28. sayı, Haziran 2016
Birinci bölüm: Kralın kuru fasulye üzerine görüşleri
Sizce kuru fasulye nasıl olmalı? Etli mi, kıymalı mı, pastırmalı mı, yoksa sucuklu mu? Bu sorular bir radyo programından, trafikteki insanları oyalamaya ve zihinlerini boşaltmaya yönelik, gereksiz bir tür mizah programı. Telefonla yayına bağlanan bir dinleyici şöyle diyor : “Bir engelli olarak ben de düşüncelerimi söylemek istiyorum, bence etli olmalı…”
Duyduklarım karşısında tepkisiz kalamıyorum, ayağa kalkıp alkışlamaya başlıyorum, uzun uzun alkışlıyorum, sanki tuhaflık bendeymiş gibi bana bakıyorlar. Biraz utanıyorum, alkışlarımın şiddeti azalıyor ve aralıkları seyrekleşiyor. Yine de alkışlarımda haksız olmadığımı anlatmaya çalışıyorum, “duymadınız mı?” diyorum, “bir gurme olarak” demedi “bir engelli olarak” dedi. İnsanların kaşları çatılıyor, “bakın” diyorum “adam bir engelli olarak bu sabah uyanmış, bir engelli olarak elini yüzünü yıkamış, gayet tabii bir engelli olarak radyo dinliyor ve bir engelli olarak kuru fasulye hakkındaki tercihini belirtiyor.” Bana kızıyorlar ve diyorlar ki “bir yemek hakkında konuşmak için illa gurme mi olmak lazım?” Bu son darbe beni iyice zayıflatıyor, yavaşça yerime oturuyorum, tahtından indirilmiş bir kral gibiyim, başından tacı çekilip alınmış ve hala kendimi kral sandığım için, bu bir delilik emaresi olarak algılanmış. Bu yüzden tacımın yerine de bir huni konulmuş, ben böyle akıl almaz tuhaflıklar yaparken ve tabii diğer herkes ve her şey çok normalken, radyodaki programcı ile dinleyici sohbeti ilerletmiş, en son telefon kapatılırken, programcıdan dinleyiciye söylenen şu sözleri duydum : “bir engelli olarak size saygı duyuyorum”. Ve radyodan kuvvetli alkış efektleri duyulmaya başladı, herkes bana baktı, bir an için yine ben alkışlıyorum sandılar herhalde, hayır ben değildim, ben bu kez alkışlamıyordum. Kızdığımdan ya da korktuğumdan değil veya alkışlanacak bir şey olarak görmediğimden değil, insanlaraydı tavrım, “ben alkışlayınca olmuyor da, onlar alkış efektleri marifetiyle yapınca oluyor, öyle mi?” diyen bir yüz ifadesi takınarak, masum ve kırgın bakıyordum onlara. Demek öyleydi, sözcüklerin ardında bir fikir değil, bir kimlik bulacaktık, durumla ilgisinin, bir anlamının veya öneminin olup olmadığına bakmadan, kimlikleri konuşturacak, kimlikleri yaşatacaktık kendi yerimize…
Kim bilir bilmem kaçıncı kez, “demek öyle”, diyerek doğruldum. “Öncelikle” dedim “bir kral olarak bence kuru fasulye etli olmaz, bezelye mi bu? Bir öğretmen olarak kıymalı olmasından yanayım ben, bir baba olarak da sucuklu olmasından, dünyanın en duyarlı insanı olarak da sade olmasından yanayım. Alan var alamayan var!” Birden bir alkış koptu, şimdi herkes beni alkışlıyordu. Daha sözlerim bitmemişti, bir muhasebeci olarak, bir doktor olarak da söyleyecektim. Alkışlar giderek kuvvetleniyordu, "sağ olun efendim, çok teşekkürler” , “çok sağ olun, teşekkürler efendim, ama sesimi bastırıyorsunuz, daha söyleyeceklerim vardı. Dinime ve ırkıma göre de söyleyecektim, çok teşekkürler, saygı bizden efendim, saygı bizden, çok sağ olun, bir kral olarak beni sizler var ettiniz, saygılar bizden efendim, yengeye selamlar, sağ olun sağ olun, hayırlı yolculuklar efendim, güle güle oturun …