Toplam Okunma 0

Savaşlar insanları öldürdüğü kadar sakat da bırakır. O kadar ki geçen asırda yaşanan dünya savaşlarında milyonlarca insan sakat kalmasaydı belki de sakat hakları bugün bulunduğu seviyeye gelemezdi. Çünkü rehabilitasyon merkezlerinden yardımcı teknolojilere kadar bugün sakatların bir şekilde istifade ettiği ne varsa hepsi evvela savaşta yaralanan askerler için düşünülmüştü. Ayrıca savaşlarda yaralanan bu askerler farkında olmadan sivil sakatların da toplum içinde daha görünür olmasına hizmet ettiler. Savaşta yaralanıp sakat kalmak, başka sakatlıklara benzemez. Bir kere savaşlarda ölenler ya da yaralananlar umumiyetle toplumun yoksul tabakasındandır. Bu yüzden bilhassa kol kuvveti gerektiren işlerde evin erkeği sayılan gencin çalışamayacak hale gelmesi, yoksul aileler için yokluğun ve çaresizliğin daha da derinleşmesi demektir. O kadar ki sakatlar için rehabilitasyon merkezleri açılması, onlara devlet dairelerinde vesaire iş yerlerinde iş verilmesi, yukarıda sözünü ettiğimiz işgücü kaybının küresel çapta bir travmaya dönüşmesine mani olmak içindir. Bir uzvunu kan ve barut kokan savaş alanlarında bırakmak bir yana, ömrünün uzun bir bölümünü askeri hastanelerde ve askeri rehabilitasyon merkezlerinde geçirmek, bir harp malulü için askerliğin askerden sonra da devam etmesi manasına gelir. İçinde yaşadığımız coğrafya; harbin, darbın bitmediği ve kolay kolay bitecek gibi gözükmediği bir yer. Bu sebepten ülke olarak gerek terörle mücadelede gerek büyük şehirlere yapılan canlı bomba saldırılarında birçok asker ve sivil, kalıcı bir şekilde sakatlanıyor. Ülke olarak şehidimizden çok gazimiz olduğunu söylesem yanlış olmaz. Bu aralar Güneydoğu gazilerini mevzu edinen bir film izledim; bir de kitap okudum.

 

Filmin ismi, Yazı Tura. Yönetmeni, Uğur Yücel. Çıkış tarihi, 2004. Film Güneydoğu’da gazi olan iki askerin hikayesinden yola çıkılarak çekilmiş. Rıdvan, lisede bir Kürt kızına aşıktır ve kızla görüşmeye başlamıştır. Ancak kızın babası memlekete dönmeye karar verince aşkları yarım kalır. Rıdvan liseden sonra köy işlerinde çalışmaya başlar. Yaşı gelince de hemen askere alınır. Bir gün, bir çatışmada bir terörist öldürür. Ölen teröristin koynundan kendi resmi çıkınca öldürdüğü teröristin lisedeyken aşk yaşadığı Kürt kızı olduğunu anlar. O sinirle çatışma bölgesinde koşmaya, sağa sola rastgele ateş etmeye başlar. Silah arkadaşı Cevher de Rıdvan’ı sakinleştirmek için peşinden koşmaktadır. O sırada Rıdvan, teröristlerin evvelden döşedikleri mayına basar. Mayının patlamasıyla Rıdvan bir bacağını, Cevher bir kulağını kaybeder. Filmin ayrıntılı tahlilini, betimleme uzmanımız Gülcan Altun’a havale etmekle beraber, film ile alakalı kısa bir değerlendirme yapmaktan kendimi alamayacağım. Filmin bence en vurucu repliği Rıdvan’ın köydeki sözlüsünün annesinin söylediğidir. Rıdvan protez bacağını taktırıp köyüne dönmüştür. Sözlüsünü istemeye gidecekleri sırada kızın annesi: “Benim elin sakatına verecek kızım yok” diyerek bu işe razı olmaz. İşte bilhassa gazilerin yaşadığı “iki kimlik arasında” yaşama hali yukarıdaki cümlede özetlenmiştir diyebilirim. Memleketiniz için savaşırken sakat kaldığınızda artık gazi kimliğine sahipsinizdir. Toplumda kimliğinizin gerektirdiği saygıyı görmeyi beklersiniz. Aile ortamınızda, arkadaş çevrenizde, bazen devlet dairelerinde bu saygıyı görürsünüz de. Fakat mesela hayatınızı kolaylaştıracak protezi ya da tekerlekli sandalyeyi talep ettiğinizde, bir iş bulup çalışmak ya da sevdiğiniz insanla hayatınızı birleştirmek istediğinizde, anında ülkesi için bacağını feda etmiş gazi derecesinden “elin sakatı” derekesine yuvarlanıverirsiniz. Bu kertede filmdeki Rıdvan gibi: “Ben bu bacağı sizin için kaybettim!” diye haykırmanız hiçbir işe yaramaz.

 

Bugün memleketimizde gazi kimliğiyle “elin sakatı” kimliği arasında yaşayan binlerce gazimiz var. Kendisi de bir Güneydoğu gazisi olan Koray Gürbüz, o gazilerden ulaşabildiklerinin hayat hikayelerini derlediği bir kitap neşretmiş. Kitabın ismi, Unutmayın. Yazarı, Koray Gürbüz. Yayınevi, Kırmızı Kedi Yayınları. Çıkış tarihi, 2017. GETEM’de de bulabileceğiniz bu kitapta ismi geçen gazilerin askerde yaralandıktan sonraki süreçte yaşadıklarının yanı sıra askere gitmeden önceki hayatları da kısaca anlatılıyor. Kitaptan bu gazilerin çoğunun yoksul ailelerden geldiklerini, çocukluk çağlarından askere gittikleri vakte kadar çeşitli işlerde çalıştıklarını, askerde yaralandıktan sonra da yapacakları işin engel durumlarına uygun olup olmadığına bakmaksızın gerek kendi işlerinde gerek devletin verdiği işlerde çalışıp aile bütçesine katkıda bulunmaya devam ettiklerini öğreniyoruz. Gazilerin ihtiyaç duydukları ortez ve protezin devlet tarafından tam olarak karşılanmaması, kitap için röportaj veren gazilerin ortak şikâyeti. Ancak benim kitapta en çok dikkatimi çeken husus, kitap için röportaj veren bazı gazilerin, “Biz engelli değiliz. Biz Güneydoğu gazisiyiz. Bizi engellilerle bir tutmasınlar” demeleri. Böyle söyleyen gazilerin anlamadıkları şey şu; ihtiyaç duydukları proteze ulaşamamalarına, engel durumlarına uygun iş bulamamalarına, sevdikleri insanla evlenememelerine sebep olan şey şerefle taşıdıkları “gazi” kimliği değil. Her fırsatta görmezden geldikleri, kendisinden soyutlanmaya çalıştıkları “sakat” kimlikleri. Onların bunu inkâr etmeleri, toplumun ve devletin en ufak bir hak talebine karşı onların “gazi” kimliğini görmezden gelip anında “elin sakatı” muamelesi çekmeye başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik ülkemizdeki sakat hareketinin temeli İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerde olduğu gibi savaşlarda yaralanan askerlere dayanmıyor. Yani Güneydoğu’daki çatışmalarda sakat kalarak gazi olanların faydalandıkları haklar, sivil sakat örgütlerinin uzun soluklu mücadeleler vererek elde ettiklerinden ibaret. Bu yüzden Güneydoğu gazileri eğer daha rahat, daha insanca, daha erişilebilir bir hayat yaşamak istiyorlarsa kendilerini diğer sakatlardan ayrı görme saçmalığını bir kenara bırakıp sakat mücadelesine omuz vermelidirler. Çünkü uygun proteze, uygun tekerlekli sandalyeye erişememek, erişilebilir olmayan yer ve mekânlara ulaşamamak, kabiliyet ve kapasitesine uygun bir iş bulamamak, sadece Güneydoğu gazilerinin değil tüm sakatların ortak meselesidir. Ve bu meseleler ancak beraber hareket edildiğinde bir çözüme kavuşturulabilir.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.