Toplam Okunma 0
Siyah bir çerçevenin içerisinde, taş döşemeli bir yolda, beyaz bastonlu bir adam görsele bakan kişiye doğru yürüyor.

Evimin çaprazındaki Numune Semt Polikliniğinin önünden karşıya geçmek için kaldırımda bekliyorum. Tam adımımı yola atmaya niyetlendiğim sırada bir belediye otobüsü yolun sol tarafından hızla gelip geçiyor. Yolun hastaneden taraf olan şeridi yokuş aşağı meyilli olduğu için önüne çıkmam halinde otobüsün durması imkansız. O sırada henüz yola adımımı atmadığım için otobüsün altında kalmaktan kurtulmuş oluyorum. Yoldan araba gelmediğine iyice emin olunca “Vira bismillah” deyip adımımı yola atıyor ve iki şeridi birbirinden ayıran refüjün üstüne kadar geliyorum. Refüjden karşı kaldırıma geçmek için hamle yaptığım sırada yolun sağ tarafından bir kamyonun homurdanarak geldiğini duyuyorum. Allah’tan yolun karşı şeridinin yönü yokuş yukarı da kamyon fazla hız yapamıyor. Ben de bundan istifadeyle karşı kaldırıma geçmeye muvaffak oluyorum.

 

Sola doğru yılan gibi kıvrılan kaldırımın üzerinde yürürken her adımda bastonumla kaldırımı kontrol ediyorum. Eğer kaldırımın kıvrımlarını kaçırıp düz gitmeye devam edersem kenardan yola düşerim. O kaldırımı kazasız belasız tamamlayıp iki kaldırımı ayıran ara sokaktan geçerek yolun hizasındaki bir sonraki kaldırıma ulaşıyorum. Ama bu kaldırımda hızlı yürümek mümkün değil ve benim işe yetişmek için hızlı yürümem gerekiyor. Bu yüzden kaldırımdan inip kenardan yürümeye çalışıyorum. Bu sefer de yolumu kaldırımın kenarına park etmiş arabalar kesiyor. “Nasıl olsa yol tenha” diyerek biraz daha yoldan beri yürüyorum. Ben böyle arabasız yolda değnekli dolaşırken bir el koluma yapışıp sertçe çekiyor. Daha “Ne oluyor?” demeye kalmadan benim az evvel bulunduğum mevkiden yıldırım hızıyla geçen bir arabanın rüzgarı yüzüme çarpıyor. Neyse ki yüzüme çarpan arabanın kendisi değil, sadece rüzgarı.

 

Tren istasyonunun önüne geldiğim zaman yaklaşık yüz metre ilerideki ışıklara kadar gidip ışığın düğmesine basıyorum. Bir süre bekledikten sonra arabaların durmasından bana yeşil yandığını anlayıp yola fırlıyorum. Tam o esnada egzozuna ıslık aparatı takılmış bir Şahin kendisine kırmızı yandığına aldırmadan önümden ya da arkamdan vınlayarak geçiyor. Bir şekilde o yoldan da başıma bir hal gelmeden geçtikten sonra iş yerime ulaşıyorum.

 

Ecelim daha gelmediğinden olsa gerek hemen her gün işte böyle bazen bir saniye, bazen bir adım farkıyla hayatta kalıyorum. Her ne kadar günün sonunda şair ilhan Sami Çomak gibi ”Hayattayız nihayet” desem de ölümle aramda bir adımlık mesafe kaldığı o anlarda yazılarım ve şiirlerim geliyor aklıma. Ölümüm halinde benden geriye kalacak olan tek şey onlar çünkü.

 

Tüm bunları uzun uzun anlatmamın sebebine gelince, son günlerde karşıdan karşıya geçmek hususunda bana bir cesaret geldi. Eskiden yolun boş olduğunu bilsem de karşıya geçmek için birinin gelip koluma girmesini beklerdim. Şimdi ise her şeye rağmen karşıdan karşıya tek başıma geçme cesaretini gösterebiliyorum. Beni bağımsız bir hayata bir adım daha yaklaştıran bu cesaret bir yandan da beni korkutuyor. Aslında beni korkutan cesaretten ziyade onun tedbirsizliği de beraberinde getirmesi. Bilhassa büyük şehirlerde bir anlık dalgınlığın telafisi yok malum. Ne dersin kıymetli okuyucu! Fazla cesaret öldürür mü?

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.