Karşıya mı geçeceksiniz? Dümdüz öyle git. Hoop, sağ, sağ, yok yok, sol sol! Hayır, orası değil. Ben açayım mı telefonunu? Hayır, yanlış yere basıyorsun! Ver ben açayım o kulaklığı.
Bu sözler tanıdık geliyor mu kulağınıza? Kör biriyseniz ve sokağa tek başınıza çıkıyorsanız, gün içinde bunlardan birkaçını duymadığınız gün varsa, şanslısınız demektir. Sürekli bir gözün sizi izlediğini ve yapacağınız hataları düzeltmek için tepenizde olduğunu böyle anlıyorsunuz muhtemelen.
Bu dönem Engelsiz Eğitim kapsamında, Elif Ünver'le birlikte Sosyal Aikido söyleşileri yapıyoruz. Amacı, sokakta, evde, iş yerinde, okulda, düğünde, markette uğradığımız mikro saldırgan davranışları anlamak, ve bunlara karşı koyma yollarını aramak diyebiliriz. İşte her yerde rastladığımız ‘Biri bizi gözetliyor’ meselesi bu söyleşilerde karşımıza sıkça çıkıyor.
İnsanlar tek başına alışverişe gitmek istemiyor, çünkü önüne gelene laf anlatmaktan sıkılmış. Düğünde çok istediği halde oyuna kalkmıyor, çünkü ‘Herkes bana mı bakıyor?’ endişesi, duygulara ket vurmuş. Kalabalık bir ortamda yemek yemiyor; çünkü, sürekli gözleniyor olma tedirginliği tüm hevesini kursağında bırakıyor.
Daha kötüsü, hiç bir zaman gözlenip gözlemlenmediğinden emin değil; bu da kendi kendini sınırlamasıyla sonuçlanıyor. İşte sağlamcılığın bizi getirdiği nokta! Tek bir doğrunun, tek bir tutumun, tek bir yöntemin kesin üstünlüğüne o kadar inandırılmışız ki, her davranışımızda, her hareketimizde, ‘Acaba oradan çok mu saptık?’ kaygıları içinde bir cenderede boğuşuyoruz.
Kafamda bu konuyu nasıl yazsam, nasıl anlatsam diye düşünürken, gittiğim bir öğle yemeği bana istediğimi verdi. GETEM'e gelen, çok sevdiğimiz bir konuğumuz da vardı yemekte. Her günkü gibi yemeğimi yerken, birden şunları duyarken buldum kendimi: "Pilavı önüne çekeyim mi? Yemeğinle pilavı ye, sonra ekmeği yersin istersen. Çatalını vereyim mi?"
İlk bakışta, gayet dostça, gayet iyi niyetli sözler gibi duyuyoruz değil mi? Elbette bunu diyen konuğumuz öyle yaptı. Ama ben her lokmamın sayıldığını, her hareketimin dikkatle izlendiğini fark ettim; ve bu, beni mutlu etmedi. O zaman birçok arkadaşımın anne-baba veya yakınları varken, neden mutfağa girmek istemediklerini, normalde çok iyi yaptıkları işleri neden bıraktıklarını daha iyi anladım. Kendimin de benzer bir hatayı zaman zaman yaptığımı anımsayıp utandım. Sevda, ne zaman telefonuyla bir şeyler yapsa, ‘Yok, oraya değil buraya gir’ diye saçma sapan uyarılar yaptığımı anımsadım.
Evet değerli dostlar… Belki herkes hayatta diğerini gözetliyor, ona karışıyor. Ama bir de yeti farkınız varsa, gözetlemenin ötesine geçip, size müdahale hakkını kendinde daha çok buluyor. Bu da bağımsız yaşama daha çok ket vuruyor, kendine güveni daha da düşürüyor. Söylenecek çok şey var aslında ama gözetlemediğiniz ve gözetlenmediğiniz günler yaşamanızı dileyerek sonlandırayım yazımı