Toplam Okunma 0

Herkese merhaba! EEEH dergiye bir kez daha konuk olmuştum ve bisiklet hakkında bir yazı yazmıştım. Bu yazımdaysa, yine benim için en az bisiklet kadar önemli olan bir spordan, kayaktan bahsetmek istiyorum. Kış aylarının vazgeçilmezi olan kayağı, görme engellilerin yapamayacağı düşünülür. Birkaç mail listesinde de bu konuda yazışmalara rast gelmiştim. Bu yargı tamamen yanlış. Dokuz yaşımdan itibaren kayak yapmaya başladım ve uzun bir süre devam ettim. Şu aralar maalesef bisiklet gibi ihmal ettim kayağı da.

Dağlara olan merakım küçüklüğümden beri devam ediyor. Aslında ailem ile dağa çıkarak yaptığımız pikniklerden, okulda gördüğümüz derslerden dağlara karşı ilgim vardı. Bu ilgimi fırsata dönüştürebileceğim günler, üçüncü sınıfta öğrenim görürken, sınıfımıza bir kulübün gelip, görme engellilere kayak öğreteceklerini, turnuvalara hazırlayacaklarını ve yarışmalara katılacağımızı söylemeleriyle başlamıştı. Birçoğumuzun ailesi bu duruma olumsuz bakmıştı. Ayrıca,  yalnız başımıza gidecektik. Bizleri yanlarından ayırmayan ailelerimiz, buna nasıl izin verebilirlerdi ki? Neyse ki ben böyle bir tepki ile karşılaşmadım ve onayı aldım. Annem ve babam bu tür konulara genelde olumlu bakarlar. Çünkü benim sosyal yaşama katılmamı, en az benim kadar isterler. Benim ailem  ve üç arkadaşımın ailesi onay vermişti ve başlayacaktık. Kayaklar ve kayak kıyafetleri… Hepsi hazırdı. Artık sabırsızlıkla Uludağ’a çıkacağımız günü bekliyorduk. Nihayet, birkaç ay sonra beklediğimiz gün gelmişti. O hafta cumartesi günü, sabah erkenden Uludağ’a çıkacaktık. Ben heyecandan gece nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Cumartesi sabahı herkesten önce kalkmıştım. Saat geldiğinde, kıyafetlerimi yanıma alarak, ailemle birlikte Bursa Devlet Hastanesi’nin önüne geldik. Burada buluşacaktık ve Uludağ’a hep beraber çıkacaktık. İlk hafta ailemizden biri yanımızda olacaktı ve benim yanımda, babam kalacaktı. Annemle orada vedalaştık ve biz, Uludağ oteller bölgesine çıkmaya başladık. İçimdeki heyecan gittikçe artmış, beni ele geçirmişti adeta. Oteller bölgesine vardığımızda, araçtan indim ve ayağımın altında kar bembeyaz seriliydi. Bu eşsiz duyguyu tatmak çok güzeldi. Otele geçtik ve odalara yerleşme, kayıt işlemleri gibi gerekli prosedürler tamamlanmadan, ilk sorun bizi orada buldu. O gün öğretmenlerimiz, kulüp üyeleri olduğundan, otelde yer kalmamıştı. Biz iki arkadaşımla başka bir otelde kalmak zorundaydık ilk hafta için. Ne yapalım? Başa gelen çekilirdi. Biz de otelimizin yolunu tuttuk. Akşam olduğunda bana, arkadaşım ve onun babası aşağıya inmeyi teklif etmişlerdi. Ama ben, odamda kalmak, dinlenmek istiyordum.  Ama saat geçtikçe, babam da arkadaşımın teklifini kabul edip aşağı inince, odada tek başıma canım sıkılmaya başladı. Bizimkileri arayacaktım. Ancak ne mümkün! Şimdiki teknoloji, şimdiki teknoloji deyince, “Bu da 20 yıl önce mi yaşamış?” diye düşünmeyin, o zamanlar ben ekran okuyucu olan bir telefon kullanmıyordum. Ezbere numara çevirme konusunda da başarılı olamayınca, bizimkilere ulaşamadım. Zaman geçmiyor, benim can sıkıntım gittikçe artıyordu. Ve ilk bağımsız hareket denememi o gün anlık bir kararla yapmıştım. Hiç bilmediğim bir otelde, daha önce hiç bağımsız hareket bilmeyen biri olarak ne kadar korksam da bu konuda kararlıydım. Aşağıya inip bizimkileri bulacaktım. Odadan çıktım ve ayağımı yere sürüyerek koridorda ilerlemeye başladım. Odaya çıkarken merdivenlerin nerede olduğunu anlamıştım ve o yöne doğru yürüyordum. Merdivenlerin başladığını anlayamayınca kendimi 3 - 4 basamaklı küçük merdivenin sonunda buldum. Yerde düşmüş, oturuyordum. Çevreden yanıma gelip ne olduğunu soranların yardımlarını reddettim. Babamları kendim bulacaktım. İlk düştüğümde, başkalarının ayağa kaldırmasıyla değil; kendim kalkarak devam edecektim yoluma. Öyle de oldu. Bizimkilerin sesini duydum ve o yöne doğru ilerleyerek onları bulmuştum. İşte o gün ilk bağımsız hareket zaferimi kısmen kazanmıştım. O an yaşadığım duygular tarifsizdi. Artık, ne kadar sınırlı olsa da başkalarına muhtaç olmadan bazı şeyleri kendim yapabiliyordum. 

Ertesi gün yine oldukça hareketli geçti. Sabah kahvaltısından sonra, bizim kulübün olduğu otele gittik ve kayak malzemelerimizi aldık. Öncelikle, botlarımızı içeride giydik, sonra da kayaklarımızı ve “Yürüyün dışarıya!” Kayakları dik tuttuğumda neredeyse benim boyuma geliyordu. Yine de en önde çıktım dışarıya. Kayağı şekil itibariyle hiç bilmeyen arkadaşlara şöyle açıklayabiliriz: İki tahta düşünelim. Bu tahtaların arka kısımlarında ayaklarımızı geçireceğimiz deliklerin olduğunu, bu kayakların yan yana getirilerek kullanıldığını söyleyebiliriz. İlk başlayan kayakçıların kayaklarının önleri iple bağlanır. Çünkü ilk başlayanların kayağı kontrol etmesi zordur ve iki ayak mesafesi açıldığında denge kaybedilebilir. Bu nedenle tehlikeli kazalar meydana gelebilir. Bir de kör bastonuna benzeyen iki sopa bulunur. Bunlara baton adı verilir. Ancak bizlere hocalarımız bunları hiç kullandırtmadı. Ama ben,  körlerin baston kullanımındaki deneyimlerinden dolayı onu daha iyi kontrol edebileceğini tahmin ediyorum. İlk kayak denememi, olduğumuz yerde yaptım. Hocamız elimizden tutuyor ve bize eşlik ediyordu. Sonra, telesiyej adını verdiğimiz, kayakçıları yukarıya çıkarmak için kullanılan alet ile zirveye çıktık. Telesiyejin iki çeşidi var. 

Birincisi, küçük olarak tabir edebileceğimiz bir çubuğun, bir ucu yukarıdan aşağıya doğru uzanan bir tele geçirilmiş, böylece elektrik gücüyle dağın yukarısına çıkmanız sağlanmış. İkincisiyse, bir banktan farksız aslında. Üç dört kişi oturuyorsunuz ve sizi yukarıya çıkartıyor. 

İkinci telesiyej genelde büyük pistlerde ve zirveye çıkmak için kullanılıyor. İlk telesiyejde, ayaklarınız yerdeyken, ikincisinde yaklaşık on metre kadar yukarıya çıkıyorsunuz. İlk zirveye çıkışımızda hocam elimden tuttu ve bana: “Şimdi ayaklarını paralel yap, şimdi hafif A yap!” gibi komutlar verdi.  Bu komutlardan paralel yapmak, sizi hızlandırıyor yani mesafe kat etmenizi sağlıyor. Eğer ayaklarınızı birbirine tam paralel yaparsanız, şiddetli bir hıza kapılırsınız ve durmanız çok zor olur. Birkaç kez bu hareketleri yanlış uygulayıp yan yattığım oldu. Ancak bunlar, meydana gelebilecek  sınırlı kazalar ve zaten düşseniz de karın üzerine düşeceğinizden sakatlanma gibi bir riskiniz yok. Genelde “A” harfini yapamıyordum ve ayaklarımı eşit olarak açıyordum. Böyle yaptığımda, zıplamaya başlıyordum ve durmam zorlaşıyordu. Birkaç kez de bu yüzden düştüm. İlk gün sonunda eve döndüğümüzde ayaklarımın nasıl ağrıdığını unutamıyorum. Ama her şeye rağmen bir dahaki hafta sonunu iple çekiyordum. Ne kadar düşsem de, sorun yaşasam da gerçekten çok güzel bir şey kayak yapmak.  Ayrıca küçük uyarlamalar sonucunda bir görme engelli kayakçıyla gören kayakçı arasında neredeyse hiç fark yok. Şunu da söylemeliyim ki, bir kez hafif bir yaralanma yaşadım bir kez de ölümden döndüm diyebiliriz. Yaralanma olayında, biz hocamla pistte kayarken arkamdan gelen acemi bir kayakçı bana çarptı ve ben de hocama çarptım. Arkamdaki kadın düşünce ben de düştüm ve onun kayakları hızlı bir şekilde benim yüzüme çarptı. Bereket versin bir şey olmadı. İkinci olayda ise, küçük telesiyej ile çıkarken, aniden telesiyej bir sorun oldu ve ben ancak uçurumun ucunda durabildim. Bunların hiçbiri kayaktan vazgeçmeme sebep olmadı.

Birkaç uyarlamadan bahsetmiştik erişilebilir bir kayak keyfi için. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 

• Eğer kalacağınız otelin pisti küçükse genelde küçük telesiyej kullanılıyordur ve bunu size birinin yakalayıp vermesi lazım. Çünkü biz almaya çalıştığımızda yüzümüze çarpabilir ve büyük kazalar ortaya çıkabilir. 

• Kayacağımız pisti mutlaka bir görenle iyice tanımalı, zihin haritamızı çıkartmalıyız. Hatta eğer mümkünse gören rehberliğinde kaymak bize avantaj sağlayacaktır. Çünkü pist, normal yollardan, caddelerden daha farklı olduğundan anlaşılması daha zor olacaktır. 

• Kalabalık olan saatlerdense, daha sakin saatleri tercih etmeniz kayak zevkinizi arttıracaktır. 

• Karışık pistlerdense, sade pistleri tercih etmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. 

Bu saydıklarım ve buna benzer belki kendi geliştireceğiniz basit yöntemlerle erişilebilir bir kayak zevkini tadabiliriz. Doğru yöntemleri bilip, bunları uyguladığımız sürece, kayak yapmak, dağlara tırmanmak, yamaç paraşütü yapmak bazılarımızın söylediği kadar tehlikeli olmayacaktır. Bazı görme engelliler bu tür şeylerin yanlış olduğunu düşünmekte. Örneğin; Türkiye’nin ilk görme engelli milli dağcısı ve atleti Necdet Turhan, bir mail grubunda eleştirilmişti. Bir görme engellinin dağlara çıkmasının tehlikeli olduğunu, yanlış bir şey yaptığını ve yasaklanması gerektiği konusunda mailler gelmişti. Kendisiyle konuştuğumuzda, kesinlikle ciddi bir tehlike arz etmediğini ve dağlara çıkmaktan zevk aldığından bahsetmişti. Zaten kendisi için tehlike veren bir şeyi bir insan neden yapar? Bir insanın hobilerinin sırf engelli olduğu için kısıtlanması gerektiğini söylemek ne kadar doğrudur? 

Siz bunu düşünedururken ben de sizleri Bursa’ya Uludağ’a kayak yapmaya davet ediyorum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.