Yok, hayır! Tarzımı değiştirmek gibi bir niyetim yok. Farklı türlerde yazınsal yığınlar üretebilmeme rağmen engelli öznelere yönelik konularda tembellik yapış sebebini kısa süre önce bir arkadaşım sormuştu. Anlaşılan o ki, merak eden başkaları da var. Anlatayım da ezbere yanıtlardan yürümeyelim.
Bu tembelliğin üç sebebi var. İlki çok basit: Sevmiyorum. Engelli öznelerin yaşadığı sorunların kuramsal açıdan irdelenmesinin anca çok uzun vadede fayda getireceğini düşünüyorum. Koskocaman bir tablonun küçük kesitlerine odaklanmanın, değil kesitler tablodan bile haberdar olmayan kişilerde bir yansıma yapmadığı kanısındayım. İç içe geçmiş çemberlerden oluşan engelliliğin, en içteki çekirdek olguları dikkate alarak değerlendirildiği anlarda da sık sık kullandığım bir cümlem var: Harvardlı seçkinlere hitap etmiyoruz.
İkinci sebep biraz daha farklı. Farkındalık yelpazesinde "sendrom" olarak nitelendirilen bazı durumların parçacıklarını da yaşayan biriyim. Durum şu: Ben; bir özneye yönelik yaptığım yorum, eleştiri ve hatta espride, kurduğum cümlenin özne tarafından ne şekilde algılanacağına dair varsayımda bulunma ve cümlelerini bu varsayım doğrultusunda şekillendirme konusunda beceriksizin önde gideniyim. Cümle kurarken öznenin vereceği tepkiyi, benzer bir durumla karşılaşmam hâlinde kendi vereceğim olası tepkiyle eşitliyorum.
Olmuyor tabii. [Gülümseme] Her yaş aralığında özgürlüklerin yaşandığı, kişisel tercihlere saygı duyulduğu, eleştirmenin, itiraz etmenin, "hak" olarak bellenmiş bir şeyi inatla savunmanın "yanlış davranış" olarak değerlendirilmediği ve en önemlisi açık sözlü olmaya teşvik edilerek büyütüldüm. En ağır eleştirilerde bile karşımdakine bozulmam, söylenen şeyi konuyla ilgili olarak yorumlar ve anlık hislerimin karşımdaki kişinin profiline dair kanılarıma yansıtmam. Konuyu dinler, yapmam gereken çıkarımı yapar ve geçerim.
Kısacası benim söylemlerimde uyguladığım bir ölçüt veya otokontrol yok. Bu durum da çoğu zaman yanlış anlaşılmama neden oluyor.
Gelelim üçüncü ve en temel sebebe. Ben hem kör hem de sağırım. Dergideki arkadaşlar çevrelerinde yaşadıkları olaylardan kesitler alarak gayet kıvamlı içerikler üretiyor. Benim mutfağımdaki bol malzeme engeli olmayan özneler değil, engelliler. Morpheus'un şahane bir repliği vardı: Gerçeği bilmek ve gerçeği yaşamak arasındaki fark. Yazının bu noktasında yazılı bir çift tırnak açıyor ve devam ediyorum.
Engelli kimliğine yönelik içeriklerden uzak duruşumun bir tercih olmadığını anlamak için yüzeysel bir empati yapmak yeterli. Bu yüzeysel empatiyle benim, "körler ülkesindeki öteki" olduğum sonucuna varmak zor değil.
Engelli kimliğiyle ilgili teori, kuramsal doktrin veya normlar barındıran içerikler ve bu içerikleri üretenler ne diyor? Bir sosyal çevre veya hizmet oluşturma süreci, engellilerin varlığı dikkate alınarak yürütülmelidir. Sürecin başlatıldığı anda gerçek engelli özne olmasa bile süreç engelli özne varmış gibi yürütülmelidir.
Doğru mu? Doğru…
Engelli öznelerin sık sık maruz kaldığı ayrımcı ve sağlamcı konuları bıçkın sözlerle eleştirenler ne diyor? Engellilere sunulan erişilebilirlik seçenekleri bir imtiyaz değildir, eşitlik ilkesine dayanan bir haktır.
Doğru mu? Doğru…
Akışa bırakmam hâlinde birçok doğrudan daha bahsedebilirim. Ama "basit" konulardan devam edelim. Engellilik, erişilebilirlik, hak temelli bakış açısı çerçevesinde keskin söylemlerde, savunmalarda bulunanları, ötekinin gözünden görmek ister misiniz?
Sosyal medyada arkadaşının veya herhangi bir kişinin görsel paylaşımında alternatif içeriği boş bıraktığı için kıyasıya eleştiri yapanların kaçı diyalogların yer aldığı bir video çekip paylaşırken alt yazı koyuyor?
Erişilebilirliğin bir hak olduğunu savunan ve farkındalık bilincinin yaygınlaşması amacına hizmet etmesi, eş zamanlılık kavramının önemini anlatmak için betimlemeli-betimlemesiz olarak iki ayrı video yerine, tek bir video içeriği yayınlayanların kaçı o videoda arka planda yapılan betimlemenin alt yazısına veya en azından "#Arka planda körler için betimlemeli anlatım yapılıyor" notuna yer veriyor?
Bazıları diyecek ki, "Ama mevcut sosyal çevre ve etki alanları körlere yönelik.". Akla yatkın bir cevap gibi yorumlanabilir. Milyon dolarlık soruysa şu: Engelli kimliğine sahip olmayan biri benzer savunuşu yaptığında ne hissedersiniz? Kurumsal bir kimlik, "Bizim ürünlerimiz engellilere yönelik değil ki" derse ne olacak? Kendi savunuşunuzdaki tümleci alıp zarfa böldükten sonra öznenin kökünü alarak haklılığınızı ispat edip yükleme çarparak iki takla attırdıktan sonra belinizde üç tur çevirmenin ardından aynı savunuşu size sunan kişinin bakış açısının ne denli çirkin olduğunu mu ispatlayacaksınız?
Paylaştığı görsele alternatif içerik koymayan ve bu nedenle eleştiriye maruz kaldığında, "Yapay zekâ aracılığıyla görseli kendin de betimleyebilirsin" diyenlere, "Erişilebilirlikten nasibini almadın mı sen? Ben de engeli olmayan kişiler gibi içeriği ek bir şey yapmadan inceleyebilmeliyim!" yanıtı veren hak temelli duruş abidelerinin kaçı paylaştıkları sesli mesajı içeriğini yazı olarak ekliyor?
Görmemeye dayalı tek deneyimini gece vakti elektrikler kesilince karanlığın ortasında kaldığında yaşayan, kör biriyle sosyal bağı olmayan kişilerin görmemenin çok zor olduğunu düşünmesinin sağlamcı anlayışın ürünü olduğunu mu sanıyorsunuz? Nörolojik gerçeklik algısı sese dayalı olan körlerin de aynı algısal nedenlerle sağırlar için benzer düşüncelere sahip. Görmeyi, dünyayı algılamanın temel aracı olarak eşitleyenler ne yapıyorsa sesle eşitleyenler de aynısını yapıyor. Hak temelli mücadeleye baş koymuş olan bir dostun, bir etkinlik mekânından ayrılırken çakırkeyifliğin de etkisiyle, "Murat'a dikkat edin, yola çıkmasın" dediğini duydu, duymayan kulaklarım. Başka bir dostun WhatsApp grubuna dahil olduğumda tıpkı görenlerin ona yaptığı gibi nörolojik gerçeklik algısının oluşturduğu kalıplamanın tufasına düşüp sağırlık ve dilsizliği eşleştirerek konuşabiliyor olmama rağmen sesli mesaj yollayamayacağımı varsaydı. Körlerin, sağırlara yönelik kalıplaşmış ön yargıları, engeli olmayan öznelerin sağırlara karşı beslediği ön yargıdan çok daha yoğun olduğunu söylesem kızar mısınız?
En bıçkın sözlerle kişileri eleştirip yerden yere vuranların kaçı güttüğü teoriyi gerçekten yaşıyor? Engelli öznelerin maruz kaldığı ayrımcı ve sağlamcı davranışları, yalnızca kendi engel grubu çerçevesinde değerlendirip diğer engel gruplarını bu çerçevenin dışında bırakmakta sakınca görmeyenlerin, aslında göbekten ayrımcı ve sağlamcı olduklarını fark etmiyor oluşlarının sebebi ne?
Kendi yarattığı veya inandığı kuramsal normları zihnindeki sıkışmışlıktan çıkaramayan ve kendi yaşamına uygulayamayan kişilerin savunuşlarını, bir Öteki olarak gerçekçi bulmuyorum.
Uygulamaya geçmeyen ve zihinde sıkışıp kalan düşüncelerden yola çıkarak kendi tarafından bile yaşama yansıtılmayan olguları, başka öznelerden beklemek bencilliğin ve çelişkinin göbeğidir. Çelişkinin var olduğu bir yerde tutarlılık yoktur. Tutarlılığın olmadığı bir olgu sürdürebilirlik ilkesinden yoksundur. Sürdürülebilir olmayan bir durumsa gerçeklikten uzak ve keyfe keder şişirilip patlatılan ve sonra yeniden şişirilen sabun köpüğüne benzer. Hepsinden önemlisi içi boş bir halkaya üfleyerek oluşturulan sabun köpüklerini izleyenler, sadece geçici bir süre için o gerçekliğe şahit olur.
Siz, bir "öteki" olsanız ve engellilere yönelik ayrımcı-sağlamcı tavırları eleştirecek yazılar yazsanız ne yapardınız? Engelli kimliği taşımayan kişilerin, engellilere yönelik yaptığı ayrımcı ve sağlamcı davranışları mı, yoksa engelli kimliği olmayanlar tarafından ayrımcılığa maruz kalıp ayrımcılığın tadını, anlamını, uygulanış tarzını, yarattığı etkiyi ve daha nice şeyi biliyor olmasına rağmen kendi engel grubu dışındaki öznelere göz göre göre ayrımcılık yapanları mı dikkate alırdınız? Hangisi sizce çok daha bilinçli yapılan bir ayrımcılık? Hangisi hak temelli duruştan, eşitlikten, anlayış ve kapsayıcılıktan daha uzak?
Rasyonel bakış açısıyla yaklaştığınızda yukarıdaki soruların yanıtı bence çok net. Büyük tablonun varlığından, içerdiği kesitlerden bihaber olan insanların sırf bu bilmezlikten doğan ayrımcı tavırlarını değil, tabloyu çizen ama işine geldiğinde tablodaki tutarsız ve çelişkili renk karışımını görmezden gelen ressamları fark edersiniz.
Körler ülkesindeki öteki için ayrımcı ve sağlamcı tavırları hiç mi hiç olmayan bir kişi tanıyorsanız bana da haber verin. Onunla tanışıp kucaklamayı çok isterim.
Yazının bu noktasında birkaç paragraf önce açtığım yazılı çift tırnağı kapatıyorum. Sizce o satırları hangi duyguyla yazdım? Agresif? Atarlı? Sivri dilli? Hepsi? "Siz nasıl yorumladınız bilmiyorum, ama ben onları yazarken yer yer gülümsedim bile" yanıtını veriyorum ve bu yazıda, bir konu hakkında yorum yaparken olası tepkileri hesaplama konusunda beceriksizin önde gideni olduğuma dair kurduğum cümlelerin yazış nedeninin iyice anlaşıldığını varsayıyorum.
Yazılı çift tırnak arasında kurduğum cümlelerse benim hislerimi yansıtmıyor. Diyeceksiniz ki, "Arkadaş, o nasıl iş? sana ait değil mi o cümleler?"
Doğru, bana ait. Ancak o cümleler benim hislerim değil. Sahip olduğum bakış açısı çerçevesinde bir teori kurmaya yönelmem hâlinde o çerçevenin çıtalarını belirleyecek düşüncelerden küçük bir kesit. Çevrenize şöyle bir bakın. Savunduğu ideoloji veya teoriyi kendi yaşamlarına uygulayamayan onlarca insan göreceğinizden şüphem yok. Başkasını bilmem; ben kişisel olarak uygulanamayan bir düşüncenin teorisini gütmeyi anlamlı bulmuyorum. Bu yüzden de kendimi "öteki" gibi hissetmiyorum. Hayat bu; yeri gelir zamansızlıktan yeri gelir keyifsizlikten yeri gelir bir çocuğun peşinde koşma mecburiyetinden veya daha nice şey yüzünden doğru olduğunu bildiğimiz olguları gerçekleştiremeyiz. Bu gerçeği dikkate alarak soyutluktan uzaklaşıldığında önünüze ve bilincinize düşen somut gerçekler farklı olur.
Birazdan kuracağım cümlelere "imkânlara sahip kurumsal kimlikleri" dahil etmediğimin altını çiziyorum. Sosyal medyasında görsel betimlemeye yer vermeyen veya gruplara sesli mesaj bırakan kişilere kızmıyorum. Bunları yapan kişileri sağlamcı olarak sıfatlandırmıyorum. Eski kuşakta yer alan engelli kimliğine doğuştan sahip olanların çoğu, engelli kimliğine sonradan nail olanlarınsa tamamına yakını "kapsayıcılık" kavramını çok sonradan ve önce teorik olarak öğrenir. Teori-pratik düzleminde de ara sıra veya sık sık çelişkiye düşer. Benim kuşağımda yer alan ve engelli olmamasına rağmen engelli öznelerle iç içe büyüyüp bazı kavramları "teori" olarak değil "yaşanılan öğreti" olarak öğrenen kişi sayısı azdır. Benim düşünceme göre kapsayıcılık yalnızca pozitif değerleri içermiyor. Özneler ve olguların yalnızca tek bir yönde değerlendirilmemesi gerektiğine inanıyorum.
Doğru olmadığı bilinen ama farklı nedenlerle kimi zaman keyfi kimi zamansa imkânsızlıklardan doğan davranışları görmezden gelmek de bana göre kapsayıcılık çemberinde. Eee, sağlamcı davranmak istiyorsa davranır; ayrımcı olmak isterse olur, hakaret etmek istiyorsa eder. Bu davranışı gören de ister tepki verir isterse de tepki vermeye değer bile bulmaz. Bunu yapan kurumsal bir kimlik olmadıkça veya tavrı sergileyen kişi bir özneyi değil toplumsal bir kesiti hedef almadıkça kendimi ötekiler gibi hissetmem.
Diyeceksiniz ki, "Sen de lastik gibi esnekmişsin birader". Evet, kısmen öyleyim. [Gülümseme] Ancak herkese sunulan bir hizmet sürecinde varlığımın görmezden gelinmesi veya iradem dışında bir şeylere zorlanmam hâlinde tepkim değişir. Esneklik gider, cehennemin dibine kadar gitmek gerekse de almam gerekeni alana kadar inadım inat, burnum on altı kanat moduna geçerim. Bu esneklik ve sıfır esneme durumu, benim gerçeklerimden doğan bir tepki. Yaşamı bir yürüyüşe benzetirsek o yürüyüş boyunca taşıdığım sırt çantama, beni ötekileştiren kişilerin boynuna çivilemek için onlarca yafta tıkıştırmayı abuk buluyorum. Zaten bunu manidar bulsam o yaftaları sırt çantasıyla değil tren vagonuyla taşımam gerekir. Ama bunlar bana ait doğrular. Benim abuk bulduğum konuyu asıl abukluk olarak niteleyen de olabilir. Benim için fark etmiyor. İstiyorsa yedi cihanı gezip önüne geleni duvara çivilesin. Onun tercihidir. Kişileri, var oldukları hâlleriyle ve bir bütün olarak kabul etmek çok da zor bir şey değildir. Zor olan bunu yapmayı gerçekten mi yoksa şakacıktan yaparmış gibi görünmeye çalışıp çalışmadığımızın ayrımını yapmaktır.
Yazarken de elimin ayarı yok hani… Yazdım yazmasına ama şimdi de yazıyı nasıl bitireceğime dair bir fikrim yok.
Eh, madem yıldızlardan söz açılmıştı ben de çok bilindik bir şiirin birkaç mısrasını çakayım yazının sonuna:
"Ala şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken
Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim."