Toplam Okunma 0

Biz ilk sayımızı çıkaralı iki sene olmuş, sizlerle paylaşalı hayatı tam iki sene. Bana kamyon çarpalı da iki sene olmuş. Hayatımdaki iki önemli şeyin üzerinden iki sene geçmiş, biri hiç olmasın isterdim, diğeri ise hep devam etsin istiyorum.
Bu ay bir yardım yakarışıyla başlayayım dedim. Sesimi duyan var mı? Mikrosaldırıya uğruyorum. Mikrosaldırının ne olduğunu merak edenler sevgili Elif Emir Öksüz’ün “Engelli ama çok başarılı maşallah” yazısını okuduklarında ne ile ilgili yardım istediğimi anlayacaktırlar. Bir hatırlatma olması için Elif’in tanımını alıntılıyorum:”Mikrosaldırganlık, dini ve etnik azınlıklar, farklı ırktan insanlar, kadınlar, engelliler, LGBTQI bireyler gibi bir hedef gruba, günlük etkileşimler sırasında iletilen basmakalıp, özet, aşağılayıcı sözel veya davranışsal mesajlardır. Kasıtlı yapılsın ya da yapılmasın, onur kırıcı, düşmanca ve hor gören bir eylemdir (Sue ve Sue, 2013).”
Kimler mi faili bu saldırıların, herkes potansiyel fail. Terapistlerden tutun da, hiç tanımadığınız insanlara; en sevdiklerinizden tutun da, nefret etiğiniz insanlara kadar herkes mikrosaldırgan olabilir.
Bu saldırılar mikro yani öyle ufak tefek olaylar, abartmaya gerek yok diyenler olmuştur ama araştırmalar bu ufak tefek deneyimlerin sonuçlarının pek de ufak tefek olmadığını söylüyor (Keller & Galgay, 2010; Sue, 2010). Neden mi bu mikrosaldırılar zararlı? Altında yatan varsayımlar ve karşıdakine verdiği örtük mesajlardan dolayı.
Engellilik ve mikrosaldırganlıkla ilgili çalışmalar çok kısıtlı ama olanlar temel bazı mesajlar belirlemişler (Keller & Galgay, 2010). Bunlardan ilki “kimliğinin tanınmaması”. Bu mikrosaldırıya aşağıda örnekler vereceğim, sonra da bu sözlerin altında yatanlardan bahsedeceğim.
Otobüste karşılaşılan Münevver Hanım, “Ay bir komşumuz var da aynı senin gibi, hani o sizin derneklere gidip geliyor o da, Hüseyin, tanırsın sen onu”.  Namı diğer Hüseyin ve benim birbirimizi tanımamız lazım, zira biz körler hep aynı yerlere gider geliriz ve hep de birbirimizi tanırız.
Münevver Hanım İzmirliymiş aslında. Diyelim ki otobüste karşılaştığı bir kişi ona dese ki ”Ay siz de mi İzmirliydiniz, benim alt komşum Melahat Hanımlar da İzmirli, siz bilirsiniz onu mutlaka, her bayram İzmir’e giderler onlar.”
Her İzmirlinin mutlaka İzmir’e gidip geldiği ve bu İzmir’de aynı yere gidip geldiği. Yani bu körler şurada bir dernek var hepsi oraya gider gelir. Mesela siz derneğe falan gitmiyorsunuzdur diyelim ama bunun bir önemi yok. Eğer Ankaralıysanız mesela ve Kurtuluş’a yolunuz düştüyse, mesela KYK’ya gidecekseniz, birisi kolunuza yapıştığı gibi “Sizinkilerin derneği burada” diye çekiştirmeye başlar. Ya da es kaza birinden yardım istediniz ve ortamda başka körler de var. Size yardım eden işgüzar, körlerin hepsinin birbirini tanıdığı varsayımıyla sizi tutar ve diğer körlerin yanına götürüverir “aaa bak burada da arkadaşların var.”
Tüm bu durumlarda bizim kör olmak dışında bir özelliğimiz, yani bizi biz yapan bir şey yoktur. Verilen mesaj: Sen körlüğünden ibaretsin.
İkinci bir mikrosaldırı ise “engellilerin çaresiz olduğu”. Uf bu işte çok yaygın. Bu mikrosaldırı bazen kör arkadaşlarımızı bağımsız hareket etme, bir yerlere kendi gidip gelme fikrinden bile soğutuyor.
Diyelim öyle gidiyorsunuz bastonla, her gün gidip geldiğiniz yol, her şey yolunda ve bir yandan da yürümenin tadını çıkarıyorsunuz. Aniden birisi kolunuza yapışıveriyor ya da en eğlencelisi bastonunuzdan ya da sırt çantanızdan sizi tutuveriyor: “aman ha kaldırım bitiyor orada!”. Şimdi ölür müsün öldürür müsün? Sizin tadını çıkardığınız yürüyüşten eser kalamadığı gibi yardıma ihtiyacınız olmadığı halde, size sorulmadan, hatta kişisel alanınız kolunuza yabancı birinin yapışması suretiyle hiçe sayılarak zorla yardım edilmeye çalışıyorsunuz. Bir değil, iki değil, ara sıra hiç değil, her gün, birkaç kez size aynı varsayımla yardım edilmeye çalışılıyor. Bu ayakkabınızı bağlamak için önünüze atlayan birinden tutun da, çayınızı karıştıranlara kadar varan bir davranış yelpazesi. Ben bunun en çok benim evimde olanına hastayım, mesela çay koyuyorum değil mi, hemen biri atlayıverip elimden demliği alıyor. Hayda kendi evimde, yani kendi çöplüğümde bile mi ötemeyeceğim ben? Ya da sence her gün biri gelip benim çayımı mı dolduruyor? Düşünürken bir örnek daha geldi aklıma. Otobüsle şehirlerarası yolda yolculuk ediyorum, mola yerinde muavine tuvaletlerin ne tarafta olduğunu sordum. Aldığım cevap beni benden geçirdi: “Sahibin yok mu senin, seni neden böyle tek başına salıverdiler?” Bakalım ben bundan ne anladım: Ben sahibi olması gereken bir şeyim, tek başıma yolculuk etmemeliyim, ediyorsam bu benim ailemin ya da sahibim her kimse onun sorumsuzluğu ve ben onların dünyasında tek başıma yer almamalıyım. Adam benim tek başıma olma fikrimden rahatsız oldu, yardım istediğim zaman da yardım istediğimden fazlasına ihtiyacım olduğu varsayıldı.
Verilen mesaj: Sen hep yardıma muhtaçsın, hiçbir şeyi kendin yapamazsın ya da senin yaptığın şekli normal değil, ben sana yardım edeceğim.
Bir üçüncü tip mikrosaldırganlık mahremiyetinizin hiçe sayılması. Bunu bazen görmezden geliyorsunuz da her zaman o kadar kolay olmuyor işte. “Cık cık ne kadar da güzelsin halbuki Allah’ın işi işte, doğuştan mı? İçimden geçen cevap “Sana ne”. Genelde söylediğim şey: “evet”. “Ama hiç üzülme sen, öbür dünyada mükâfatı var bunun.”  Aklımdan geçen, “Ben zaten üzülmüyorum ki, bir rahat bıraksan”. Söylediğim şey “he”.  “Ay hiç mi görmüyorsun?” “ Dürüst cevap: “Biraz görüyorum ama gittikçe azalıyor ve ışığa göre falan değişiyor.” Önceden bu cevabı verince: “Beni görüyor musun? Bu kaç?”  Hayda göz muayenesine mi geldik. Artık verdiğim cevap: “Hiç görmüyorum”. O zaman da “Tedavisi yok mu? İçimden geçen: “Var da ben olmuyorum, ya da sana ne veya senin fütursuzluğunun tedavisi var mı acaba”. Genelde söylediğim şey ise: ”Yok”. Bu konuşma “Ama göz nakli yapıyorlarmış artık”... gibi devam eder gider.
Bu yazıyı okuyan bazılarınız ne var canım insanlar sorduysa, sen de çok alıngansın diyebilir. Ama daha önce de dediğim gibi bir değil iki değil, hiç tanımadığım insanlara durup dururken kendimle ilgili neden bu kadar şey anlatayım ki. Tanımadığım insanların bana böyle sorular sormaya hakkı var mı? Yani derdim körlükle ilgili konuşmak değil, beni tanıyanlar bilir, körlüğümle derdim yoktur benim, benim derdim sağlamcılığı içselleştirmiş fütursuzlarla.
Bu, mahremiyetin engellilik bilgisini hiçe sayması ama dahası da var. Yine birinden tuvaleti bulmak için yardım istedim. Engelli tuvaletini gösterdi. Ama kadın bir türlü dışarı çıkmıyor. Ben: “Teşekkür ederim”, kadın “ha ben yardım edeyim diye”. Ben önce anlamadım ama sonra yine teşekkür ettim ve gerek olmadığını söyledim ve kadın ancak dışarı çıktı. Şimdi bu hikâyede hem yardıma muhtaç olduğum hem de mahremiyetimin hiçe sayılması durumu var. Ya ne işin var benimle tuvalette, çık dışarı kadın. Ben soyunma odalarında bile soyunup giyinmiyorum, tuvalete gidip giyiniyorum, senin yanında mı tuvaletimi yapacağım?
Bu yazıda sizinle engellilikle ilgili mikrosaldırganlık tiplerinden kimliğin tanınmaması, çaresiz olarak algılanma ve mahremiyetinizin hiçe sayılmasını örnekler vererek paylaştım. Beş tip daha engellilikle ilgili belirlenmiş mikrosaldırı var. Eminim sizin de benzer hikâyeleriniz vardır. Bir dahaki sayıda kalan beş tip mikrosaldırıdan bahsedeceğim ve bu saldırılara cevap vermenin güçlüklerini tartışacağım.

Emir Öksüz, E., (2014) Engelli ama çok başarılı maşallah, EEEH Dergi. 4. PP  
Keller, R. M., & Galgay, C. E. (2010). Microaggressive experiences of people with disabilities. Microaggressions and marginality: Manifestation, dynamics, and impact, 241-268.
Sue, D. W. (2010). Microaggressions and marginality: Manifestation, dynamics, and impact: John Wiley & Sons.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.