Geçtiğimiz hafta sonu, Sevda ile birlikte hem alışveriş yapalım hem bir şeyler yiyip sinemaya gidelim umuduyla çıktık evden. İlk macera metro asansörlerinde başladı. Ümraniye'deki metro asansörü turnikelere inmek için 2. kattan 0 no’lu kata gidiyor. Yani arada bir katta da durabiliyor. Ama şehrim insanı bunu bilmediği için durduğu birinci katta asansörden inmeye başladı. İndikleri gibi bizi de kolumuzdan zorla çekiştirme telaşındaydı. Hayır, bir kat daha var ısrarımızı da kendilerine saygısızlık olarak algılayıp, “Gel gel inanmıyorlar" diye söylenerek çıktılar asansörden. Tabi ki bir kat daha indi asansör ve ilk maceradan galip çıkmış olduk.
Metrodan alışveriş merkezine gelince, başka biri musallat oldu birden. Yürüyen merdivenle sinema katına çıkmaktı amacımız, ama ne mümkün, amca bey defalarca yineliyor: “Yok yok, siz çıkamazsınız merdivenden." Zar zor ikna edebildik amcayı da bıraktı kolumuzu.
Yemek katında Hayal Ortağım’ın Yol Arkadaşım uygulamasını bir test edelim diye geçirdik içimizden ve bir restorana navigasyon yapmaya başladık. Ama en büyük engel yine çevreydi. “Nereye gideceksiniz? Durun ben götüreyim, niye oradan gidiyorsunuz?" soruları ve insanların çekiştirmeleri arasında zar zor ilerleyebildik ve bulabildik aradığımız yeri.
Yemekten sonra, bir üst kata çıkmaktı niyetimiz, ama yine asansöre yönlendirildik zorla. Bu sefer artık itiraz edecek takatimiz kalmamıştı, kaderimize razı geldik asansörün önüne. Önce 5 dakika gelmedi asansör, sonra nihayet geldi ve bodrum kata iniverdi. Israrla yukarı çıkacağımızı söylediğimiz halde, yanımızdaki aşağı basmış çünkü. Neyse sinema gişesine 2 dakikada ulaşacakken, 10 dakikada ulaşabildik mecburen.
Dedim ya sıradan bir gündü oysa ama kendi başımıza bir şey yapabilmemize ihtimal dahi vermeyen toplum, var olan engeller yetmiyormuş gibi daha da engellenmiş hissettirmek için yaptı vazifesini layıkıyla. Evet, oysa sıradan bir gündü, ama sıradan insanın alışıldık günü değil, engellenmişliğin, sesini duyuramamanın sıradanlığıydı bu.