Toplam Okunma 0

Geçen gün bizim mahallenin parkındaki spor bisikletinde biraz antrenman yaptım. Çünkü bugünlerde Eş Pedal Derneği’nin tertip ettiği tandem bisiklet sürüşlerine katılıyorum. Fakat ne yazık ki bu sürüşlerde benden beklenen performansı gösteremiyorum. Hatta performans göstermek şöyle dursun zaman zaman bana pilotluk eden arkadaşa adeta kendimi taşıttığım oluyor. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Zira ben 25 yaşında gerçek manada bisiklet sürmeye başlayan birisiyim. Onu da ancak 3 sefer sürebildim. İşte o sürüşlerde sürüş performansımı arttırabilmek için parklardaki spor bisikletlerinden faydalanıyorum. Henüz gerçek bisiklet süremiyorum malum. O spor bisikletlerinde yaptığım antrenmanlar sırasında zihnimde boş durmayıp beni zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Kendimi daha 3 yaşındayken 1997 senesinde kanserden vefat eden amcamın kuzenlerime aldığı çocuk bisikletini sürerken buluyorum. Zihnim o çocuk bisikletinden inmediğim, onunla bağlarda, bahçelerde fink attığım, vefat eden amcamın oğullarıyla basket oynadığım, hatta ağaçlara tırmandığım ilk çocukluk günlerimi arşivden çıkarıp gözümün önüne getiriyor. Tüm bu aktivitelerin ben okula başlayana kadar devam ettiğini, okula başladıktan sonra hepsinin bıçak gibi kesildiğini hatırlıyorum neden sonra. Bu aktivitelerin arasında da en çok bisiklet sürmeyi özlüyorum. Zihnim bunlarla meşgulken ayaklarım parktaki spor bisikletinin üzerinde pedal çevirmeye devam ediyor. Düşüncelerim bu sefer beni hürriyetimi kazanabilmek için başta kendim olmak üzere neredeyse çevremdeki herkesle mücadele ettiğim senelere götürüyor. O günlerin heyecanı içinde aklıma kendime bir bisiklet alıp bisiklet sürmeyi öğrenme fikri geliyor. Bu fikir aklıma gelir gelmez kendime bir bisiklet alabilmek için harçlıklarımı biriktirmeye başlıyorum. Hatta harçlıklarımı biriktire bilmem için boğazımdan kesmem gerektiği günler oluyor. Nihayet sene sonunda bisiklet almak için lazım gelen parayı tedarik edip sınıftan bir arkadaşa bir bisiklet aldırıyorum. Gel gelelim okulda tek başıma dışarıya çıkmama izin vermeyen hocalar o bisikleti almama da izin vermiyorlar. Uzun mücadeleler neticesinde bisikleti köye götürmeyi başarıyorum. Ancak bırakın bisiklet sürmeyi öğrenmeyi, bisikleti kaldırmayı bile beceremiyorum. İşte tam o sırada televizyonda körlerin bisiklet sporu yaptıklarından bahseden bir programa rast geliyorum. Ben bisikleti yerinden dahi oynatamazken birilerinin bisiklet sürmeyi başardığını öğrenmek beni hem sevindiriyor; hem meraklandırıyor. Hemen o sırada engelli sporunun içinde aktif olarak yer alan bir arkadaşımı arayıp körlerin nasıl bisiklet sürdüklerini soruyorum. Arkadaşım bana bugünkü tandem bisiklet metodunu kısaca izah ediyor. Ve o anda kendime ne olursa olsun günün birinde diğerleri gibi bisiklet süreceğime söz veriyorum. Ankara’ya yerleşir yerleşmez orada bisiklet sürmenin imkânlarını araştırıyorum. Karşıma Eş Pedal Derneği çıkıyor. Derneğin Ankara temsilcisi Hüseyin Alkan’la yaptığım görüşmeler neticesinde derneğin 30 Eylül’de yapacağı sürüşe katılmam münasip görülüyor. Ne var ki sürüş zamanı geldiğinde bisiklet sürmenin öyle kolay bir şey olmadığı meydana çıkıyor. İki gün Böyle uzun süre kondisyon gerektiren sporlara alışkın olmayan bacaklarımın ağrısından duramıyorum. Hatta sürüş sırasında ufak çaplı bir kaza dahi yaşıyorum. Ondan sonra bir kere de Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali sırasında binme imkânı buldum tandem bisiklete. En son geçen hafta Eş Pedal Derneği’nin Eymir Gölü sürüşüne katıldım. Bu seferde bindiğim bisikletin tekerleği patladı. Benim bisiklete binme maceram o kadar da iç açıcı değil anlayacağınız. Ama bisiklete binmekten vazgeçmeyi düşünmüyorum. Çünkü çocukluğumda bisiklete binen, ağaçlara tırmanan beni zamanla oturduğu evden başka bir yeri bilmeyen birisi yapan zihniyete baş kaldırmanın en güzel yolunun bisiklete binmek, denize gitmek, uzun yolculuklara çıkmak, kısacası inadına yaşamak olduğuna inanıyorum. Ve biliyorum ki “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler.” diye ağlamanın bana hiçbir faydası yok.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.