Toplam Okunma 0

Geçen sayımızda ilk bölümünü yayımladığımız sohbetimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız sayın okuyucular. İşte buyrun:

Gülcan: Sen işin bu ayağında değilsin ama gene de bildiğin kadarıyla montajlama için teknik bir temel arıyor musunuz? Bununla ilgili ayrı kurallar var mı uyulması gereken? Filmlerden benim aklımda kalan şu: Sen ya da başka bir sesli betimleme seslendirmeni seslendirdiği zaman, onu DVD veya mP3 dosyasına entegre ediyorsunuz ama Hayal Ortağım’da ayrı bir ses dosyası var. Bu sinemada film izlerken film ile anında eşleşiyor ve betimleme uygulamadan ayrı takip edilebiliyor. Aynı film televizyondan izlenirken Hayal Ortağım'daki ses dosyası ile entegre olabiliyor mu? Kemal Özceyhan Semineri’nde sesli betimleme değerlendirilirken Skype üzerinden Oğuzhan sormuş. Hayal Ortağım'daki gibi sesli betimleme ses dosyası ayrı olsa ve kör izleyici herhangi bir yerden bulduğu film videosu ile seslendirme dosyasını eşleştirse, betimleme takip edilebilir mi? 2017 Ocak ayından bu yana bu anlamda değişen bir şeyler var mı? Veya işte montajlama ile ilgili neler söyleyebilirsin?

Emine: Şimdi şöyle: Montaj konusunda daha detaylı bilgiyi alacağın kişi Olgun'dur. Çünkü montaj grubu ile daha çok o ilgileniyor. Öncelikle şunu söylemek isterim. Sesli Betimleme Derneği'nin montaj hizmeti aldığı kurum, Dağ Prodüksiyon. Aslında SEBEDER ile organik bağı olmayan farklı bir kurum ama uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz. Ankara Ofisi ile SEBEDER mekânları altlı üstlü olduğu için zaten... Oraya işe alınacak kişilere SEBEDER müdahil olmuyor. Ancak beklediğimiz özellikleri biz onlara dayatıyoruz. Şunları yapabiliyor olması; montaj programını kullanabiliyor olması; en baştaki tabii ki de aranan özellikler.

Tabii ki uyulması gereken kurallar var. En başta betimleme sesinin, filmin sesinin üzerine çıkmaması. Filmin efekt seslerinin veya müziğinin kısılmaması. Filmin sesine çok fazla müdahale edilmemesi. Betimleme sesinin temizlenip doğru aralıklara yerleştirilmesi gibi çok basit... Bunlar en temel kurallar ama bunun dışında da Olgun'un sana anlatacağı kim bilir ne kadar kural vardır. Ben o işin çıkışına bakarım. Mesela "olmuş, olmamış", gibi. Ama o arada ne tür işlemler oluyor, Olgun'dur o işin bizim içimizdeki uzmanı.

Hayal Ortağım için yapılan işlerde, evet biz betimlemeyi MP3 dosyası olarak gönderiyoruz, biliyorsun. Ve oradan indirip uygulama onları eşliyor filmle betimleme sesini ve dinliyorsunuz. Bunu televizyondan bildiğim kadarıyla dinleyemiyorsunuz. Çünkü orada senkronda kaymalar yaşanıyor. Ama sinemada yayınlanan versiyonu internette bulabilirseniz, Bildiğim kadarıyla orada da eşleşiyor ve siz izleyebiliyorsunuz.

Gülcan'ın yorumu: Anladım. Dolayısıyla aynı video bulunamayacağı için şimdilik o sistem mümkün değil gibi gözüküyor değil mi bugün itibariyle?

Emine: Betimleme Tartışmaları'nda bunu yaptığını söyleyen arkadaşlar olmuştu. Zaman zaman sinema salonlarından filmler dışarı sızabiliyor. O sanırım öyle bir şeyden bahsetti. Ama internet ortamında zaman zaman sanırım bulana rastlayabilirsiniz, Bilmiyorum.

Gülcan'ın yorumu": Yok yok! Mesela sen metni yazdın. Eski bir film de olabilir. Şimdi sesli betimlemesi var ama diyelim ki “Al Yazmalım Selvi Boylum” için. Sen metni yazdın. Bir şekilde filmin videosunu bulduk. Ama dolayısıyla aynı video bulunamayacağı için onların eşleşmesi çok zor. Bugün o mümkün değil.

Emine: Aa evet! Özellikle yabancı filmlerde dublajda da sıkıntı yaşarsınız. Zaman zaman çok farklı dublajlara biz de rastlıyoruz ve çok sıkıntı yaşanabiliyor. Mesela bir kurumun yaptırdığı bir filmi başka bir kurum da istiyor. Biz en azından bir revizeden geçirerek aynı metni kullanabilir miyiz diye bakıyoruz ama dublaj değiştiyse isimlerin okunuşundan tut da bazen rakamlar bile farklı çevrilmiş oluyor. Böyle biz, aynı filmi bir daha baştan hazırlıyoruz. Çok farklı sıkıntılar da çıkabiliyor.

Gülcan: Peki, Şebbi Aruz, Fındıkkıran Balesi ve çeşitli tiyatro betimlemelerinin olduğunu gene siteden okuyoruz. Ayrıca Betimleme Tartışmaları grubundan da biliyoruz. Bunlar nasıl yapılıyor kısaca anlatabilir misin? Ben çok merak ediyorum. Mesela İzmir'de de bir tiyatro betimlemesi olmuş. Ben duyurularda çok geç gördüğüm için ne yazık ki katılamadım. Oysa çok isterdim böyle bir deneyimi yaşayabilmeyi. Nasıl oluyor bu sistem?

Emine: İzmir'deki betimlemede bizden sadece metin istediler. Orada seslendirmeyi onlar yaptı. Bizden herhangi biri salonda değildi. O yüzden sürecin devamını takip edemedim. Bu aslında çok tercih ettiğimiz bir şey değil. Çünkü bu tür spontane anlatımlarda; bu bir konferans olabilir, tiyatro olabilir, dans olabilir, "Ben metni yazdım, bitti." diye bir şey yok. Spontane bir iş yapıyorsunuz ve o anda farklı bir şey gelişebilir sahnede. Siz genel provanın videosunu izleyerek çalışırsınız. Tiyatrolardan bahsediyoruz. Orada iki oyuncunun konuşması arasında beş saniyelik bir süre var ve siz beş saniyeye göre metin yazarsınız. Bu on kelime demektir. On kelimelik bir betimleme yaparsınız oraya ama sonra; oyuna geldiğinde belki birinci oyunda da beş saniye verirler o araya ama ikinci oyunda sadece iki saniye boşluk verirler. Çünkü tiyatro çok anlık gelişen bir şeydir. Yani iki saniye bekler ve hemen diyaloğunu girebilir oyuncu. Orada betimlemecinin önünde on kelimelik bir metin var ama o anda oyuncu girdi ve betimlemecinin anında toparlayıp çekilmesi gerekir. Yoksa oyuncu konuşurken bir yandan betimlemeci konuşuyor olacak. Ani oluşacak durumları çok hızlı toparlayabiliyor olması, doğal olarak betimleme tecrübesinin olması gerekiyor. Hem betimleme hem seslendirme tecrübesinin olması gerekiyor. Tiyatrolarda durum bu. Tabii ki tiyatrodaki oyuncular bir yandan betimleme yapılacağı konusunda uyarılırlar ve bütün o zaman aralıklarına uyarlar vs. Ama Türkiye'de o kadar az tiyatro betimledik ki. Bu konuda, "Evet artık böyle yapıyoruz; Bu iş oturdu." diyemiyorum size. Tabii ki şu olabilir; Bu yapılabilir Ve bu sorunlar yaşanmayabilir diye bir sürü çözüm üretebiliriz ama henüz o çözümleri üretecek kadar materyali betimlemedik biz. Umarım bir gün tiyatrolarda daha fazla betimleme yaparız ve bunları da aşmak için çözümler üretmeye başlarız.

Şebi Aruz daha farklıydı. Tabii ki onun genel provası vs gelmedi. Şebi Aruz'u ben betimledim. İki yıl betimledik. Ben gitmeden önce daha önceki Şebi Aruzları internetten şöyle bir izledim ve neyle karşılaşacağıma dair bir fikir edindim. Her zaman için bizde kuraldır. Mekânı da anlatırız. Salonun fotoğraflarını önceden internetten araştırdım ve buldum. Programı bulmaya çalıştım. Neyle karşılaşacağımı bilmek için. Zaten özel ilgi alanımdır tasavvuf. Biraz okurum, ederim. O yüzden de biraz hakimdim duruma ama daha fazla okudum. Çünkü aşırı yabancı değilim ama biraz bilirim ama anlatmak başka bir şey. Onun için de Mevlevilikteki bütün o akışı öğrendim. İşte kıyafetler hakkında araştırma yaptım. Mesela başında başlık demedim de sikke dedim; üzerindekine cübbe demedim de hırka dedim gibi... Çünkü bunlar daha tasavvufi terimlerdi. Bunları not aldığım sayfalar vardı önümde.

Orada ne yaptık? Cumhurbaşkanının da geleceği bir programdı. O yüzden oradaki protokolü de anlatmak gerekiyordu. “Protokol ne yapıyor? Nereye oturdu? Ne yapıyorlar?” Sonra sahneyi anlatmak gerekiyordu. İşte “Sahneye kim çıktı? Ne giymiş? Şu an ne yapıyor?” tarzı anlatımlarla gerçekleştirildi.

Aslında güzel bir deneyimdi. Bir betimlemeci olarak beni besleyen bir deneyimdi. Yeni bir şey yapmak tabii ki güzel. Araştırmak, onun üzerine notlar almak. Onu deneyimlemek çok güzeldi. Bence gelen görme ve işitme engelliler de aslında memnun kaldılar ama daha sonra programın betimleme ayağı devam etmedi.

Fındıkkıran Balesi, o apayrı bir deneyimdi. Türkiye'de tektir hala. Başka herhangi bir dans betimlenmedi. Orada da dediğim gibi; Aslında betimlemenin o ilk zamanları gibi. Bir işte ilerlemek için; Birinci işinizde mükemmel bir iş ortaya çıkaramazsınız zaten. Bunu beklemek de haksızlık olur. Hele önünüzde bir örneğiniz yoksa. İkinci iş, üçüncü iş, dördüncü iş; onuncu iş, yirminci işin gelmesi ve sizin her işte bir öncekinin üstüne çıkıyor olmanız... İlerleme budur. Biz, Fındıkkıran'ın üstüne başka bir şey yapmadık. O yüzden ilerledik, ilerliyoruz, şunları yapıyoruz diye anlatamıyorum. Fındıkkıran başka bir deneyimdi. Orada balede, dansta sahne önemliydi. Dekor önemliydi. Oyuncuların kıyafetleri, makyajları, saçları vs önemliydi. Ve tabii ki Fındıkkıran'ın hikâyesi önemliydi. O hikâyeden kopmadan hareketleri duymaları gerekiyordu. O hikâye bağlamını hiçbir zaman kaçırmadan; sahneye kim girdi, kim çıktı? O mimikler, yüz ifadeleri, hareketlerin anlamları; mesela sert mi, köşeli mi, daha naif ve yumuşak bir şekilde mi akıyor?" Çünkü bunlar aslında hikâyeyi besleyen şeyler. Bunlardan kopmadan ama tabii ki bale hareketlerini de anlattık. Bir dansçı arkadaş bana danışmanlık yaptı. Ben de internetten çok fazla araştırma yaptım. Tabii ki genel prova videosu bize gönderilmişti. Yani ben hangi hareketle karşılaşacağımı biliyordum. Ön hazırlık süreci gerçekten çok çok çok zordu ve yoğun geçti. Oradaki süreç daha farklı zordu. Çünkü bir spor spikeri gibi, tempoyu hiç düşürmeden anlatmak gerekiyor olanı biteni. Çünkü sahnede de tempo hiç düşmüyor. Ben hep onu söylerim; Filmlerde de bu böyledir. Çok aksiyon bir filmi şu tonda okuyamazsınız. "Sakin ve ağır bir tonlama.". Bu şekilde olmaz. Biraz o filmin temposuna uymanız gerekir. Fındıkkıran Balesi’nde de öyle. Sahnede bir dans var; sürekli bir devinim ve hareket var. Doğal olarak bir spor spikeri gibi o şeylerle uyumlu bir ritimde gitmek gerçekten yorucuydu ve son beş dakika kadardı sanırım, bir başka arkadaşa devrettim. Biz betimlemecilerden bir arkadaşa. O devam etti. Sonra ben tekrar dinlendikten sonra aldım gibi oldu.

Umarım devamı gelir. Umarım bu tür işler yapılmaya devam eder. Hem betimleme anlamında bize katkısı olacaktır, deneyim kazandıkça biz de ilerleyeceğizdir. Hem de tabii ki izleyici, dinleyici kitle için farklı bir alan açılmış olacaktır. Onlar da "Hadi bugün Fındıkkıran'ı izlemeye gidelim. Bugün Operadaki Hayalet'i izlemeye gidelim."; diyeceklerdir.

Gülcan'ın yorumu: Muhakkak. Bu noktada iki şey söylemek istiyorum. Birincisi daha önce de bahsi geçtiği gibi; senin gösterdiğin özverinin yarısını genel anlamda izleyici, özel anlamda da kör izleyici ya da sağır izleyici gösterip bir şeye hazırlıklı gittiği zaman, muhakkak ki anladığı, Şebbi Aruz'dan anladığı, Fındıkkıran'dan anladığı ya da tiyatrodaki konudan anladığı çok farklı olacaktır. Ben bunu gittiğim gezilerde de hissettim. Mesela benim gittiğim gezilerde genelde gören katılımcılar vardı. Aralarındaki tek kör bendim. Gittiğim yerlerde dokunabildiğim kadarıyla, duyabildiğim kadarıyla bilgi sahibi olabildim. Örnek olarak en basitinden Kapadokya konusunda bilgi edinip gittiğim zaman, dinlediklerimden ve dokunduklarımdan algıladıklarım çok daha anlaşılır oldu.

İkincisi ise deneyim kazanmak noktası. Bu her işte böyledir. Herkes için bu böyledir. Yaptığım bir işte, yaptığın bir kek de bile ilk seferinde acemi talihi dışında başarılı olan çok azdır herhalde. Bununla birlikte bir baleyi, bir tiyatroyu deneyim kazana kazana anlayan da anlatan da gelişecektir. Bir tiyatro oyuncusu bile ilkinde belki bir şey anlamamış olabilir. Onun için belki bir anlam ifade etmeyecektir. Ama sinema veya tiyatro salonuna giden körler arttıkça; Bu işten çıkarım sağlayanlar arttıkça; muhakkak tiyatro oyuncusunun bile bence anladığı ve bu işe verdiği değer çok aha farklı olacaktır.

Emine: Evet, evet! Mesela kübik filmleri izliyorsanız, eğer yönetmene dair hiçbir fikriniz yoksa gözleriniz tamamen kapalı oturur ve filmini izlersiniz. Ama siz eğer o yönetmenin daha önceki filmlerini izlediyseniz, o yönetmenin filmlerinde nasıl sembolik öğeler kullandığını ya da renkleri nasıl kullandığını ya da nasıl açılar kullandığını vs biliyorsanız, Bu sadece görmeyenler için değil, görenler için de geçerli. Onu anlatmaya çalışıyorum. O yönetmenle ilgili daha önceden bir bilginiz varsa, bir araştırma yaptıysanız o filmi başka gözle izlersiniz. Mesela bir filmi izliyorsunuz. Deneyin bunu. Sonra çıkın ve o filme dair yapılan sinema eleştirmenleri, illa profesyonel eleştirmen olması gerekmiyor, gayet amatör ya da sinema öğrencisi ya da meraklıları tarafından yapılan eleştirilerde var internette her yerde, okuduğunuzda "Ben filmi izlememişim ki." diyorsunuz. "Aman Allah'ım! Ben bunu görmemiştim ki. Bu, bu demek miymiş; Gerçekten mi? AA hiç fark etmedim." falan yani. Çok normal. Tabii ki bunu yapmayabilirsiniz ve filmden hiçbir şey anlamaz mısınız? Anlarsınız. Çok normal bir şey bu. Bazı insanlar meraklıdır, araştırma yapmayı sever ve daha farklı bir tat alırlar. Bazı insanlar olabilir, araştırma yapmak istemiyordur, sadece izleyip çıkmak istiyordur. Evet, betimleme onlar için de bir yere kadar anlatır ama özellikle belli yönetmenlerin, aslında bence bütün filmler için geçerli ama hele hele belli bir kesim yönetmenleri izliyorsanız, mutlaka öncesinde bilgi sahibi olmanız gerekir.

Bizim metin yazarlarına verdiğimiz kurallar dosyasında çok bolt karakterlerle yazdığımız bir şeydir. İşleyiş kurallarımızda da o kurumsal olarak akar. Filme başlamadan önce metin yazarı mutlaka filmin yönetmeni, filmin çekim tarihi, konusu, film hakkında eleştiriler... Bütün bunları okuyup görmek zorunda. Bu filmin yönetmeni kim, yönetmenin daha önceki filmleri neler, yönetmene dair bir şey varsa, yönetmen eski bir yönetmense nedir, nasıl kullanır, diye. Onlara hakim olması gerekiyor. Ama dinleyici de lütfen şunu unutmasın: Biz size mesela "gözleri tamamen kapalıyı" anlatırken, şundan fazlasını yapamayız. Kırmızı perde, kırmızı zemin üzerinde yürüyerek işte kırmızı elbisesiyle. Ben size kalkıp artık şey diyemem. "Yönetmen sadece kırmızıyı kullanarak şöyle bir sembolik..."  Metin yazarı bu durumda ne yapabilir? "Her zamanki gibi kırmızı" diyerek sizi o kırmızıya yönlendirebilir. Ya da kırmızının çokluğunu vurgulamak için "her yer tamamen kırmızı" diyebilir. Ondan sonrası artık dinleyiciye kalıyor. Dinleyici ya bu adam bu kırmızı rengi ya da bu mavi rengi veya atıyorum renksizlik var. Ya da işte insanların hiçbir yüz ifadeleri yok. Hiç mimik kullanmıyorlar. Robot gibiler. Bunları metin yazarı söyler ama dinleyici de merak edip bir o eleştirileri, o yorumları okuması gerekiyor. O zaman, onları okuduğunuzda sizinde zihninizde bir pencere açılıyor. Bu arada ben gören-görmeyen herkesi, bu arada kendimi de katarak anlatıyorum. Benim de zihnimde bir pencere açılıyor ve ben de o zaman yorumlamaya başlıyorum. AA! Evet diyorum. Bak şurda da şöyleydi. Belki de bu da böyle demekmiş gibi. İyi bir sinema izleyicisi böyle olunuyor zaten. Üzerine kafa yorarak, okuyarak. Yoksa öyle izledim neden anlamadım? Olabilir, demek ki biraz okumak gerekiyor üzerine.

Gülcan'ın yorumu: Demek ki her şeyin bir anlamı var. Mesela ben şeyi anımsıyorum. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hayat Hikâyesi miydi neydi? Böyle bir film vardı yakın geçmişte. Biz annem, arkadaşım ve ben sinemaya gittik. Bu filmi izlemek için. Filmi izledik. Bana saçma geldi. Ben daha önce o tarz bir film görmemiştim. Sinema kültürümüz de biz görmeyenlerin ya da benim, "ben kendi özelimde söyleyecek olursam" çok fazla olmadığı için, televizyonda da demek ki çok dikkatimi çekmemiş öyle bir film. "Ya dedim ne kadar saçma. Bu ne yani?" Trafik ışığı konuşuyor falan. Tamam, bir şey olduğu belli ama... Niye böyle bir şey yapılma gereği duyulmuş diye düşünüyorum falan. Hatta arkadaşım "Salak saçma konuşma, belki bunun bir anlamı vardır ama biz bilmiyoruzdur." dedi. Hatta ben, "Ya git işine." falan dedim. Sonra okuduk ki o kara mizahmış. O filmin zaten niteliği kara mizahmış. O türün gereği belki de o şekilde.

Gülcan: Konumuza dönecek olursak ben şimdi böyle fazla dağılıyorum.

Emine: Bunları zaten bir seri gibi yapıcaz galiba değil mi? Seri gibi konuşmaya devam edicez. Böyle filmler özelinde de konuşabiliriz biraz daha. Mesela bu cümleyi niye böyle kuruyoruz da başka türlü kurmuyoruz gibi. Metin yazarları neden bu şekilde yazıyorlar gibi?

Gülcan: Evet, kesinlikle. Ben şimdi ilkinde daha genel konuşup daha sonra betimleme kuralları çerçevesinde senin bir kez daha zamanını çalıp hatta belki birkaç kere zamanını alıp daha dar kapsamda da değerlendirmek isterim. Örneğin; Betimleme Tartışmaları Grubu'nda Betül Boydak Hanım’ın ilettiği sorular da var. Onları da benim eklediklerimle birlikte soracağım diğer buluşmamızda da. Çünkü uzun zamandır konuşuyoruz ve benim hazırladığım tüm soruları soracak olursam bir üç-dört saat daha konuşuyor olmamız gerekecek. Hem senin zamanını almak istemiyorum. Çünkü yoğun çalışıyorsunuz. Hem benim için sıkıntı olacak. Hem de kayıt açısından da benim bilgisayarımın yeri biliyorsun daha önceki sohbetimizde de sıkıntı olmuştu. Kapasitesi doldu, uyarı verince kaydı kesmek zorunda kalmıştık. Ondan sonra zaten tamamen felaket oldu. Kaydı hafızaya alamadım ve sohbetimizi tekrarlamak zorunda kaldık. Bu sebeple şimdi genel nitelikli sorup en azından bunu bu sayıda yayınlayıp sonraki sayılar ve sorular için birkaç kere daha kapını çalıp seni rahatsız edeceğim.

Emine: Estağfurullah! Hem bu arada yeni sorular gelebilir ve onları da yanıtlarız.

Gülcan: Benim şimdiki sohbetimiz kapsamında soracağım bir soru da bu tür canlı spontane betimlemelerin tekrar olup olmayacağıydı. Ama senin söylediklerinden anladığım kadarıyla şimdilik öyle bir talep ve planlama yok.

Emine: Maalesef, yok evet.

Gülcan: Gerçi yaz dönemi. Tiyatrolar vs falan tatilde. Umut ediyorum ki bir sonraki sezon, yeni deneyimlerin yaşanacağı bir sezon olur.

Emine: Umarım.

Gülcan: Peki, AFAT ve AKUT’un ve siteden aklımda kalan kadarıyla UNICEF'in de birtakım videolarını, eğitim videolarını betimlemişsiniz. Türkcell Akademi için bazı eğitim videolarını betimlemişsiniz vs. Benim bir arkadaşım da Celal Bayar Üniversitesi'nde öğretim üyesi. O benimle kontak kurmuştu ve ben de size yönlendirmiştim. Siz de çok olumlu karşılamışsınız ve anladığım kadarıyla sesli betimlemesi işaret dili çevirisi vs yapılmış. Merak ettiğim o video sonra tekrar size ulaştırıldı mı? Onların bu çalışması iki öğrencisinin tez kapsamında yaptığı bir çalışmaydı. Meme kanseri hakkında, kişisel olarak meme muayenesi nasıl yapılır? Bununla ilgili bir tanıtım videosuydu ve bence çok gerekli bir şeydi. Onu derneğe de vereceğini söylemişti arkadaşım ama son durum ne oldu bilemiyorum. Bu tarz talepler size hala geliyor mu? Sizin hiçbir teklifi geri çevirdiğinizi zannetmiyorum. Sitenizden de bunu okuyoruz zaten. Hele ki bu tür farkındalık, duyarlılık veya eğitim videoları hususunda. Bununla ilgili neler söyleyebilirsin?

Emine: Bu videoları evet hazırlıyoruz. Hatta zaman zaman bütçesi olmadığını söyledikleri çok küçük videoları gayet gönüllü olarak yapıyoruz. Ama kurumlar, AKUT olabilir, UNICEF olabilir ya da Bilgi Üniversitesi vs Sabancı Vakfı ile zaman zaman çalışıyoruz... Bunlar şimdi kurumsal videolar oldukları için, biz bunları herhangi bir şekilde kendimiz yayınlayamıyoruz. O kurumlar yayınlıyor. O kurumların internet sitelerinde muhtemelen hala duruyordur, diye düşünüyorum. Bu tür eğitim videoları tabii ki artmalı, kesinlikle artmalı. Bize talep geldikçe yapmaya devam edeceğiz.

Gülcan: Gerçekçi bir çerçeveden bakınca çok mu karınca hızıyla ilerliyoruz? Bunların sayılarının artması hususunda ne düşünüyorsun? Filmlerin veya eğitim videolarının sayılarının artması gerekliliğini hepimiz biliyoruz da gerçekçi gözlüklerle baktığında ne düşünüyorsun bu konuda? Bizim derneğimizin sloganı; "Hayaller yaklaşmakta olan gerçeğin gölgeleridir.", diyoruz. Sence istediklerimiz çok mu hayal?

Emine: Evet, maalesef ki o noktada değiliz. Bunlar böyle çok münferit işler baktığında. AKUT, bütün videolarını değil de belli bir kesim videolarını betimletti. Ne bileyim? Diğer kurumlardan gelenler de öyle. Çok münferit işler. O projenin yöneticisi hem bütçesini ayarlamış hem işte toplantılarda bu konuyu gündeme getirmiş vs. Ama daha yolun bayağı bir başındayız. Türkiye, İstanbul'dan ibaret değil. Ankara var, İzmir var... Öylesine büyük şehirlerden bahsediyorum. Bir sürü büyük şehir var. Yapılan bir sürü proje var. Ve biz olabildiğince de bunu duyurmaya çalışıyoruz. Yıl oldu 2019, 2020'ye doğru gidiyoruz. Aslında televizyon kanallarında da betimlemeli reklamlar bile yayınlanmaya başladı. İnsanlar, “Aa! Böyle bir şey mi var? Benim hiç haberim yok.” tabii ki diyebilirler. Bizim her şeyden haberimiz var mı? Bizim de yok. Belki ama gene de artık daha duyulur bir hale geldi. Daha görünür bir hale geldi. Keşke biraz daha "ne yapılabilire" dair de kafa yorsalar ve bunlar gerçekten çok küçük bütçeli işler, sadece oraya zaman ayırmak gerekir. Çünkü bu tür projeler bir anda hazırlanır ve son anda yetişir. O videolar kapatılır ve yayınlanır. O zaman da betimlemeye verildiğinde bir gün iki gün daha atıyor. Zaman zaman bu süre sıkışıklığı nedeniyle de işler bize paslanmıyor. Yetiştirememek işin mazereti olarak öne sürülüyor. Daha yolun bayağı bir başındayız. Yapılacak çok fazla şey var. Ama tabii burada yapılanları da göz ardı etmek istemem. Yapılan da çok fazla şey var. O yüzden ümitsiz miyim? Hayır değilim. Bu bir ışığın yanmasına bakar. Bakarsınız bir anda kitleler halinde insanlar bunu yaptırmaya başlamışlar. Daha duyarlılar, daha farkındalar... Neden olmasın? O yüzden ümit var olmak gerekiyor.

Gülcan: "ümit var olmak gerekiyor" söyleminden cesaret alarak... Seminerde Betimleme Kumbarası üzerine de bir sohbet olmuş. Evet, çok güzel bir proje ve çok faydalı. Siteden baktığımda benim fark edemediklerimle birlikte tek tek saydım, yirmi dört tane kategori olmuş toplamda. Bir sürü yeni kategori eklenmiş. Mutlaka daha yenileri de eklenecektir. Bunun üzerine de inşallah gelecek zamanda ayrıca sohbet etmek isterim. Burada üç boyutlu müze projesinden söz edilmiş. Üç boyut teknolojisi çok pahalı bir teknoloji. SEBEDER bunun altından ne kadar kalkabilir bilmiyorum ama buna yönelik küçücük de olsa bir ışık var mı?

Emine: Maalesef! Bu konuda çeşitli kurumlarla görüşmelerimiz oldu ama onlar tıkandı. Şu gün, şu aşamada üç boyutlu müze ile ilgili herhangi bir çalışmamız ya da görüşmemiz maalesef ki yok. Onlar tıkandı ve kaldı. Dediğin gibi malzemeden çok onun teknik tarafı biraz masraflı. Biz bunu çok istedik. Zaman zaman Boğaziçi Üniversitesi'nde olan Beyaz Baston Festival'inde bizim standımızda sergilediğimiz birtakım üç boyutlu çıktılar var. Kremlin Sarayı, Anıtkabir gibi... Ama tabii bunlar çok münferit işler. Kesinlikle haklısın. Üç boyutlu çıktıların olduğu müze, betimleme artı üç boyutlu çıktı, bence en azından şu anki teknolojide görme engelliler için verebileceğimiz en yüksek betimleme olacaktır. Sadece sesli betimleme değil de bir de buna dokundurarak yapıldığında; sesli betimlemeyle üç boyutlu çıktıyı eşleştirdiğinde çok daha anlaşılır kılacaktır nesneleri. Sanırım, en azından dediğim gibi şu an bugün ayın kaçı? Temmuz 2019'daki düşüncem bu. Ama sonrasında teknolojik gelişmelerle "Ya şunu da yaparsak bakın o zaman nasıl bir etki yaratıyor?" O zaman tabii ki onu da katarız işin içersine. Ama Temmuz 2019'da bence sesli betimleme Kumbara gibi görsellerde tek başına birçoğunda yeterli değil. Buna üç boyutlu bir çıktıyı da eklediğinizde sanırım oradan alınan haz, tat ve o görseli algılama en üst noktada olacaktır.

Gülcan'ın yorumu: Evet, bir görseli algılamak noktasında çok çok daha, ben bir görmeyen olarak düşünüyorum, sen anlatırken düş kurdum, mesela bir müze düşünsek birçok görselin böyle bölüm bölüm, dedim ya yirmi dört kategori, onların hepsinin bölüm bölüm çıktılarının olduğu alanlar olsa. Altında da bir gören ya da işitme engelliler için yazılı çıktıları var. Küçük bir butonla da betimlemenin sesli dinlenebilir olduğunu düşledim. Aynı zamanda hem işitsel hem de dokunsal olarak bir görsele erişebildiğim bir mekân olduğunu düşledim. Hatta aklıma şey geldi: Hani şeyler oluyor ya, Gezici kütüphaneler falan. Örneğin bir tırda en belirgin görsellerin olduğunu, hatta o tırın Hakkâri’ye kadar gidebildiğini hayal ettim. Ne kadar müthiş bir şey olurdu. Neden olmasın? Hayal kurmak güzel şey. Gerçekten bir gün olmayacak bir şey de değil. Dilerim yakın gelecekte olur da bizler de tanıklık edebiliriz bunlara.

Gülcan: Peki, sesli betimlemenin uygulamasından söz etmiş seminerde sanırım Engin. Akıllı telefonlarda kullanabileceğimiz bir uygulamadan sanırım söz ediyor. Buna yönelik bir gelişme var mı?

Emine: Maalesef! Şu aşamada da onunla ilgili hayal kurmaktan öteye geçen herhangi bir gelişme maalesef yok. Ama aklımızda. Onun üzerine keşke biraz daha somut bir şey görebiliyor olsak. O zaman kullanacak olan kitleyle de görüşülür ve görüşler alınır ama maalesef ilerleyemedi o da.

Gülcan'ın yorumu: SEBEDER'in sitesi gayet kapsamlı bir site ama bizler, okumayı çok sevmeyenler, çok fazla didiklemediğimizden duyurulardan çok geç haberimiz oluyor. Mesela ben. Gerçi ben karınca hızıyla ilerlediğim için herhalde. Bilmiyorum bunu sağlam takip edenler var mıdır ama? Mesela benim Çalıştay'dan çok geç haberim oldu. Eğer bu sohbete hazırlanmasaydım bu Çalıştay'dan haberim olmazdı muhtemelen.

Emine: Aslında doğru. Biz duyuruları çıkıyoruz,  Betimleme Tartışmaları'na ve sosyal medyada. Ama... Bir yandan haklısın böyle bir yağmur var. Hepimiz internet çağında yaşıyoruz. Örneğin; Whatsapp'ını açtığında bir sürü mesajla karşılaşıyorsun. Facebook'unu açıyorsun... Twitter kullanıyorsan... Ama oradan bir sürü şey yağıyor bir anda. Bir sürü mesaj ve haber yağıyor. O yüzden bazılarının bir yerlere kaynaması muhtemel. Hepimiz yaşıyoruz bunu.

Gülcan'ın yorumu: Mesela bir uygulama olsa; Bildirimler açık olsa; Çünkü artık uygulamalar çok daha seri takip edilebiliyor. Bir Whatsapp bildirimi gibi uygulama bildirimi çok daha duyulabilir olacaktır. SEBEDER, muhtemelen çok daha fazla bildirim göndermez. En azından bir Whatsapp gibi olmaz. Bu sebeple "SEBEDER'de ne olmuş ki?" dedirtebilir diye tahmin ediyorum. Dilerim bu da yakın gelecekte olabilecek bir gelişme olur.

Emine: Evet ama bu oluncaya kadar SEBEDER'in hem Facebook hem Twitter hem de İnstagram hesabı var ve ayrıca kendi internet sitesi var ve bütün bu duyurular orada tarih tarih yer alıyor. En azından orayı takip ederse dinleyicilerimiz, güncel olarak neler yapıyoruz? Nelerde ilerleme kat ettik? Neler çıktı ortaya? Bununla ilgili bilgi sahibi olabilirler.

Gülcan'ın yorumu: Evet ama ben onları da çok takip eden bir tip olmadığım için "Facebook, Twitter" gerçekten... Hızlı erişim noktasında haklısın. Daha kolay ulaşılabilir platformlar buralar. Sorumluluk ise kişinin kendisine kalıyor bu noktada. Duyurulardan haberdar olmak noktasında.

Gülcan: Sesli betimlemeli filmleri biz kullanıcılar genelde GETEM'den indirdiğimiz için bilmiyorum. Üç DVD gönderme uygulamanız hala devam ediyor mu?

Emine: Evet, farkındayım. Genelde GETEM kullanılıyor ama evet, üç DVD hala talep edenlere gönderiyoruz.

Gülcan: Birtakım sivil toplum örgütleri, belediyeler veya festivallere de film betimlemeleri yapıyorsunuz ve gönderiyorsunuz. Onlara da destek veriyorsunuz. Bununla ilgili size gelen çok fazla talep var mı?

Emine: Hayır, çok fazla talep yok. Maalesef! Engelsiz Filmler Festivali var biliyorsun. Ankara'da yapılıyordu. Artık üç ilde yapılıyor. Bu güzel bir şey tabii ki. Oraya her yıl destek veriyoruz. Onun dışında belediyeler maalesef bizden çok fazla betimlemeli film talep etmiyorlar.

Gülcan: Anladım maalesef. Sanırım aynı maalesef sözcüğünü bu soruda da duyucaz. Piyasaya çıkan film DVD'lerinde sesli betimleme seçeneği eklenmesi hakkında neler söyleyebilirsin?

Emine: Evet, zaten DVD artık çok az çıkmaya başladı. Takip ettiğim kadarıyla filmlerin DVD'lerini artık pek çıkarmıyorlar. Artık bilgisayarlarda DVD yuvası bile kalmadı. Şimdilerde Notebook’lar var. DVD'ler artık tarihe karışıyor. Daha farklı mecralara yöneliyorlar. Müzik albümlerinin dahi CD'leri çıkmıyor da daha dijital platformlardan dinleniyorlar. Tabii ki daha farklı çözümler bulunması gerekiyor. Önceden biz DVD'leri koşturuyorduk. "Aman işte buraya, DVD'lere seçenek ekleyelim. Betimleme seçeneği olsun vs." Ama oradan neredeyse hiçbir şey alamadık. Çok az DVD'de sesli betimleme seçeneğine yer verildi. Şu anda yeni çıkan filmlere dair biraz Türkcell YGA'nın Hayal Ortağım Projesi’nin filmlere betimleme ekletme durumu var. Ama onun dışında yeni çıkan filmlerle ilgili bir şey yapamıyoruz.

Bunun dışında ne yapılır ne ediliri önümüzdeki günlerde görücez. Bu arada fark ettiysen Hayal Ortağım uygulamasında da daha çok Başka Sinema ya da Bir Film'in filmleri oynuyor. Bir de BKM sağ olsun bütün filmlerini betimlettiriyor. Ama onun dışında diğer Türk filmleri de betimleme yaptırma konusunda o kadar da istekli değiller. Korsandan korkuyorlar. Aslında hak veriyorum. Tabii ki bir filmin arkasında çok büyük bir emek var. Hem maddi hem manevi. O filmin bir kopyasını dışarıya vermek ve betimlemesini yaptırmak için vizyona girmeden önce... Çok büyük bir risk. Evet, bunun farkındayım ama burada da bir kurum var. Köklü bir kurum var. O sorumluluğu taşıyabilecek bir kurum var. Bir yandan da birilerinin elini taşın altına sokması gerekiyor. Ki biz zaman zaman şunu da yapıyoruz: Filmi dışarıya vermediklerinde gidip filmin stüdyosunda, onların bilgisayarlarında çalışarak da betimleme yapıyoruz. Bu bizim için ekstra zor oluyor. Çünkü bir metin yazarını film stüdyosuna göndermemiz ve o kişinin alışkın olmadığı bir ortamda, alışık olmadığı bir bilgisayarda çalışması gerekiyor ama olsun. Sonuçta filmi dışarı vermedikleri için bu şekilde ürettiğimiz Hayal Ortağım filmleri oldu. Ama buna rağmen, "biz gelelim sizin bilgisayarınızda, filmi hiç kopyalamadan üzerinde çalışalımı" bile kabul etmiyor kimi firmalar. Arada da Türkcell var üstelik. Biz, Sesli Betimleme'yi tanımazlar, "sesli betimleme de kimmiş? Sesli Betimleme Derneği de kimmiş" yerine karşılarında Türkcell gibi bir kurum var. Hayal Ortağım Projesi var ama ona rağmen Türk yapımcılar nedense filmlerini betimletmek konusunda çok da hevesli değiller.

Gülcan'ın yorumu: Bence bu, evet doğru, korsandan korkmalarını anlayabilirim ama korsandan kaçmak bir filmin sesli betimlemesine veya eş erişimine imkân vermemek şeklinde bir sonuç doğurmamalı. Bence bu, bunun haklı gerekçesi olamaz. Ben biraz kişisel sohbete giriyorum ama şöyle ki korsancılar o filmin korsanını almak istedikleri zaman, bunu çok daha farklı şekillerde yapabiliyorlar. Cem Yılmaz'ın buna dair bir filmi bile vardı. Üstelik onu SEBEDER betimlemişti. SEBEDER'e vermemek çok basit bir şey. Üstelik bunun yasal standardını da oturtabilirler. Yani SEBEDER, bunu yasal bir çerçevede alıp yasal gerekliliklere uyup bu işi yapa da bilir. Bu söz konusu işin yeterince ayırdına varamamak, bunun gerekliliğinin ayırdına varamamaktan kaynaklanıyor bence.

Gülcan: Engelsiz Erişimli Saatler'de Çiğdem Hanım’la yapılan sohbette Engin ile Adem ağabey SEBEDER'de aşağı yukarı kaç kişinin çalıştığını sormuşlar. O da yetmiş kişi kadar olduğunu söylemiş. Şimdi kaç kişi çalışıyordur SEBEDER'de? Bir tahminin var mıdır?

Emine: Aslında aynı sayıdır. Hatta belki o sayı biraz düşmüştür. O dönem muhtemelen NetFlix’in Türkiye’ye ilk girdiği dönem. O zamanlar çok fazla altyazıcımız vardı. Şu anda hemen hemen aynı sayıdır, belki biraz daha düşmüştür ama sayının artmadığı kesin. Çünkü bu yeni işlerin girmesi; yeni betimleme isteyen kurumların piyasaya girmesi demek olurdu. Şu an için öyle bir şey söz konusu değil.

Gülcan'ın yorumu: Anladım. Çünkü çok fazla film betimliyorsunuz. Sitedeki başlığı anımsayamadım ama yapılan işleri anlattığınız bölümde okuduğum kadarıyla sadece Digiturk'e Mayıs 2018 itibariyle dört yüz otuz beş film betimlemişsiniz. Bu durumda Digiturk'e veya oraya buraya bayağı bir film betimleniyor anlamına gelir. O halde betimleme metin yazarlarına bayağı bir iş düşüyor olması lazım. Şöyle bir düşündüm de ben, oooo falan oldum.

Emine: Şimdi şöyle: Betimleme yazarları için konuşursam, altyazıcılar için de aslında aynı şey geçerli, betimleme yazarlarını iki ekip olarak düşünün. Bir ekip sadece bu işi yapıyor. Onlara ben, "müsait misin" diye pek sormadan, tak tak tak iş paslıyorum. Çünkü onların işi bu. Bunlar bizim "birinci ekip" dediğimiz ana ekibimiz. Çekirdek ekibimiz bunlar. Bir de başka bir işi var, betimlemeyi de ikinci bir iş olarak yapan arkadaşlarımız var. Bunlara daha az iş paslıyoruz. Bir yandan da iş paslarken onların boş olup olmadıklarını, o işi yetiştirip yetiştiremeyeceklerini kendileriyle müzakere etmemiz, konuşmamız gerekiyor. Bu şekilde iki ekip var. Altyazıcılarda durum biraz farklı. Sesli betimlemede bir sinema filmini bir kişi yazar. Doğal olarak da çok yoğun bir konsantrasyon ve zaman harcamanız gerekir. Altyazıcılar ise filmi bölebiliyorlar. Onların da işi sadece bu iş olanlar da var, bir de başka bir işi olup bu işi ek iş olarak yapan arkadaşlarımız da var. Onlar da kendi içlerinde bunu ayarlıyorlar. İşaret dilciler, zaten genelde başka işlerde çalışıp çekimlerini genelde akşam yapıyorlar.

Gülcan: Yine Engelsiz Erişimli Saatler'de diğer betimlemeci arkadaşlarla yapılan sohbette Engin ile Adem ağabey merak edip sormuşlar: Sesli betimlemeli bir filmi izlediğinde sen de aşağı yukarı bir görmeyen ile aynı şeyleri algılıyor musun? Ben de senin düşünceni merak ettim. Çevrendeki diğer körlerle bunun değerlendirmesini yaptın mı hiç?

Emine: Değerlendirme, zaman zaman Engin'le yaptım. Ben burada eşitsiz bir durum olduğunu düşünüyorum. Şimdi diğer arkadaşlar ne cevap verdi bilmiyorum ama. Evde zaman zaman ben de betimlemeyi açıyorum. O sırada mutfakta iş yapıyorum ya da başka bir şey yapıyorum. İzlemiyorum, sadece dinliyor oluyorum. Aslında baktığında orda eşitiz. Ben de dinliyorum sadece ama eşitsizlik şurda, o yüzden ne kadar karşılaştırılabilir bilmiyorum, Ben, orada anlatılanları ya da benzerlerini, muhtemelen daha önce görmüşümdür. Doğal olarak gözümde canlandırıp algılamam bir tık daha kolay olabilir. O yüzden burada sanki biraz eşitsizlik var gibi geliyor bana. Değerlendirme yaptığımızda tabii ki ben daha çok şey anlamış oluyorum gibi bir şey söz konusu değil. Tabii ki aynı şeyleri anlıyoruz ama bazen muhtemelen farklı algılamış olabiliriz. O görselin niteliğine dair ben daha farklı bir şey algılamışken arkadaşım daha farklı bir şey algılamış olabilir. Çok da normaldir. Sonuçta o eylem, orada gerçekleşen hikâye akışına dair ikimiz de tabii ki aynı şeyleri algılamışızdır. Soru tam olarak bu muydu? Ondan da emin olamadım şimdi ama?

Gülcan'ın yorumu: Yooo! Doğru bu bu. Bir de şöyle bir şey var. Bir görmeyen muhtemelen hayatının birçok noktasında dinleyerek algılamaya alışık olduğu için onun dinlemedeki konsantrasyonu daha farklı olacaktır. Bu da eşitsiz bir durum oluşturuyor. Bir gören görerek algılamaya adapte olduğu için dinlemek onun için bir noktadan sonra çok bir şey ifade etmiyor.

Emine: Dağılıyoruz, kesinlikle dağılıyoruz. Bak burada da başka türlü bir eşitsizlik var mesela. O yüzden de onlar göz ardı edilmemeli. Bu da göz önüne alınmalı mutlaka.

Gülcan'ın yorumu: Bu noktaya geldiğimizde ben bir şey söylemek istiyorum. Gerçi konudan tamamen farklı ama. Ben, belki biliyorsundur, Devic, daha yaygın bilinen adıyla MS hastasıyım aynı zamanda.   Yakın geçmişte hastanede yattığım sırada bir test uygulandı. O testlerden birinde, değişik değişik konularda on altı tane nesne adı veriliyor ya da başka bir testte sayıların art arda toplanmasıyla ilgili bir dizi işlemler yapılıyor. Sanırım biraz algılama biraz da hafıza ile ilgili bir şeyleri ölçüyorlar. Hemşire bana nesneleri okudu. Ben göremediğim için o okudu ve benden tekrar etmemi istedi. Ben birçoğunu bir çırpıda tekrar ettim. On altı tane öğenin on beşini mi ne saydım. Şaşırdı. Bana daha önce bu kadar başarılı bir sonucu yaptığı testler arasında hiç görmediğini söyledi. Ben de farkın, benim dinleyerek öğrenmeye ve algılamaya alışık olduğumdan kaynaklanabileceğini söyledim. Çünkü ben kör olduğumdan beri bütün derslerimi dinleyerek çalıştım, diye söyledim. O da haklısın dedi.

Emine: Evet, bak çok doğru bir nokta. O zaman bu diğer hastalarla senin karşılaştırılmanın çok da eşit olmadığını gösteriyor. 

Gülcan: Betimleme metin yazarı olmak sana ne kattı veya senden ne aldı?

Emine: Aldığı bir şey olmamıştır tabii ki. Ama katkıları, en başta da söyledim ya hani o kütüphaneden çıkıp Kuzey Kampus’un ana kapısından çıkmak benim hayatım için bir dönüm noktası oldu. İyi ki olmuş. Bu tarafa doğru evrildi.

Hep söyleriz zaten betimleme metin yazarı olmak, bir yandan bir kişisel gelişim de oluyor. Şu anlamda: Hani daha farklı oluyorsunuz. Bir sürü şeyin. Bakmak ile görmek arasındaki farkı; Sadece bakmak değil, görmeye başlıyorsunuz. Ha şu oluyor: Bir tür mesleki deformasyon; Herhangi bir filmi izlerken içinizden anlatmaya başlıyorsunuz. Bunu çok yaşıyorum. Sonra "bi dur! Sakinle! Relaks, şu an çalışmıyorsun" diyorum. Ama o beyin durmuyor. Bazen hele zor bir filimse, zaman zaman Digiturk'te filmler izlerim ben, böyle bir gerildiğimi fark ediyorum. "Anlatamadım, yetişmedi, anlatamadım"; Ama hayır, anlatmıyorsun şu anda, bi sakin... Bunu nasıl anlatırdım? Diye takılıyorum oraya. Filmi kaçırıyorum ondan sonra. Ben bunu nasıl anlatırım? Bunun adı ne acaba? Sanki onu anlatmam istenecek benden gibi açıyorum Google'den ve araştırıyorum. "Şuna yarayan alet... Şöyle bir alet; Ben o aletin adını bulmaya çalışıyorum." Bütün bunlar, "ya betimlemem istenirse, ya lazım olursa," diye. Kendini sürekli bir okuma, araştırma içinde buluyorsun. Aslında buna deformasyon demek çok da doğru değil. Bir yandan güzel bir şey. Besleyici de bir şey. Çok şey katmıştır. Yeni arkadaşlar, sevdiğim arkadaşlar katmıştır hayatıma. Bu işi yapmayı kesinlikle çok seviyorum, diğer arkadaşlar gibi. Burda var olmayı seviyorum. Yaptığımız işin sadece profesyonel tarafı değil, bir de dernek tarafı, amatör de bir tarafı var. O tarafı da çok seviyorum. O yüzden götürdüğü bir şey olmamıştır ama kattığı çok fazla şey olmuştur.

Gülcan: Sen anlatırken şeyi merak ettim. Yanında diyelim ki görme engelli olmayan bir tanıdığın, arkadaşın var. Bir film izlerken görsel bir öğeyi, otomatiğe bağlayıp anlatmaya başladığın falan oluyor mu hiç?

Emine: Sesli anlatmıyorum ama onu rahatsız edici şu oluyor: O benim kafamın içindeki ses ona anlatıyor ama Ben genelde kıpır kıpır, Böyle bir huzursuz oluyorum. Fark ediyorsun o sırada. Huzurlu bir film izlenmiyor. Arada bir Google açıp bir şeyler araştıran... Ya da olmadı, yanımdakini bu defa dürtmeye başlıyorum; Bu neymiş ki? Bunun adı ne peki? Sence peki böyle mi? Hani böyle sanki anlatıcam da anlamadığım tek bir noktanın kalmaması gerekiyor. Çünkü şeydir, bazen izler geçersin. Anlamasan da olur orayı. "Şimdi şöyle mi oldu. Ben bu senaryoyu... Ben şimdi koptum. Burda ne oldu?" Kopmamam gerekiyor. Çünkü ben onu anlatıcam ya. Kafamda öyle bir şey sürekli. Evet, zaman zaman yanımdakiler için rahatsız edici olabilir.

Gülcan: Burada keselim mi?

Emine: Süremizde bayağı oldu. Hard disk dolacak diye ben de biraz tedirginim. O zaman şöyle mi yapıyoruz? Bu sayı için bunu yayınlıyoruz. Sonrasında tekrar devam ederiz. Sorulara ben de katılabilirim. "Şunları da konuşalım. Bunlar geliyor zaman zaman bize soruluyor." gibi. Gerçi ben onları, cevaplara da katkı atıyorum hep.

Çok teşekkürler Gülcan. Gerçekten ellerine sağlık. Sorular çok çok güzeldi. Başlangıç temelini çok güzel araştırmışsın. Emeğine sağlık. Yazıyı sabırsızlıkla bekliyor olucam.

Gülcan: Sağ ol. Bundan sonraki görüşmemiz için benim sorularım hazır. “Betül Hanım’ın sorularını aslında sorabilir miyim?” dedim ama dediğim gibi bayağı aştık. Benim sorabildiklerim, hazırladıklarımın üçte biri falan herhalde. Diğer sorular daha özele iner nitelikte. Daha önce dediğim gibi çoğu seminerde ya da Engelsiz Erişimli Saatler'de konuşulmuş ama ben hem senin bakış açından değerlendirmeni almak hem de o günden bugüne değişen bir şeyler var mı? Biraz daha sesli betimleme kurallarını didik didik etmek bakımından falan. Eğer sizin için bir sakıncası yoksa sesli betimleme kurallarını bana gönderebilirsen ben de daha detaylı incelerim. Soruları biraz daha revize edebilirim. Ağustos ayına kalsa da kalmasa da senin de benim de müsait olduğumuz bir zamanda tekrar görüşelim. Senin de emeğine ve zamanına sağlık. Görüşmek üzere.

Bizim Emine ile yapacağımız yeni ve verimli bir sohbetin dökümünde de sizlerle de görüşebilmek dileğiyle hoşça kalın sevgili okuyucular. 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.