Dergimize sonradan katılan ve içimizi aydınlatan, kendi adıma kafamdaki pusları yeni sorularla umutlu bir karmaşıklığa salan bakış açısıyla aramızda hızla sivrilen ve editörlüğe kadar yükselen Meral Sözen'in Aylar aylar önce yazıp bir sonraki sayıda yanıtlarını da verdiği sorularının aksine benim sorularım havada asılı kalan nitelikte. Ne uzun cümle oldu be. Seslendiren arkadaşımın yüksek selamlarını şimdiden aldım, kabul ettim. (Açık ağızla sırıtma ifadesi)
Nedir yaşamak? Yaşamın anlamı ne ya da bir anlamı var mı gerçekten? Belki de biz hissettiğimiz boşluk duygusunu doldurmak için mi inatla ona bir anlam yüklemek azmindeyiz? İlhan İrem'in bir şarkısı vardır; bilir misiniz bilmem. Adı, “Şartlı Refleks”. Şarkının nakaratı şöyle der: "Yaşamak nedir sence? Yemek, içmek, sevgi, seks. Hepsi birer şartlı refleks. Gerisi hayat işte. Bir sürü ve bir kompleks. Hayat değil seninki. Şartlı refleks."
Geçmiş dönem yazılarımı okuyanlar beni aşağı yukarı bilirler. Zaman zaman ve hatta sık sık böyle bir haleti ruhiye içine girerim. Dergimizde yayımlanan bilimsel makaleleri aratmayacak denli kapsamlı makalelere; zaman, emek ve kafa ürünü röportajlara; kör bir bireyin gerekli uyarlamalar sağlandığında hiç kimseye ihtiyaç duymaksızın, altından kalkamayacağı bir şey olmadığını gösteren bağımsız hayat deneyimlerine bakınca, benim bu saçma sapan yazılarım çok sığ kalıyor, farkındayım ama ne yapalım herkes kendini yazabiliyor ancak. Yazarını anımsamadığım bir kitabın adı şöyleydi: “Kimi Güzelliklere Doğar” İşte sonuçta hepimiz başka hayatlara doğup belki de benzer hayatlardan bambaşka şeyler çıkartıyoruz. Bilirsiniz işte, herkesin bilgisi, bilgiye duyduğu açlığı, bu açlığı doyurmaya duyduğu azim ve onun için sarf ettiği emek ve onu doyurma biçimi aynı değil.
Ben kendimi dürüstçe ifade edecek olursam, EEEH Dergi'de galiba bilgi açlığımı doyurmak konusunda en üşengeç kişiyim. Böyle de olunca ortaya içimde sıraladığım soruları yazabiliyorum yalnızca. Kim bilir belki de sizlerin lütfedeceği cevaplardan “Evet işte bu!” diyebileceğime umutlandığım bir şeyler aradığım için soruyorumdur. Zira bilgi için emek harcamayanlar ki toplumun çok büyük bir kısmını oluşturan ve dünyada sözü geçen, sözü dinlenen ya da en azından sözünü zorbalıkla dinletenler onlardır, çoğunluktalar biliyorsunuz. Ancak çok şükür ki dünya nüfusunun çokluğunun içinde bir avuç da olsalar, sözünü sakınmayan, bilim adına, doğanın daha yaşanabilir kalmasını; özgürlüğün, hukukun hakim olmasını sağlamak adına insanlık için güzel şeyler olsun diye bir yerlerde birileri mücadeleyi sürdürmeye devam ediyor.
Mesela Engelsiz Erişim Derneği'nde ve EEEH Dergi'de birileri hayatın Engelsiz, Eşit, Erişilebilir daha doğrusu çekilebilir olmasını sağlamak için yüreğini ortaya koyuyor. Erişilebilirlik sözü veriyor mesela. Her fırsatta bu sözün her bir cümlesini işler kılabilmek için var gücüyle savaşıyor adeta. Yaptığı her bir etkinliğe bu sözle başlayıp duyan duymayan her bir kimsenin kulağına bir iyice yerleştiriyor.
“Erişilebilirlik sözü mü? O ne ola ki?” mi dediniz? Bakınız: www.engelsizerisim.com Siz benim gibi üşengeç olmayın, tıklayın. Ana sayfada erişilebilirlik sözünün her bir cümlesini okumuş olmak için değil, benim tabirimle sindire sindire okuyun. Sonra da diğer çalışmalarımıza bir göz gezdirin ve bakın. Kim bu insanlar? Ne diyorlar? Neler yapıyorlar? Bakın bunlar cevapsız sorular değil. Cevapları yukarıda adresi verilen sitede, açık ve net ortaya konmuş sorular. Açık ağızla gülüyorum burada gene sizlere. Duyuyorsunuz değil mi gülücüklerimi? Neyse, ne diyorduk? Sitede verilen bağlantılardan birinde bizim dergimize de ulaşacaksınız. Bu dergi okuyucuları arasındaki pek çok kimse bunu bilir ama ben bilmeyenler için söylüyorum. Başından beri her bir sayıya daha bir merakla bakacaksınız bence. Çünkü şimdiye değin engellilikle ilgili duyduklarınızdan, bildiklerinizden çok farklı şeyler göreceksiniz bu yazılarda çok büyük bir olasılıkla ve dediğim gibi bir önceki sayıya daha büyük bir açlıkla bakacaksınız iddia ediyorum.
Bu dergideki konular sizi ilgilendirmiyor mu? Size çok saçma sapan, gereksiz bir klişe olan "Her insan, potansiyel bir engelli adayıdır" demeyeceğim. Benim size diyeceğim: “Niye? Siz bu dünya vatandaşı değil misiniz? Sadece kendiniz, kendi ihtiyaçlarınız için mi varsınız? Komşunuz 80 yaşındaki Makbule Teyze'nin merdivenlerden artık çıkamıyor olması sizi hiç ilgilendirmiyor mu mesela? Aynı sınıfı paylaştığınız arkadaşınız diye söz edebileceğiniz Gülcan'ın kitaplarını kabartma okuması gerektiği, başarısının aslında buna bağlı olduğu gerçeğini göremiyor musunuz? Aynı işyerinde çalıştığınız mesai arkadaşınız Elif'i, gerekli uyarlamaları yapmadığı için kurumunuz yani ona çalışması için gerekli olanakları sağlamadığında, “Gelip gidiyor işte, maaşını alıyor.” deyip geçiştirmek işinize mi geliyor?” Yaşıyor olduğunuza inanmakta kusura bakmayın ama şüphe ediyorum. Şartlı refleksle varlığınızı sürdürüyorsunuz ve bunu yaşamak addediyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Saçma sapan bir var oluşta kendinizi ve varsa çocuğunuzu kurtarmakla, gemisini kurtaran kaptan olduğunuzu sanıyorsunuz. Aldanıyorsunuz. Kendiniz de evladınız da suda boğuluyor, birileri size çabalamanız için çığlıklarla bağırıyor, duymuyorsunuz. Ben mi? Körlüğüme, topallığıma ve bu halde nasıl hala gülmeyi sürdürebildiğime inanamayıp bana acımakla kendini üstün gördüğünü düşünenlere daha yüksek sesle gülüyorum, bunu da duymuyorsunuz.
Neyse sevgili okuyucu, ben gene uçuşa geçtim. Bir hastane odasında yüreğimden ve bileğimden dökülenler bunlar. Pencere açıldığında içeri dolan ve insanın içini ürperten serinliğin aksine sıcacık bir odada; dağ, orman ve teleferik manzaralı bir camın yamacındayım, bilginiz ola