Özellikle sosyal medyada paylaştıkları farkındalık mesajlarına bakılırsa, sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğu engellilerin hayatı güzelleştiren harika detaylar olduğunu düşünüyor. Ne var ki, metrekareye 12 kişinin düştüğü bir eğitim araştırma hastanesinde tedavi olmak isteyen bir engelli, hele de refakatçisi yoksa saatte ortalama 30 hastayla ilgilenen sağlık personeli için hayatı o kadar da güzelleştirmeyebiliyor ve bu durum engelli hastalara da zor anlar yaşatabiliyor.
Tam da bu noktada ben Homo İbretus engin hastane tecrübelerime dayanarak siz değerli ibrettaşlarıma Türkiye’deki hastanelerin işleyişine dair bilmeniz gerekenleri örneklerle açıklamayı kendime borç bildim. Yazacaklarım tamamen kişisel gözlemlerime dayalı olup siz değerli okurların, özellikle de sağlık çalışanlarının görüş ve eleştirilerine açıktır. Yorumlarınız ve geribildirimleriniz için bir mail kadar uzağınızdayım. Keyifli okumalar.
Öncelikle hastanede sıra bekleyen hemen herkes ya engellidir, ya ayakta duramayacak kadar hastadır, ya işe yetişmesi lazımdır, ya evde bekleyen hastası/yaşlısı/çocuğu vardır, ya da iki dakika tahlil sonucunu gösterip çıkacaktır. Hatta hepimizin bildiği “Onların hiçbir engeli yok, asıl engelli olan bizleriz.” sözünün ilk olarak poliklinikte muayene önceliği isteyen bir hasta tarafından söylendiği rivayet edilir. Aslına bakılırsa nüfus yoğunluğunun 00’lere kadar çıkabildiği kan alma birimleri “engelli adayları” için ideal miting alanlarıdır.
Hal böyle olunca, belirli aralıklarla dışarı çıkıp eylemde bildiri okuyan solcu tonlamasıyla hasta çağıran ablalar sırada bekleyen full+full orijinal engellileri tespit edip önceliği onlara verme eğilimindedirler, bir bakıma engelli hastaya pozitif ayrımcılık yaparlar. Bu durumda ne yapılması gerektiği sorusu ayrı bir yazı konusu ama şu bir gerçek: O önceliği siz almazsanız, altın gününde göbek attıktan sonra otobüste gençlerden yer istemeyi şiar edinmiş teyze ya da telefonda arkadaşlarıyla rakı-balık planı yapan “bir ayağı çukurda” amca alacak. Karar sizin.
Sıra bekleme çilesini bir şekilde atlatıp muayene ya da tedavi aşamasına geçtiğinizde bilmeniz gereken çok temel bir husus var: Engelli hastayla iletişim hiyerarşisi. Sağlık personelinin Engelli hastaya bilgi, evrak, talimat verirken harfiyen uyguladığı prosedür şu şekilde:
Hastaya bir yakını refakat ediyorsa doktor, hemşire ya da tıbbi sekreter hasta yakınına, hasta yakını engelli hastaya iletir.
Engelli hasta tek başına gelmişse, doktor hemşireye, hemşire engelli hastaya o odaya kadar eşlik eden personele, personel de engelli hastaya iletir.
Şayet engelli hasta bu döngüyü kırıp doğrudan doktorla, hemşireyle falan diyaloğa girmek isterse ortaya şöyle bir diyalog çıkabilir:
“Hemşire Hanım, serumu elimin üstünden değil de kolumdan takabilir misiniz?”
“Tabii tabii, şöyle sedyeye uzansın, ayakkabılarını çıkarmasına gerek yok.”
Soruya “tabii” diye karşılık verildi diye illa hastanın isteği yerine getirilecek diye bir kural yoktur. O serum elin üstünden de takılabilir, hastanın istediği şekilde koldan takılacaksa da en azından refakatçiye de sorulup teyit edilir. Sonuçta hasta şikâyette bulunsa bile tutanağı imzalatacakları kişi refakatçidir.
İmza demişken, görmeyenlerin korkulu rüyası olan şu meşhur iki şahit meselesinden burada da kurtuluş yok. Her yıl yaklaşık 900 görme engelli, onay formunu imzalatma sırasında şahit yetmezliğinden hayatını kaybediyor. (Buraya bir kalp atışı efekti istiyorum sevgili editörüm.) Göz yumma, şahit ol!
(Buraya bir Kızılay logosu çizelim, belki şurada da yanında şahidi olmadığı için kan bağışında bulunamamış bir kör vardır.)
Not: Bu yazı belirli bir meslek grubunu yerme ya da hedef gösterme amacı taşımamaktadır. Bu yazıda anlatılan olaylar yazarın kişisel deneyimlerine dayanmaktadır ve yazıda örneklenen olumsuz durumlardan ötürü tüm sağlık çalışanlarını itham altında bırakmak, engelli hastalarına birey olarak yaklaşan, talep ve beklentilerini dikkate alan sağlık çalışanlarına haksızlık olacaktır.