Sokaktaki Hayri Amca: “Evladım ne oldum değil ne olacağım diyeceksin. Yarın kafama bir taş düşmeyeceği ne malum?”
Bilim İnsanı Sakine Hanım: “Herkes aslında yaşamının üçte birini engelli olarak geçiriyor. Hem çocuklukta hem yaşlılıkta hepimiz bir dönem engelli haline geliyoruz.”
Politikacı Fikri Bey: “Aslında hepimiz potansiyel birer engelli adayıyız. O yüzden engelli kardeşlerimizi korumalı kollamalıyız.”
Yediden yetmişe, sokaktan kampüslere ve kürsülere, engellilikle ilgili bir konu ne zaman gündeme gelse, herkesin sıkça kullandığı bir söylemdir potansiyel engelli olma meselesi. Günün birinde herkesin başına engelli olma felaketi gelebilir bu söyleme göre, o nedenle de engellilere iyi muamele etmek, onları korumak herkesin görevi olmalıdır. Aslında gerçeklik payı da yok değildir bu söylemin. Hele Türkiye gibi kazaların, kaosun yüksek olduğu ülkelerde, her an bir doğal gaz çukuruna düşebilirsiniz örneğin. Veya evinizin yatak odasına kamyon girebilir. Ya da maç ve düğün kutlaması yapan bir maganda kurşunu sizi sakat bırakabilir. Ama böyle bir gerçekliğin olması, neden engellilik kavramına bakışımıza yön veriyor dersiniz?
Öncelikle bu yazının başlığı için bana ilham veren Homo İbretus İlke’ye ve Sadriye’ye çok teşekkür ediyorum. Beyaz Baston Festivali için hazırladıkları sorulardan biriydi başlıktaki ifade: “Herkes potansiyel engelli adayıysa seçmen kim?”
Sahi siz ne dersiniz? Seçmen kader mi? Kimilerine kötü yüzünü gösterip diğerlerine de yaşamlarını test etme olanağı mı sağlıyor acaba? Yani insanlar engellilere bakıp ne kadar şanslı olduklarını mı anlıyor bu hayatta? Dikkatli olmazlarsa nasıl beter durumlara düşeceklerini mi gösteriyor engelliler?
Aslında konuyla ilgili dergi yazarımız Elif çok güzel bir yazı kaleme almıştı birkaç sayı önce. Aşağıdan okuyabilirsiniz.
http://engelsizerisim.com/eeeh/yazi/25/hepiniz_birer_engelli_adayisiniz
O günden sonra bu söylemi çok fazla duymaya devam ettim ve ben de bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. Elif’e ek olarak bu yazıda “herkes potansiyel engeli adayıdır” söylemi bir politika haline geldiğinde nasıl sonuçları olabiliyor biraz tartışmak istedim.
Birçok kişiye göre hayatta şükredebilmek veya mutlu olabilmek için kendilerinden daha kötü, daha aşağı durumda olan kişilere ve durumlara bakmak oldukça fayda veriyor. Yoksul olmak, farklı bir ırka mensup olmak ya da engeli olmak kendisiyle kıyas için oldukça yeterli kriterler olabiliyor. İnsan, kendisini birinden daha üstün hissettiği an, iç dengesi güçleniyor savunma mekanizması olarak. Ancak bu durum aynı zamanda önemli bir korkuyu da beraberinde getiriyor: “Ya bir gün onun durumuna düşersem?” İşte bazen hayatlar kendi pozisyonunu korumak ve beter durumlara düşmemenin yollarını aramak üzerine kurulabiliyor.
Sıkça şahit olduğumuz bazı yardım eden ve yardım alan ilişkilerine bir bakın. Ezen ezilen ilişkisine dönüşme olasılığı çok yüksek. Yardım eden kişi veya kurum, bunu bir gösteri haline getirip, kendi statü ve konumunu daha güçlendiriyor. Yardım alan sınırlı sayıda kişi veya kurum, kısa vadede mutlu ama uzun vadede kendisini yardım alma pozisyonuna düşüren sorunların hepsi yerli yerinde duruyor. Yardım ettiğini düşünen kişi, bunu saygınlığını korumanın ve yardım ettiği kişiyle aynı duruma düşmemek için kendisini garanti altına almanın bir yöntemi olarak görebiliyor. Yardım alanın derdiyse, bir hak kazanımından çok o an için işin görmek. Ne yardım edenin durumu eşitlemek, bir hakkı teslim etmek gibi bir düşüncesi var, ne yardım alanın. Bu da aynı eşitsiz durumların, aynı sorun yumaklarının yeniden ve yeniden üretilmesine neden oluyor.
Buradan, iyi niyetiyle başkaları için bir şeyler yapmak isteyen herkesi yerdiğim sonucu çıkmasın. Elbette, hayattaki eşitsizlikleri görüp bunları değiştirmek adına, çaba harcayan, herkesin eşit yaşam koşullarına kavuşması için yardım ya da paylaşım adı altında, kendi gücünce bir şeyler yapan pek çok kimse var. Benim sözüm yardım dediği şeyi başkalarından çok kendisi için yapanlara. Kendisi için yapma kavramını da açmak gerek biraz. Herkes bir şeyler yaparken kişisel tatmin de arar. Ama bu tatmin engellenmişlikleri ortadan kaldırmaya çalışmanın iç huzuru mu, yoksa ezilen kurbanın durumuna düşmemenin sigorta belgesi mi onu bir kendimize sorsak iyi olur.
Gelelim potansiyel engelli adayı söylemindeki anomaliye. Birçok alt kimlik gibi, engellilik de seçim yaparak elde ettiğimiz bir kimlik değil. Bir millete mensup olmak, bir ailenin parçası olmak, uzun ya da kısa boylu olmak, siyah ya da beyaz olmak, engelli ya da sağlam olmak seçtiğimiz özelliklerimiz değil çoğu zaman. O nedenle de bu kimlikten utanç veya gurur duymanın çok gerçekçi bir yanı yok. Her alt kimlik gibi engelli olmanın da getirdiği bazı avantajlar ve bazı kısıtlar var. Ancak toplumdaki sağlamcılık anlayışı, engelli olmanın bir acizlik, bir yetersizlik olduğunu dikte ediyor bizlere. Aynı baskın anlayış, kendine bir örnek beden çizip, kilolu olmanın, belirleyen seviyeden kısa veya uzun olmanın, beyaz değil siyah olmanın, bir talihsizlik, bir eksiklik belki hakkedilen bir ceza olduğunu fısıldıyor alttan altan.
Potansiyel engelli olma durumu da tam burada söyleniyor. Asıl anlamı şu: “Yarın biz de kötü şeyler yaparsak, böyle aciz duruma düşebiliriz. O yüzden, normal olmak, bu kardeşlere yardım etmek ve olası olumsuz durumlarda kendimizi sağlama almak en iyisi.” Buradaki anomaliyi daha iyi anlatmak için Elif’in de yazısında bahsettiği örneği tekrarlamak istiyorum. Diyelim ki, bir noktada kadın haklarını savunan bir konuşma yapacağım derken diyorsunuz ki, “Herkes potansiyel kadın olma adayıdır. Ya günün birinde biz de kadın olursak?” Kadınlar bu konuşmanız üzerine ne derdi sizce?
Yani bu söylem, sizden farklı olan kimliği aslında aşağılamanıza, küçük düşürmenize neden oluyor. Sonuçta hangi söylemle olursa olsun, eğer engellilerin hayatını daha kolaylaştırıyorsa, neden bu kadar takıldığımı sorabilirsiniz. Yanıtı çok açık: kişileri potansiyel engelli adayı olma korkusu üzerinden motive ettiğinizde, engellilik kavramının bir alt kimlik değil bir acizlik sembolü olma durumunu daha güçlendirmiş olursunuz. O biçimde de yapılan faaliyetlerin engellenmişliklerin ortadan kaldırılmasını sağlayan kalıcı düzenlemeler olmasını değil, geçici çözümler olmasına katkı verirsiniz.
Hele benzer bir söylem devlet politikası veya kurumsal bir anlayış olarak benimsendiğinde, eşitleyen değil, koruyan kollayan hizmetler söz konusu olur. Örneğin, hava alanlarındaki tüm düzenlemeleri engellilerin de tek başına hareket edebilecekleri biçimde düzenlemek yerine, her engelliye refakatçi tahsis etmek bir norm haline gelir. Yahut bankalardaki tüm sözleşme ve imzaları erişilebilir yapmaktansa, şahit olmadan engelliye işlem izni vermemek kural oluverir. Söz gelimi, mevcut web sayfasını erişilebilir kılmakla uğraşılacağına, engellilere özel ayrı bir sayfa tasarlamak son derece mantıklı görülür. Misal, engellilerin tek başına oy kullanmasını sağlamak için çaba ve zaman kaybetmektense, onlara kimin daha iyi eşlik edebileceğini tartışmak sorgusuz kabul edilir. Tüm bunların kökeninde aynı temel düşünce vardır: “Engelliler, korunması, himaye edilmesi, sahip çıkılması gereken kimselerdir. Bunların herkesle eşit haklara sahip olması zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla, günün birin de bizim de başımıza geldiğinde mağdur olmamak, ya da hiç onların durumuna düşmemek adına bu kişilere yardım etmek görevimizdir”.
Toparlamak gerekirse, engellenmişliklerin gerçekten ortadan kaldırılmasının yolu, bizim gibi olmayan bireyleri eksik değil farklı olarak görmektir. Farklı olarak görmenin anlamı da onların bazı şeyleri bizimkinden farklı biçimde yaptıklarını kabullenmektir. Bu, bizim ya da onun, daha doğru, daha iyi olduğunu göstermez. Yalnızca farklı olduğumuzu ve farklı ihtiyaçlarımız bulunduğunu gösterir. O yüzden de kendimizi iyi hissetmek için başkalarıyla kıyas yapmaktan daha güzel bir yol var: Potansiyel korkularımızdan kaçmak yerine, henüz fark edemediğimiz gerçek potansiyelimizle yüzleşmek. Yani bırakalım başkalarının durumuna düşme korkusunu, kendi farkımızın mutluluğunu keşfedelim.