Toplam Okunma 0

Geçen ay Lacan’ın perspektifinden yola çıkarak, hayatimizi kimi noktalarda kâbusa çeviren Öteki den bahsetmiştik. Aslında toplumsal uyumu sağlaması beklenen kurallar bütününü bize benimseten Öteki, ayni zamanda kendi zihinsel kabulünü kendimizle özdeşleştirme amacı da güttüğünden, Öteki tarafından tanımlanmış bir "engellilik" algısının her türlü kişi ve kurumca beslenip doğrulanması da gerekecektir. Bu bazı açılardan kendimizi karşılaştırdığımız küçük öteki olabileceği gibi, kendimiz yahut var olan düzenin sürdürebilirliğini destekleyen bir kurum da olabilmektedir.

Bu kısa hatırlatmadan sonra önce sizi bir haberle baş başa bırakıp, sonrasında geçen ay sorduğum soruya geri döneceğim:

Mayıs 2011 yılında Posta Gazetesi'nde çıkmış bir haber:

Başlık: Körlük Alıştırması Yaparken Gözleri Açıldı

"Üç çocuk annesi Emete Şık’ın görme sorunları 10 yaşındayken başladı. İlerleyen yıllarda 20 derece miyop olan gözlerini tedavi ettirebilmek için başta Kıbrıs olmak üzere, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Almanya'ya giden Şık, birçok kez uygulanan tedaviye rağmen görme yeteneğini kaybetmesine neden olan rahatsızlığa çare bulamadı.

Gözlerine Tülbent Bağlayarak Karanlığa Alışıyordu

Doktorların, 'Görme yeteneğini kaybedebilirsin' demesi nedeniyle hastalığı kabullenen Emete Şık, zaman zaman gözüne tülbent bağlayıp kendini körlüğe alıştırmaya başladı. Geçtiğimiz aylarda televizyonda Gaziantep'teki bir göz merkezi ile ilgili haberi izleyen 3 çocuk annesi Şık, son kez bu merkeze gitmeye karar verdi.

Son umutla Gaziantep'e gelen Şık, hastanenin Baş Hekimi Dr. Hüseyin Mirkelam'la tanıştı. Dr. Hüseyin Mirkelam'a sorunlarını anlatan Şık, başarılı geçen 'intralase' ameliyatının ardından kısa sürede sağlığına kavuştu. Gözlük takmaktan da kurtulan Şık, "Artık nerdeyse göremez hale gelmiştim. Doktorlar da zaman içerisinde görme yeteneğimi tamamen kaybedeceğimi söylüyordu. Ben de bu duruma alışmak için gözlerime tülbent bağlayarak kendimi körlüğe alıştırırken televizyonda izlediğim bir haber hayatimi değiştirdi. Gözlerim açıldı. Çok mutluyum. Allah o günleri bana bir daha yaşatmasın " dedi.

Hayatının İkinci Baharını Yaşıyor

Ameliyat sonrası dünyayı bir başka güzel gördüğünü ve hayatının ikinci baharını yaşayan Emete Şık, ailesiyle Gaziantep'e yerleşmeyi ve ehliyet alıp araba kullanmak istediğini söyledi.

Emete Şık’ın kâbusa dönen yaşamındaki en büyük yardımcısı olan işadamı eşi Gürsel Şık ise, hayatlarında yeni bir dönemin başladığını söyledi. Artık kâbus dolu günleri geride bıraktıklarını kaydeden Gürsel Şık, "Eşimle ikinci baharımızı yaşıyoruz. Şimdi genç kız gibi kendisine bakıyor ve gün geçtikçe daha da güzelleşiyor" diye konuştu."

Körlük kime ve hangi kuruma gidilirse gidilsin, daha önce bu kimlikle karşılaşmayanlar ağırlıklı olmak üzere, bir tür "kâbus" olarak tanımlanacaktır. Çünkü artık bütünlüğünü bir kaybediş, "normalleşmeden bir kopuş hissiyatı peyda olur. Bu kaybetme korkusunun kişiyi sarması yetmez, herhangi birinin "bu duruma düşmesi" de acınacak yahut her şekilde olumsuz bir durum olarak ifade edilmeye mahkûmdur. Zira burada ötekinin belli bir çerçeveyle sınırlandırdığı körlük algısı, haber dilinden de anlaşılacağı gibi,  kurtuluşunun "ikinci bahar" ile simgeleştirilmesiyle bir kâbus karakterine bürünmektedir. Söz konusu belayı savuşturmak yetmez,  verilen yeni "şansı" değerlendirmek amacıyla hayatı daha çok sevmek, kendimize daha çok önem verip sevdiğimiz şey ve kimselere daha fazla vakit ayırmamız da gerekmektedir.

Kör ya da sakat olarak kaybedeceğimiz ne olabilir? Bizi bir insan olarak saygı duyulmaktan,  arzuladığımız isleri yapmaktan, istediğimiz yere gitmekten, birlikte güzel vakit geçirdiğimiz insanlarla temas kurmaktan, üretmenin keyfine varmaktan alıkoyan, Ötekinin kâbusla, belayla, lanetle özdeşleştirdiği körlüğün hangi özelliği olabilir? Öyle ki biz, bu kimliği bire bir deneyimleyen insanlar olarak kimi vakitler bu özelliğe öyle kaptırıp gidiyoruz ki kendimizi, uğruna heyecan duyup emek harcamaya hazır olduğumuz kapının eşiğinden bizi geri çeviren daima ötekinin bakışları, muhtemel yargılayışları, bizi bir hamur gibi şekillendirmesine göz yummak zorunda kalışlarımız oluyor.

Ötekinin söylemini zihnimizin en işlek köşelerinde gezdirmekten mütemadiyen vazgeçemiyor, yalnız kendi yapmayış etmeyişlerimizle kalmayıp, bunu herkesin  "yapamaz edemezlerine”, bu nasıl bir saçmalıktırlarına” genelliyoruz. Teknolojiden insan zekâsının üretebileceği farklı yöntemlerin ötekinin söylemine karşı çıplak elle dövüşeceğine inanmadığımız gibi, bir de herkesin kalıp kimlik çerçevelerinden çok bir birey olarak bir şeyleri var edip, bir şeylere ulaşabileceğine saygı duymak gerekliliğini her medeni insan aksine unutuyor, ötekinin ekmeğine en kalitelisinden yağ sürmekten kendimizi alamıyoruz.

Geçen aya ilave bir soru daha:

Sakatlık/körlük/engellilik (adına her ne derseniz ) algımız çerçevesinde bakarsak, bizi düşündüren, endişelendiren, kötü hissettiren ne var? Ve bir de bu kimlikte olma hangi durumda olma, hangi isi yapma, hangi yerde olma arzusunu engelleyebilir ve neden?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.