İlk ve ortaokul yılları… O dönem körler okulunda yatılı olarak bulunuyoruz. Öğle ve özellikle akşam yemeklerinin nasıl olduğunu sanırım birçok okuyucu tahmin eder. Tabii insanın canı bakkala gitmek, farklı şeyler almak istiyor. Yasak, diyor öğretmenler yasak. Neden? Ya başınıza bir şey gelirse, ya dışarı çıktığınızda kaza yaparsanız biz ne yaparız. Aslında sizi koruyoruz. Elimize öğrenmemiz için baston vermeyen ve aynı koridorlarda volta atmamızı seyredenler bizi koruyorlarmış. Esas derdin kendi başlarının ağrımaması olduğuysa, aramızda kalsın, aman kimseler duymasın.
Sonra büyüyoruz, lise üniversite yılları geliyor. Arkadaşlarınız gibi siz de spor yapmak için bir salona yazılayım diyorsunuz. Başta her şey yolundayken, bir anda kerameti kendinden menkul bir yetkili bitiveriyor başınızda, “Refakatçi olmadan giremezsiniz”.
“Neden”?
“Eee ya bir yere çarparsanız, ya başınıza bir şey gelirse, burası sizin için güvenli değil. Biz sizi koruyoruz”.
Şimdi kim uğraşacak sürekli onunla değil mi ya, bir yere falan çarpar, hastane masrafı, merkezin prestiji uğraş dur. Şişt aramızda!
Sonra seyahat etmek istiyorsunuz, uçakla daha hızlı olur diye gidiyorsunuz havaalanına. Bir de ne görüyorsunuz? Refakatçisiz uçamazsınız. Neyse zar zor aştık bu sorunu son yıllarda. Sonra bir bakıyorsunuz, başka bir yolcuya zimmetliyorlar size. Onu da büyük mücadelelerle aşıyoruz, derken sizi zorla cam kenarına oturtuyorlar veya iki engelli uçağa bindiyseniz yan yana oturmanıza izin vermiyorlar bazıları. Tüm bunların ortak bir nedeni var: “Kaza olursa, uçağı boşaltırken bizi korumak”. Her şey bizler için aslında. Sakın bir kaza olursa, tazminattan yırtmak olmasın gerçek sebep? Aman orasını karıştırmayın sakın. Hava yolları bizi koruyor.
Ve bu yazıya konu olan bankalar, noterler, benzer alanlar. Okulunuz bitiyor, bir iş sahibi oluyorsunuz, 18 yaşını dolduruyorsunuz, normalde hukuki olarak yetişkin bir birey kabul ediliyorsunuz, ama maaşınızı alacağınız bankaya gittiğinizde görevlinin şaşkın bakış ve muamelesine uğramaktan kurtulamıyorsunuz.
“Yalnız mı geldiniz?
“Hiç mi yazamıyorsunuz?”
“Yanınızda kimse yok mu?”
“Bu şekilde size hesap açamayız.”
Neden diye sorduğunuzda yanıt yine aynı.
“Bunu sizi korumak için yapıyoruz? Ya sizi dolandırırsak”.
Gerçek maksat, kendilerine karşı açılabilecek olası davalarda kurumu korumak. Aman ha çaktırmayın.
En son benzer olayı Finans Bankta yaşadım. Hani sürekli reklamları çıkıyor ya, Qnb ile birleştik gücümüze güç kattık, tabelamıza renk kattık diyen, işte o.
Belli ki tabelaları renklenmiş, ama farklı renklerin ihtiyaçlarına karşı hala siyah beyaz kalmışlar.
Bir vesileyle kendilerinden hesap açtırmam gerekti. Önce bulunduğum kuruma gelen yetkili risk alamadı, beni banka şubesine gönderdi. Orada kamera kaydı yapıp hesabımı açacaklarını belirttiler. Bu da bir ayrımcılıktı, çünkü yanımdaki herkesin hesabı açıldı. Yine de kabul edip şubeye gittim bir hafta sonrasında.
Oradaki muamele ise şaşırtmadı beni. “Hiç mi yazamıyorsunuz” dedi görevli. Benden sözleşmeyi aldım onaylıyorum tarzı bir şeyi elle Latin harfleriyle yazmam isteniyordu. Siz yazın ben altını imzalayayım dediğimde, “Olmaz, iş akdimiz feshedilir” karşılığını aldım. Peki, alternatif ne diye sorduğumda, “Ya noter, ya iki tanık” cevabı geldi.
Sonuç ne derseniz, elbette kabul etmedim bu teklifi, iş hukuk birimlerine gitti. Onlardan bana hesap açmayacaklarına ilişkin bir yazı istedim ve günlük hayatta kullanmadığım el yazısıyla bir şey yazmayacağımı belirttim. Neler yapabileceğimize ilişkin de bir kaç öneri sundum. Ses imzası kullanabilirlerdi ve istedikleri beyanı söyleyebilirdim. Aynı biçimde süreci kamera kaydına alabilirlerdi. Ya da bana sms, mail gibi bir yolla sözleşmeyi gönderebilirler ve ben bunu onayladığımı onlara aynı sms veya iletiye yanıt vererek beyan edebilirdim. Düşünsenize, bankalar internet bankacılığında veya bir ödeme yaparken, size bir sms ile şifre gönderiyor ve bu şifreyi yazmanızı takiben işleminizi onaylıyorlarken, aynı yolu körlerin el yazısına alternatif olarak kullanma isteklerini hemen reddediyorlar. Bir de dilerlerse istedikleri yazıyı Braille olarak yazıp imzalayabileceğimi de ekledim. Maalesef şimdilik bu önerilerin herhangi biri kabul görmedi ve görmüyor.
Aslında BDDK yönetmeliğindeki ifade açık: Bankalar tüketicilerden sözleşmeyi onayladıklarını yazmalarını isteyebilir diyor. El yazısıyla yazarlar diye bir ibare yok. Ayrıca onaylanmış sözleşmelerin kalıcı bir veri saklama aygıtında saklanması gerektiği de belirtiliyor. Ama bankalar ve finans kurumları, bu ibarelere bakmadan, süreci işlerine geldiği gibi yorumluyor, tek yolun el yazısı olduğunu dayatıyor. İşte sağlamcı bakış açısı böyle bir şey. Tek yol, tek doğru yol benim yolum. Braille bir yazı sistemi olarak kabul edilmiyor. Teknoloji uygulanmıyor ve gayet keyfi olarak herhangi bir finans işlemini tek başınıza yapabilmenize izin verilmiyor. Sebep çok açık: “Bizi korumak”. Bankalar kendi görevlilerine güvenmiyor, ya sizi dolandırırsak, diyor, ama benden sokaktan bulduğum alelade bir vatandaşın tanıklığına güvenmemi istiyor ve böyle yaparsam işlemi tamamlıyor.
Tüm bu süreci Facebook hesabımda paylaştım ki, ne göreyim. O kadar çok kör, benzer muamelelere maruz kalmışlar ki, hepsinde, ya hesapları açılmamış, ya kredileri verilmemiş ve mecburen bankanın dayatmasını kabul etmek zorunda kalmışlar. Kimileri etmemiş ve bankayı razı edebilmiş, ama aynı bankanın bir şubesi süreci engellilerin istediği biçimde tamamlarken, başka bir şubesi her türlü zorluğu çıkarmaya devam etmiş. Bu konuda yasalar, yönetmelikler çıktı, ama değişen bir şey yok: kurumsal genler halen bir körü adamdan saymıyor, okuma yazma bilmeyen biri olarak kabul ediyor ve birisi olmadan tek başına işlem yaptırmıyor. Güya tanık istenmiyor bankalarda artık, ama bu sefer de, el yazısı mecburiyeti olduğundan, tanık istenmemesinin bir anlamı kalmıyor.
Facebook yorumlarında bazı arkadaşlarımız diyorlar ki, el yazısını öğrenip yazmalıyız. Hatta bir kısım arkadaşımız bildikleri kadarıyla yazmışlar da. Olayı bu noktadan algılarsak, ben de yarım yamalak yazabilirim. Ancak böyle bir şeyi kabul ettiğimizde, aslında günlük pratiğimizde yer almayan sağlamcı doğruyu kabul ediyoruz. Tek doğru yazının tırnak içinde normal diye addedilen Latin harflerin kâğıda kalemle yazılması olduğunu benimsiyoruz. Buna birçok alternatif varken, daha sonra kendi okuyamadığımız bir şeyi elle yazmaya razı gelmiş oluyoruz. İşaret dili kullanan bir engelliyi zorla konuşturmaya çalışıp sözleşmeyi kabul ediyorum dedirtmekten bunun hiç bir farkı yok. Yine aynı noktaya varıyoruz, bir hedefe ulaşmanın bin bir yolu olduğu halde, tek yolu doğru ve normal, diğerlerini yanlış ve anormal kabul etmiş oluyoruz.
İş noterlere geldiğinde, durum daha da geride. Noterler yasasının 73 ve 75. maddeleri görme engellilerin dilerlerse tek başına noter işlemlerini yapabileceğini açıkça belirtiği halde onlar körlerin okuma yazma bilmediklerini öne sürerek, okuma yazma bilmeyenler için kullandıkları 87. maddeyi bizler için işletiyor. Yine sağlamcı bakış açısı, tek ve normal yazı mürekkep baskılı olandır anlayışı. Bilgisayar ortamı, Braille ve diğer alternatifler alternatif değil onlar için. Neden ise yine bizi korumak, öyle ya, noter görevlileri bizi aldatabilir, ama sokaktan bulduğumuz iki vatandaş asla. Hakiki sebebin, kendi paçalarını kurtarmak olduğunu ise, aman açık etmeyin.
Bu yıl ki festivalimizde, noterler birliğine yönelik olarak, üzerinde hem Latin hem Braille alfabesiyle aşağıdaki ibare yazan bir dilekçe hazırladık:
“Noterler birliğine
Mevcut mevzuat ve teknolojiye rağmen körleri tanığa zorlamak çağ dışılıktır.”
Bu dilekçeyi şu ana dek yüzlerce kişi imzaladı. Ve dileyenler için Aralık ayına dek GETEM’de basmaya devam ediyoruz. Önemi sembolik: üzerinde hem Latin hem Braille alfabesiyle aynı metni basmayı biz bile başarabiliyorsak, noter ve bankaların keyfi tutumu kabul edilemez.
Aslında bu ay bir şey yazamayacaktım ki, Finans Bank vakasını yaşadım değerli dostlar. Benzer olayları EEEH dergi satırlarına taşımazsam, tarihe not düşemezdim diye düşündüm Burak’ın da teşvikiyle. Nasıl bitirmeliyim bu yazıyı bilemiyorum. Şöyle söyleyeyim en iyisi: Siz siz olun, önce sizi korumak isteyenleri sorgulayın.