Merhaba arkadaşlar. Aslında, bu yazımda, size, Engelliler Hakkında Kanun’dan söz edecektim. Ancak, kanunu okumak için açtığımda; hemen başlığında bir değişiklik yapıldığını gördüm. Önceden Özürlüler Kanunu olarak yayınlanmışken; şimdi, Engelliler Hakkında Kanun olarak değiştirilmiş. Aklıma takıldı; biz millet olarak, kavramlarla dansı çok seviyoruz. Sorunun, doğru kavramı kullanmakla çözüme kavuşacağını düşünüyoruz. Ben de bu dansa katılmak; adımlarını biraz yorumlamak istedim.
Peki, kavramların, engellilerin toplumsal, ruhsal ve erişilebilirlik sorunları üzerinde ne kadar etkisi vardır? Doğru kavramı kullanmakla, hangi sorunu kökten çözüme kavuştururuz ya da hangi sorun için, çözüm yolunda bir adım atmış oluruz. Bir görme engellinin durumunu anlatmak için, ona “kör”, “görme özürlü”, “sakat”, veya “görme engelli” kavramlarından birisini kullandığımızda; durumda herhangi bir iyileşme ya da kötüleşme oluşturur mu?
Şimdi, gözlemlerime dayanarak; bu kavramların, engelliler ve toplum üzerinde yaratmış olduğu etkilerden kısaca söz etmek istiyorum.
Hatırladığım kadarıyla; bundan çok kısa bir zaman önce, engelliler için, “sakat” kavramı kullanılıyordu. Çok yakın tarihe kadar, resmi kayıt ve ilanlarda dahi, bu kavram vardı. Örneğin, Sakatlar Haftası gibi. Ancak; öyle ustaca bir manevra vardı ki; “sakat” aynı zamanda, hakaret sözcüğü olarak ifade edilirdi. Siz tonlamaya dikkat edip; söz konusu kavramın hangi anlamda kullanıldığını anlayabiliyordunuz. Dolayısıyla, engelli bireyler için, “sakat” kavramının kullanılması, hakaret olarak kabul edildi ve literatürden ve resmi kayıtlardan çıkarıldı. Bir taraftan da “sakat” kavramını hakaret yüklü anlamından arındırıp kullanmayı destekleyen bireyler de var. Elbette bu kavramın her yerden aynı anda atılması mümkün olmadı. Bazı yasal düzenlemelerde, halen “sakat” kavramı kullanılmaya devam ediyor. Gözlerinden kaçmıştır, takılmayalım diyorum. Yoksa bu denli hassasiyete, bu kavram, yaşayamazdı.
Gelelim “özürlü” kavramına. Benim yakın çevremde, çok fazla engelli yok. Ancak, tanıdıklarımın hepsi, “özürlü” kavramına, “Biz, kimden özür dileyeceğiz ki; ya da biz eşya mıyız ki özürlü mal gibi, “özürlü” diyorlar” şeklinde tepki veriyor. Aslında, ilk bakışta düşünüldüğünde; zaten kavramın hatalı seçilmiş olduğu anlaşılıyor. Elbette dil bilgisi açısından. Zira özürlü bir sıfattır ve biliyorsunuz Türkçe’de sıfatlar, mutlaka bir ismi nitelemelidirler. Dolayısıyla, tek başına “özürlü” denildiği zaman; sıfatçık havada kalıyor. Zavallı zavallı dolaşıyor; neyi nitelediğini bilemeyerek.
Günümüzün popüler kavramı ise “engelli”. Türk Dil Kurumu’nca engelli; “Engeli olan, mânili”; “Vücudunda eksik veya kusuru olan” şeklinde tanımlanmış. Saygıdeğer kurumumuz, “engelli” kavramına, tanımla da olsa, bir de kusur eklemiş. Anılan kavramın kökenine baktığımızda ise; “engel” kelimesinden geldiği için; herhangi bir şeyi yapmak ya da herhangi bir yere gitmek veya gelmek için engellenmiş anlamına geliyor. Bir başka deyişle, engellenmiş olan. Peki, fiziksel, ruhsal ya da zihinsel anlamda, herhangi bir davranışı yerine getiremeyen birisi, beyninde kendini engellemediği sürece, sizce, engellenmiş sayılır mı?
İşte, kavram dansının adımları böyle. Toplumun farklı kesimlerinin gözünden bakıldığında; kimi, büyük büyük, kimi küçük ama estetik yoksunu ve uyumsuz, kimisi de narin, zarif ama yetersiz. Bu dansı, uyum içinde yürütecek; izleyene, anlatılana, sanat zevki yaşatacak adımlar ise; bence, sadece durum tespiti yapan kavramlardan oluşan adımlar olabilir. Böylece, en azından, toplumun büyük bir kesimini, ortak paydada birleştirmek mümkün olabilir. Zira dilimiz, kelime açısından, yeterince zengin.
Engelliler Hakkında Kanunda engelli; fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeyde kayıplarından dolayı topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını kısıtlayan tutum ve çevre koşullarından etkilenen birey olarak tanımlanmış. Tabi, bu tanım da önceden “özürlü” iken; sonraki değişiklikle, “engelli” haline dönüştürülmüş.
Arkadaşlar, tanımı dikkatlice incelediğimizde; Kanun koyucunun da “engelli” bireylerin, aslında, toplumun tutum ve davranışları sonucu, eşitsiz, erişimsiz bir hayat sürdürdüklerini kabul etmiş. Ancak; kanunun tamamını incelediğimizde; genel anlamda toplumun, fiziksel, zihinsel veya ruhsal bir takım aktiviteleri yerine getiremeyen bireylere bakış açısından farklı bir kazanım getirmediğini görüyoruz. Dolayısıyla, kanundaki “özürlü” kavramını; “Pardon yanlış oldu; şimdi, vatandaşlarımız alınır, kırılır” diyerek; “engelli” olarak değiştirmek; hiçbir sorunu çözmüyor.
Kullanılan kavramların, toplumsal hayatta ve bireylerin psikolojik etkileşimlerinde, bir etkiye sahip olduğu muhakkak. İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlık olduğu için de bu etkinin yadsınması söz konusu bile edilemez. Ancak, hangi kavramın kullanıldığının, hangi vurgu ile söylendiğinin haricinde, ilgilenilmesi gereken temel sorunun; toplumun günümüz modern kavramı ile engelliye bakış açısındaki eğitimsizlik olduğunu düşünüyorum.
Son olarak; bu yazıyı hazırladığım günün sabahında, semt pazarında yaşadığım bir olayı anlatarak; toparlayayım. Ablamla semt pazarına alış veriş yapmaya gittik. Tezgâhın birinde ürün seçerken; diğer tarafa geçmemiz gerekti. Elimde beyaz bastonumla; yolumu bulup ilerlemeye başladığım sırada; tezgâhın sahibi; ablama, “Kadını tut, bak düşecek, arkasında kasa var” diye çıkışarak; elimden tuttu. Ablam, adama, benim, bastonum sayesinde yolumu bulabileceğimi; yardıma ihtiyacım olursa söyleyebileceğimi; görmeyen ya da herhangi bir fiziksel aktiviteyi yerine getiremeyen bireylerin, kendileri yardım istemediği sürece, onlara müdahale edilmemesi gerektiğini, sakin ve uygun bir dille anlatmaya çalışırken; adam, birdenbire sinirlenerek; “ben tacizci değilim. Sadece yardım etmek istedim. Neden yanlış anlıyorsun. Ben kötü bir şey yapmadım…” diyerek aklınca, davranışının haklılığını anlatmaya çalıştı. Arkadaşlar, bu mantıktaki birisinin, bana, “kör”, “görme özürlü”, “görme engelli” veya “sakat” demesi arasında, bence hiçbir fark yok. Çünkü henüz işin doğasını, mantığını bilmiyor. Henüz beni bir birey olarak kabul etmiyor. Dolayısıyla, benim için, doğru kavramı kullanmasının da hiçbir anlamı yok. Yukarıda yazdıklarımı göz önünde bulundurduğumuzda zaten doğru ya da yanlış kavram diye bir şey yok. Kavramlara yüklenen ve kişiden kişiye ya da zamandan zamana değişen farklılık gösteren anlamlar var.
Özet olarak şunu söyleyebilirim ki; kavramlar değil; işin doğası önemli. Biz fiziksel, zihinsel ya da ruhsal birtakım aktiviteleri yerine getiremeyen vatandaşlara karşı, bu toplumun bakış açısını değiştirmediğimiz sürece; literatürde, yasal düzenlemelerde ya da resmi yazışmalarda ve gündelik konuşmalarda, hangi kavramın kullanıldığının hiçbir önemi olmadığını düşünüyorum. Kısacası, eğitim diyorum arkadaşlar, eğitim… Bu konuda, belki, hepimizin, taşın altına elini koyması gerekiyor. Gerekirse; bir program dâhilinde; semt semt, mahalle mahalle gezip; her kapıyı çalıp; insanları bilinçlendirmeliyiz kanısındayım.