Hani manilerde birbirleriyle ilişkisiz, sırf uyak için söylenen sözler vardır ya, söylenmek istenen asıl şey sonda söylenir… İşte Ortaçgil’in bu şarkısını bu manilere benzetiyorum ben. Evet, elbette manilerdeki sözler kadar anlamsız değil; ama ne yalan söyleyeyim, benim nazarımda şarkının diğer sözleri akıp gidiyor… Yani tamam, dinlediğim anda çok hoşuma gidiyor; ama geriye sadece bu yazının başlığındaki sözler kalıyor. Önce “günler boyunca soru sormadan,” diyor üstat. Sonra “aylar,” sonra da “yıllar”…
Böylece hayat geçip gidiyor ve insanlar soru soramadan ölüyor. Onun için, sırf onun için, bu iş çok zor Yonca. Yonca kim bu arada?
Her neyse… Yonca kim olursa olsun, ben bu şarkıyı kendi üzerime alıp; yani Ortaçgil’in “Bu iş çok zor Eylem,” dediğini farz edip ona şöyle sesleniyorum… Bu arada kusura bakma Yonca kardeş, araya giriyorum ama…
Evet, be ustacığım… Bu ülkenin en büyük sorunu bu. Soru sormamak, soru sorulmasına izin vermemek, sorulan soruları küçümsemek…
Bir şeyin ne demek olduğu bile sorulduğu zaman “bunu sen nasıl olur da bilemezsin,” denmesi…
En kötüsü de ne biliyor musun üstadım, böylesine küçümsenen birisinin, yarın aynı şeyi başkasına da yapıyor olması.
İnsanların bilinçsizliğinden söz edilir ya hep, insanlara bir tek şey öğretilse o bilinçsizlik tamamen sona erecek, kimsenin haberi yok.
Aynen hocam! “Soru sormak…”
İzninle, bu soru soramamak, sorulan soruları küçümsemek gibi saçmalıkların, engellilik alanındaki oluşturduğu anlaşılmazlıklardan, ya da daha kötüsü, yanlış anlaşılmalardan bahsedeyim: Kusura bakmazsın inşallah azizim, ne yaparsın, bu dergide de bu konular yazılıyor işte…
Önce bir diyalogla başlayayım:
“Ya abi, geçende metrodayken geri zekâlı kadının biri bana ne sordu biliyor musun? Benim altıncı hissim var mıymış? Gelecekten haber verebiliyor muymuşum?”
“Amaan, güleceksin geçeceksin bunlara hocam. Kaale bile almayacaksın.”
“Eee, sen ne dedin?”
“Ne diyeyim, alay ettim falan işte.”
“Yazık ya kadına.”
“Abi, tamam da; bu da sorulur mu yahu!”
Sorulur kardeşim. Evet, saçma olabilir; ama sorulur. Sorulmaz denen soru yoktur, olamaz. Yeter ki üslupta sıkıntı olmasın. Sorulan her soru, bir şekilde, uygun bir dille cevaplandırılmalıdır.
Kusura bakma üstat, biraz tansiyonum yükseldi ama. Yalan mı yahu? Yani sen sorulan soruya cevap vermezsen o nasıl öğrenecek? Bir sürü yol olabilir belki; ama o konuyu öğrenmesi onun için uygun zamanda mı olacak? “Bilmiyorum,” bile bir yanıttır sonuçta. İlle de her şeyin yanıtını bilmek zorunda değil kimse; ama soru soran birisinin şevkinin daima kırıldığı toplumumuzda, bunu yapmayan azınlıkta olmak çok önemli. Günümüzde soru soran insana saf gözüyle bakılmıyor mu sence de? Yani şahsen bana saf gözüyle bakılması sorun değil, sorun saf gözüyle bakılıp sorduğum sorulara cevap verilmemesi.
Bir de sorulan soruların cevabını bilmeyip sorunun saçma olduğunu söyleyerek sıyrılan insanlar var ki, onlara söyleyecek söz bulamıyorum. Senin gibi muhterem bir zat karşısında yani, yoksa söylenecek çok söz var…
Ben sana bir şey söyleyeyim mi, iyi soru soran ve soruları küçümsemeden cevaplayan insanlar olsa, bu toplum kuş olur uçar da; serde şişmiş egolarımız var işte. Hâsılı kelam, bu iş zor, çok zor usta.