Merhaba dostlar, malumunuz dünya pandemi süreciyle baş etmeye çalışıyor. Bugün yeryüzünde yaşayan hiç kimsenin böyle bir deneyimi olmadığından da kimin neyi nasıl yapacağı bilinmiyor. Biz engelliler, halen sadece insan olarak görülmediğimizden, gerek alınan tedbirlerde gerek normalleşme sürecinde farklı muamelelere maruz bırakılıyoruz. Geçmişten başlayıp günümüzde de artarak devam eden “Ayrımcılık” hakkında biraz konuşalım istedim bu ay.
Hepimizin hayali, engelli ayrımının ortadan kalkması, toplumun engelli bireylerinin de sadece insan olarak görülmesi ve tüm erişilebilirlik düzenlemelerinin tam olarak yapıldığı ideal bir dünyada yaşamak. Ancak, özellikle ülkemiz açısından, bu hayalden oldukça uzak noktalardayız. Henüz kaldırım üzerine park eden arabalarla, yaya yolunu kendi dükkânı zanneden esnafla, lokantada bizi muhatap almayan garsonla, otobüste bize eşya muamelesi yapan şoförle mücadele etmekteyiz. Yine de inanmak istiyorum bir gün hayalimizdeki dünyaya ulaşacağımıza.
“Peki, bazen büyük, bazen küçük, bazen travmatik, bazen gülüp geçebildiğimiz bu muamelelerde ayrımcılık nerede başlıyor?” derseniz, işte o kısım kocaman bir okyanus.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki ülkemizin de taraf olduğu birçok uluslararası düzenlemede ayrımcılık, bireyin herhangi bir özelliği nedeni ile diğerlerinden farklı muameleye maruz bırakılması olarak ifade ediliyor. Bu din, dil, ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ya da fiziksel özellikler olabilir. Bu durumda, günlük hayatımızın devamı sırasında salt engelli olmamız yani yeti farklarımızın bulunması nedeni ile karşılaştığımız olumlu ya da olumsuz tüm davranışlar, ayrımcılık olarak nitelendirilir. Birçok engelli arkadaşımızda karşılaştığımız, bireyin engelli olması nedeni ile gördüğü olumlu davranışı ayrımcılık olarak kabul etmeme eğilimi, sözünü ettiğimiz kabul bağlamında geçersizdir. Ayrımcılığın “Pozitif Ayrımcılık” ve “Negatif Ayrımcılık” olarak sınıflandırması yapılmakla birlikte; temelde gösterilen davranış mantığı aynıdır.
Peki, ayrımcılık nerede erişilebilirlik düzenlemesi? Nerede şiddet halini alır. Ben olaya bu pencereden bakılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her ne kadar biz bu zamana kadar erişilebilirlik düzenlemesini sadece yeti farklılığı olan bireyler için düşünmüşsekte aslında herkes için ihtiyaç olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, ben kısaca şiddet boyutuna kayan ayrımcılıktan ve bunun iç hukukumuzdaki yerinden bahsetmek istiyorum.
Yeti farklılığınız bulunması nedeni ile uğradığınız ve sizi fiziksel ya da ruhsal anlamda zarara uğratan her davranış, ayrımcılıktır. Uluslararası literatür bu durumu fiziksel ya da ruhsal şiddet olarak kabul eder ve söz konusu eylem, düzenlendiği mevzuat enstrümanına göre farklı yaptırımlara tabi tutulur. Engelli olduğunuz için bir tatil köyü ya da otele alınmamaktan; bir alışveriş merkezinde size ürün satılmamasına; bankada hesap açtıramamaktan, toplu taşımada elinizden kolunuzdan tutularak sürüklenmeye; bir binadaki işinizi halledebilmek için ilgili kişinin katına çıkamamaktan, imzanızda şahit dayatmasına; rampa bulunmadığından kaldırımdan inememekten, durağa hangi otobüsün geldiğini anlayamamanıza; istediğiniz okula gidememekten, istediğiniz sanat eserine ulaşamamaya; sözlü tacizden, istediğiniz web sitesini kullanamamaya kadar karşılaştığınız tüm eylem ve durumlar ayrımcılık teşkil eder.
İç hukukumuzda size yönelen bir davranışın ayrımcılık olarak kabul edilebilmesi için, o davranışın nefret saikı ile yapılması gerekiyor. Bir başka deyişle, size karşı yapılan eylemin örneğin ürün satmama davranışının, kişinin sizin engelli olmanıza karşı nefret duyması nedeni ile gerçekleşmesi gerekiyor. Sonuç olarak, ispat etmeniz gereken şey bir duygu. “Peki, bu nasıl ispat edilir?” derseniz; 17 yıllık meslek hayatım ve 4 yıllık fakülte eğitimimle ben bu konuda çok yetersizim. Çünkü duygunun ispatı neredeyse imkânsızdır. Örneğin bir mağazaya gidiyorsunuz ve ürün satın almak istiyorsunuz. Satıcı ısrarla ürünü satmak istemiyor hatta olay okadar büyüyor ki tartışıyorsunuz ve yargıya taşınıyor. Satıcı ifade verirken; “Efendim ben bu şahsı tanımam bile. Neden nefret edeyim; sadece olay anında gerildim.” Derse; sizin bu savı çürütebilecek hiçbir enstrümanınız yok. Eliniz kolunuz bağlı kös kös kapanmış dosyanızı izleyeceksiniz.
Böyle olumsuz bir tablo çizmek istemezdim ama gerçekten Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesinde getirilen düzenleme ile çizilen tablo bu. Bir eylemin ayrımcılık kapsamında değerlendirilebilmesi için o eylemin nefret saikı ile gerçekleştirilmesi koşulu, suçun asli unsurlarından. Bir başka deyişle olmazsa olmaz koşullarından birisi. Bu bağlamda bakıldığında, evet ülkemizde ayrımcılığın suç olarak düzenlendiği bir madde var ama uygulama kabiliyeti olmayan bir madde. Sadece kanun dolduran, sorulduğunda, “Var” denilebilecek ama kâğıt üzerindeki sembollerden ibaret bir madde. Engellilik mücadelesi bağlamında öncelikle savaş vermemiz ve acilen değiştirilmesini sağlamamız gereken bir durum. Zira ayrımcılık tamamen yaptırımsız bırakıldığı için, önceden gelen kalıp yargılarla şekillenen insan davranışlarının evrilmesi, düzelmesi ve insanın bilinçlenmesi olasılığı da ortadan kalkıyor.
Bu durumda ne mi yapalım? Haydi birleşelim; hayalimizdeki dünyayı var etmek, kâğıt üzerinde izden değil; hak ararken sesten oluşan yasalar yaptırabilmek için.