Merhaba değerli EEEH Dergi okurları. Zaman öyle bir hızla akıyor ki dergide ilk sayıyı çıkardığımız gün dün gibi aklımda. “Bu ay ne yazacağım, nasıl başlayacağım?” derken 100. sayıya ulaştı dergimiz. Öyle kıymetli kalemler yazdı ve yazmaya devam ediyor ki bu dergide, söylenecek ne varsa söylenmeye, ele alınacak hangi konu varsa tartışılmaya çalışıldı. Bazen aynı konu, farklı yazarlar tarafından ele alınıp tartışıldı. Konu aynı olsa da bakış açısı, kalemi, dili, üslubu farklıydı her yazarın. Hepsinin farklıydı okurken verdiği zevk. Ana temamız yeti farklılığı oldu çoğunlukla. Ama konularımız hep çeşitlilik gösterdi; erişilebilirlik, ayrımcılık, ötekileştirme, mikro saldırganlık, eğitim, sağlık, bilişim vesaire aklınıza ne gelirse yazılıp çizildi bu dergide. Ara ara kendi yoğunluklarım nedeniyle gidip dönmek durumunda kalsam da ta en başından bugüne kadar derginin içinde yer almak, tüm süreçlere şahit olmak çok gurur verici benim açımdan. Bu uzun girişin ardından “Nice 100 yazılara” diyerek başlayayım bu ayki yazıma.
Gün geçmiyor ki ülkemizde bir ayrımcılık vakası yaşanmasın. Ayrımcılık hiçbir alanda sınır tanımıyor; hukukta, sağlıkta, eğitimde, her ortamda karşımıza çıkıyor. “Yine ne oldu?” dediğinizi duyar gibiyim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1 Haziran 2022 tarihinde Twitter hesabından yayınladığı bakan Mahmut Özer’in açıklamasını aynen aşağıya alıntılıyorum:
“Ankara, İstanbul ve İzmir’de ilklerini açmak üzere sadece engelli vatandaşlarımızın hizmetinde olan halk eğitimi merkezlerimizi kuracağız.”
Evet, değerli okurlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu açıklama ile ilgili bilmem ama ben hem bir eğitimci hem de yeti farkı olan bir yetişkin olarak ayrımcılığı iliklerime kadar hissettim. Gelin, sözcük sayısı bakımından kısa ama etkisi uzun vadede tehlikeli olacak bu açıklamayı birlikte irdeleyelim.
Bakan, ilk önce Ankara, İstanbul ve İzmir’le işe başlayacaklarını açıkça ifade ediyor. Bu demektir ki daha sonra Türkiye’nin farklı illerinde de benzer uygulamayı hayata geçirmeyi hedefliyorlar. Biliyorsunuz halk eğitimi merkezleri, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak çalışmalarını sürdürmekte. Farklı branşlarda açılan kurslarla birçok kişinin bilgi, beceri ve deneyimlerini arttırmaları amaçlanmakta ve kurslara katılan kişiler hak kazanmaları halinde sertifikalandırılmaktadır. Peki yeti farkı olan bireylerin açılan kurslara herkesle aynı anda başvurma ve koşullar uygun olduğu takdirde kayıt olma hakkı varken neden “sadece engelli vatandaşlarımızın hizmetinde olan halk eğitimi merkezleri” gibi ayrımcı bir tanımlama yapılıyor? Buradaki temel amaç ne?
Yıllardır “engelli bireyler için ayrı okullar, engelli yaşam köyleri” gibi temeli ayrıştırmaya ve ötekileştirmeye dayanan tutumlarla mücadele ediyoruz. Gelişmiş birçok ülkede “kapsayıcılık” kavramı kullanılmaya ve hayatın içinde uygulanmaya çalışılırken “kaynaştırma/bütünleştirme” kavramlarını sıklıkla telaffuz eden, tüm genelge ve yönetmeliklerinde bu kavramlara yer veren Milli Eğitim Bakanlığı kaynaştırma/bütünleştirme uygulamalarının gereklerini tam olarak yerine getiremediği gibi ayrıştırıcı bir dil kullanmakta ve yeti farkı olan bireyler için ayrı halk eğitimi merkezleri açmayı kendine hedef belirlemektedir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın asıl görevi, yeti farkı olan bireyler için ayrı eğitim merkezleri açmak değil, herkesle aynı anda eğitim alabilecekleri eğitim ortamları hazırlamaktır. Üstelik 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun ve Türkiye’nin de taraf olduğu Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme olmak üzere ulusal ve uluslararası mevzuatta ayrımcılık açıkça yasaklanmış ve herkesin bir arada bulunabileceği, eşit katılım sağlayabileceği ortamlar yaratılmasının zorunluluğu vurgulanmıştır. Bir hukukçu olmadığım için işin hukuki boyutunu uzmanların takdirine bırakıyorum. Ancak bir eğitimci ve yeti farkı olan bir yetişkin olarak ayrıştırılmış ortamların savunulmasını, bu tür ortamların yaratılmaya çalışılmasını ve bunun güzel bir çözümmüş gibi sürekli karşımıza çıkarılmasını asla doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve onun nezdinde tüm bakanlıkların amacı, herkes için erişilebilirliği ve ulaşılabilirliği sağlamak, eşit koşullar yaratmak, birlikte yaşama kültürünü arttırmak olmalıdır. Herkes için her ortamda erişilebilirliği sağlamak yerine, ayrıştırılmış ortamlar yaratarak yeti farkı olan kişileri o ortamlara mecbur etmek, o kişileri toplumdan izole etmektir. Kişilerin yeti farklılıklarına göre sadece belli ortamlarda makul uyarlamalar yapmak, kapsayıcılıktan uzak, ayrımcı bir tutumdur. Bu asla bir çözüm değil, aksine bir geriye gidiştir. Ayrıca bu tür uygulamalar, devlet politikalarında aciz kalındığını göstermektedir. Böyle bir politika izleyen devletler, “Ben her yerde eşit katılımı, erişilebilirliği, adaleti sağlayamıyorum. Bu nedenle, bunları belli gruplara sağlayabileceğim belli ortamlar yaratmaya çalışıyorum” demekte ve kendi güçsüzlüğünü ifade etmektedir.
Tüm bunlardan da anlaşılacağı gibi asıl amaç, herkesin eşit katılımının sağlanacağı, bilgiye ve hizmetlere erişimin mümkün olan en üst düzeyde sunulacağı, herkesin tüm farklılıklarıyla aynı anda ve aynı ortamlarda var olacağı bir ülkeyi mümkün kılmak olmalıdır. Bunun için de politika yapıcıların ayrıştırıcı söylemlerden uzak durması, birleştirici bir dil kullanması ve kanun ve yönetmeliklerde yer alan tüm hükümlerin uygulamalarda da yer bulması için üzerine düşeni yapması gerekmektedir.
Farklılıklarımızla var olabildiğimiz, herkesle aynı anda tüm haklara eşit bir şekilde erişebildiğimiz güzel günleri en yakın zamanda görmek dileğiyle. Nice 100 sayılara EEEH Dergi.