki insanlar sürekli konuşuyor, ben de cevap veriyordum. Oysa onlar beni duymuyordu. Sonra bir duralıyordum. Annem uyurgezer gibiydi. Anlatmak istediklerimi cep telefonuna yazıyordum. Yorgundum, gücüm yetmiyordu. Kısa şeyler söyleyeceksem havaya ya da yatağın üzerine gören alfabesiyle yazıyordum. Annem özellikle başlarda ölü balık gibi bakıyordu. Mesela "abla" demek istiyordum. Tek tek harfleri yazıyordum. A, b, l, a, bir bir hepsini söylüyordu. Bakıyordum suratına ne yazdım bütünleştir diye. Aynı ölü balık gözlerle karşımda duruyordu. Çıldırıyordum. "Derdini anlatamayan dilsiz olmak ne zormuş?" diyordum. Karanlıkta Diyalog deneyimi gibi sanki değil mi? Ancak bu üç beş kuruş verip bir süre yürüyüp çıkışı bildiğiniz bir yol değil. Elbette burada Murat Kefeli gibi “dilsizlerin derdini anlatamadığını mı sanıyorsun?” diyeceksiniz. Çok da doğru bir soru sormuş olacaksınız. Oysa ben o sıra taze bir dilsizdim. Doğal olarak oldukça tecrübesizdim. Derdimi anlatamamamı dilsizliğime, hatta bundan daha da fazla karşıdakinin beceriksizliğine yoruyordum.
Ne yalan diyeyim. Hemen hemen on beş günlük bir süre geçtikten sonra boğazımdaki soluk kanülünü elimle kapatıp belli belirsiz, "Anne" dediğimde çok mutluydum. Annemin gözündeki o sevinç ise sanki ilk kez bebeğinden, "Anne" sözcüğünü duymuş ebeveyn heyecanıydı. Bu arada boğazımda bir kanül vardı çünkü; dilimin yarısını almışlardı ve diğer yarısına bacağımdan aldıkları bir parça ile doku kaynağı yapmışlardı. Dolayısıyla çok ödemliydi ve tüm ağız içimi kaplıyor ve hatta dışarı taşıyordu. Burnumda beslenmem için bir kanül daha vardı. Bu sebeple soluk alabilmem için boğazımın altına bir delik açmışlardı. İlk günler orayı tıkadığımda dahi sesim çıkmıyordu. Sonraları ses becerim birazcık açıldı.
Dedim ya? Gamsız mıyım, şapşik mi? Bilmiyorum, bu süreç söylemek istediklerimi anlatamamamın geçici krizlerini saymazsak beni sarsmadı. Ancak yine de düşünmüyor değilim. Kör, topal biriyim. Dilimin yarısı artık yok. Burnum yaklaşık bir senedir koku alma işlevini tamamen olmasa da çoğu zaman rafa kaldırmış hâlde. Maazallah! Adolf Hitler hortlasa beni direkt sabun fabrikasına yollar.
Ha, bu arada dilimin tat duygusu tahmin edebileceğiniz gibi tamamen gitmedi. Birkaç günlük şoku boşuna yaşamışım. Yediklerim de yanıma kâr kaldı.
Bir şey daha: Bu tür süreçler öncesi küçük çocuklara olanı biteni anlayacağı şekilde anlatmayı ihmal etmeyin. Ben hayatımın neşesi Kerem'ime öyle yaptım. O benim hastane süreçlerime alışıktır. Ancak bu başkaydı. Gitmeden önce onu balkonda kucağıma aldım. Bu sefer daha farklı bir rahatsızlığım olduğunu. Ameliyat olacağımı. Bir süre onunla konuşamayacağımı söyledim. Anlam veremedi ama kabullendi. Daha doğrusu kabullenmiş. Çünkü o günler boyunca defalarca babaannesiyle konuştu ama bir kez dahi olsa, "halamı ver" demedi. Taa ki ben boğazımdaki kanülü tıkayıp da Kereeeemmm! diyene dek. Tabii ki sesimi alamadı, halası olduğuma inanamadı ama çok mutlu oldu ve sonrasında her telefon görüşmesinde beni de istedi. Çocuklar sandığımızdan çok daha duyarlı.
Hey millet! Demem o ki körler kanser oluyor. Bu yüzden salmayın. Sağlıklı yaşama önem verin. Benden söylemesi. Yani günah benden gitti.