Karınız olarak bildiğiniz kişinin anneniz olduğunu öğrenseniz… Bir de bu kadından hem yavrunuz hem kardeşiniz olan çocuklar dünyaya getirmiş olsanız… Kendinize ne ceza verirdiniz?
“Kral Oidipus”, günümüzden yaklaşık üç bin yıl önce yazılmış bir başyapıt. Başta filozoflar olmak üzere, kültür tarihi boyunca pek çok teorisyene ve sanatçıya ilham kaynağı olmuş bu tragedya, kaderden kaçılıp kaçılamayacağı, tanrıların adaletsizliği, insanın psikolojik ve toplumsal süreçleri, ilişki biçimleri ve yaşama felsefesi gibi, pek çok farklı açıdan ele alınmış.
Ben burada, daha önce karşımıza çıkmamış bir bağlamda, “körlük” teması üzerinden, eser ile ortak bilinçaltlarımız arasındaki iz düşümlerini ortaya çıkarmayı amaçladım.
Eserde olaylar özetle şu şekilde gelişiyor: Oidipus dünyaya geldiğinde, bilici bir kehanette bulunur, buna göre, bebek büyüdüğünde babasını öldürecek ve annesiyle evlenecektir. Bunun önüne geçmek için anne ve babası Oidipus’u ölüme terk etmeye ve böylece bu kehanetin gerçekleşmesini tamamen önlemeye karar verirler. Ölüme terk edilen bebek Oidipus başka bir çift tarafından evlat edinilerek büyütülür ve önceden belirlenmiş olan kaderi dönüp dolaşıp onu bulur; her şeyden habersizce Oidipus yazgısını yerine getirir. Yıllar sonra gerçekler ortaya çıkar ve bilmeden öldürdüğü kişinin gerçek babası olduğunu, evlendiği ve çocuk sahibi olduğu kadının da öz annesi olduğunu öğrenir.
En kötü düşe yazılabilecek, en kötü son ne olabilir? Gerçeği öğrenen Oidipus, “çok ama çok baktınız, hiç görmemeniz gereken şeylere” diyerek, kendi gözlerini kör eder. Oidipus’un gerçekten suçlu olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakırsak; işlenen bir suçta, en büyük rol gözlere verilmiş oluyor. “Dokunmamanız gereken şeylere dokundunuz” diyerek derisini de yüzdürebilirdi kral Oidipus, tümden yaşamına da son verebilirdi, ille de bir suç-ceza denklemi oluşturacaksak cinsel organını kesmesi de bir seçenekti tabi. Ağır bir eylemin, en ağır bir bedeli olarak gözlerini verdi Oidipus; bu durum mevcut trajedinin bir parçası, devamı ve hatta zirvesi olarak sunuluyor. Eserde durumun vahametini koro, “Yaşayan bir kör olacağına, ölseydin daha iyiydi.” sözleriyle özetliyor.
Oidipus’a yazılan trajik sonun körlükle taçlandırılmasında etkili olan bir başka sebebin izlerini de, gerçekler ortaya çıkmadan hemen önce, ilk şüphe tohumlarını eken, kör bilici Teiresias ile Oidipus arasında geçen şu diyalogda bulabiliriz:
Oidipus kör bilici Teiresias’a : “Sen sonsuz bir gecenin tutsağısın. Beni ya da güneşi görmekte olan bir başka kişiyi incitemezsin.”
Teiresias : “Körlüğümü yüzüme vurdun, senin gözlerin var gerçi ama ne acınası durumda olduğunu göremiyorsun.”
İşte böyle, bir kişinin körlüğünü söz konusu ederek, sergilenen bir küçümseme ve aşağılama davranışı, işin sonunda aynı acınası duruma düşülmesi şeklinde karşılık buluyor ve böylece körlük, bir ceza olgusu olarak yeniden pekişmiş oluyor.
Peki ünlü kahinler neden genelde kördür? Masallarda, filmlerde, romanlarda, bilicilerin veya gizemli güçlere sahip olduğuna inanılan kişilerin kör olması bir tesadüf müdür? Bu durumun, görmeyenlerin, insanüstü veya insan dışı olarak algılanmasıyla bir ilişkisi olabilir mi?
Sofokles’e söyleyecek sözü olan varsa söylesin elbet, ama Stendhal’ın başka bir sözü var ki : “Roman dediğin, yol boyunca gezdirilen bir aynadır.” diyor. Yolları tutalım dostlar!
Not: Kör bir bilici, önümüzdeki sayıda, körlük ve maneviyat konusunu inceleyeceğimi haber veriyor.