Toplam Okunma 0

Merhaba sevgili okur, dile kolay 2 yılı geride bıraktık.  2 yıl, bir insan hayatında çok uzun bir süre olmayabilir.  Fakat içinde bulunduğumuz koşullar içerisinde, süreli bir yayım için hiç de kısa sayılamayacak bir süre. 2 yıl boyunca, yaşanan ayrımcılık vakalarını, teknolojik gelişmeleri, hatta toplumsal olayları kendi penceremizden yorumlamaya çalıştık.

Yazılarımızın internet sayfalarını kaplayan süslü cümleler bütünü olmasını değil, hayatın her alanını kapsayan hareketli bir üretim mekanizması olmasını istedik. Bu nedenle erişilebilir şekilde enstrümanını akort etmek isteyen de, kek yapmayı öğrenmek isteyen de sayfalarımızda bir şeyler bulabilir. Sesli otobüs ve ATM’ler için verilen mücadele süreçlerinden, ötekileştirmeye karşı verilecek mücadele yöntemine, rehber köpek eğitiminden, işaret dili öğrenimine ne ararsanız bulabileceğiniz bir şeyler vardır bizde. Gelecekleri ve yaşam hakları çalınan çocuklar için, erkek egemen toplumun şiddet ve nefret saldırılarına maruz kalan kadın ve LGBTİ’ler için, burjuvazinin kar hırsıyla katlettiği işçiler için de söyleyecek sözlerimiz vardı dağarcığımızda. Kısacası, yaşama dair ne varsa, içine bizim sözümüz de karışsın isteriz. Bizim sözümüzle başkasının sözleri harman oluştursun isteriz. Bunun içindir ki; cümlelerimiz akıp giderken; Nazım, Adnan Yücel veya Yaşar Kemal’in güzel bir dizesi konu verir yazının kalbine. 

Bazen ben bunlarla da yetinmem, kendi arkadaşlarımın o güzelim cümlelerinden tırtıklamak isterim. Ama nerdeee! Bizde iki tane editör var ki, ellerine düşmeye gör. Hemencecik enseleyiverirler.  Onların bana ulaşabilmesi için bir okyanus devirmeleri gerçeğini düşünsem bile cesaret edemiyorum. Bir Gülcan var ki, kamyon çarpmışa çevirir insanı. Pınar bile kurtaramaz onun elinden. Tırstığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, tamamen meslek etiğine uygun davranmaya çalışıyorum. Zaten ben ayakta uyuyormuşum, dergimiz yazılarını sayfasıyla götürenler varmış. Varmış var olmasına da, neden böyle bir yola girmiş anlayamadık. İsteseydi verirdik, mülkiyetçi değiliz ki.

Neyse, bu kadar dedikodu yeter. Dergimiz sayfalarında olmayan tek şey dedikoduydu, o da tamam oldu sayemde. Benim gibi bir yazarın olduğu derginin sırtı yere gelir mi? Tabii ki dedikodunun yeri yok. Zaten bizde yeri olmayan çok az şey var: Ayrımcılık, ötekileştirici davranışlar, ırkçı, faşist, homofobik, transfobik anti semit; vb. yaklaşımlar. Uğraştırmayın beni işte, insanları ayrıştırıcı, aşağılayıcı ne varsa o bizde yok işte. 

Onun yerine güzel hayaller var. İmkânsızı imkânlı kılma iradesi var. Biz olma iradesi var.  Bence, bu nedenle bu kadar kısa sürede böyle yoğun bir okuyucu ilgisiyle karşılaştı dergimiz. Okuyucu derken, okuyucu yazar ayrımı da yok bizde zaten. Okurlarımız, güzel bir sahiplenme örneği göstererek kendi belleğinden dökülenleri dergimizle paylaşıyor. Bizde büyük bir keyifle onları okuyor, konuk yazar köşemizde yayımlıyoruz. 

EEEH derginin yayımlanma süreci çok güçlü bir orkestranın işleyişine benzer. Yazılar ilk haliyle, tüm yazı kurulu tarafından okunur. Eleştiri ve öneriler doğrultusunda son halini alarak, Gülcan’ın şefkatli ellerine ulaşır. Burada imla hataları düzeltilerek editör klasörüne gönderilir.  Editör kısmında Elif ve Deniz’in hassas terazisinden geçerek yayımlanmaya hazır hale getirilir. Son olarak Pınar’ın şaşmaz dikkatinden süzülüp seslendirmeye gönderilir.  Genellikle yazarlar, kendi yazılarını seslendirirler. Seslendirme imkânına sahip olmadıkları durumlarda Engin Yılmaz, Pınar, Engin Albayrak, Gamze ve Elif’in muhteşem yorumuyla seslendirilirler.  Seslendirmeler Engin Albayrak tarafından son haline getirilir. Bu kadar emek verilmiş harika bir yemeği güzelce servis etmek gerekir öyle değil mi? Ben de bu güzelim üretimi sizden esirgeyecek değilim ya. Hemen web sitemize yükler, sıcak sıcak ilginize sunarım.  

Bu genel çalışma tarzımız. Fakat hayat şartlarını göz ardı etmemek gerekiyor. Bazı durumlarda, üzerimize düşen görevi yapabilme koşullarımız olmuyor. O zaman başka birisi görevi devralıyor. Örneğin, Engin hocanın işi olduğunda ses düzenlemelerini başkası yapabiliyor. Ya da benim işim olduğunda, web editörlüğünü. Birçok okurumuz, gönüllü olarak seslendirme yapmıştır mesela. Yani bireysel olarak değil, kolektif olarak varız. Onun içindir ki, EEEH ismi hepimizin ortak adıdır. Bu 2 yıllık süre boyunca, çok şey deneyimledik ve çok büyük tecrübe kazandık. Taşı kırmakta diyemesek de taşı gediğine oturtmakta hayli yol aldık. Ama henüz tam anlamıyla başarılı olamadık.

Biz burada ayrımcılığa karşı sayfalarca yazı yayımladık, ayrımcılık daha vahim bir hal almış yaygın bir sorun olma özelliğini koruyor. Erişilebilirlik, hala temel sorun olmaya devam ediyor.  Engelliliğe dair çoğu sorunun çözümü sağlanmamışken, yeni yeni engelliler yaratacak çatışma ve savaşlar; akıl almaz bir halde devam ediyor. Biz; engellilik bir özür durumu değildir, erişilebilirlik koşullarının ve toplum önyargısının değişmesi halinde, kaş göz ayrımı gibi bir durum olacak diyoruz. Engellilerin organize etmiş olduğu bir toplantıda işgüzar bir bürokrat bütün ayrımcı zihniyetini kusarak “çocuklarımın hiç birisinde kusur yok” diyebiliyor.  Kör bir öğretmen, ders işlerken kim olduğu belirsiz bir şahsiyet tarafından videoya alınarak, internette servis edilebiliyor.

Burada karamsar bir tablo çizmek istemem tabii ki. Mücadelemiz sonucunda değişen ve değişecek çok şey var. Ve EEEH dergi, yayım hayatı boyunca, bu güzel üretimlerine ve mücadelesine devam edecek. Eminim ki dergimiz 22. yaşını da görecek. Gelecek nesil beni gerçekten umutlandırıyor. 14 – 15 yaşında gençler inanılmaz derecede üretken ve yaratıcılar. Atakan Nalbant’ın ve Amine Ennur Aksoy’un dergimizde yayımlanmış olan yazılarını okuyan herkesin bu konuda benimle hem fikir olduğunu tahmin edebiliyorum. Biz varken de, bizden sonra da eşit, erişilebilir, engelsiz, özgür ve barış içerisinde bir toplum mücadelesinde EEEH Dergi hep var olacak buna inanıyorum. Dergimize nice yıllar dilerken, hepinizi umutla ve sevgiyle kucaklıyorum. Şiirin, edebiyatın, sanatın zararlı alışkanlık sayıldığı bir ülkede, alışkanlığından kopmamış ve hiç kopmayacak birisi olarak sözlerimi Ahmet Arif’in ölümsüz dizeleriyle sonlandırmak istiyorum.

 

   Öyle yıkma kendini,

   Öyle mahzun, öyle garip...

   Nerede olursan ol,

   İçerde, dışarda, derste, sırada,

   Yürü üstüne - üstüne,

   Tükür yüzüne celladın,

   Fırsatçının, fesatçının, hayının...

   Dayan kitap ile

   Dayan iş ile.

   Tırnak ile, diş ile,

   Umut ile, sevda ile, düş ile

   Dayan rüsva etme beni.

 

   Gör, nasıl yeniden yaratılırım,

   Namuslu, genç ellerinle.

   Kızlarım,

   Oğullarım var gelecekte,

   Her biri vazgeçilmez cihan parçası.

   Kaç bin yıllık hasretimin koncası,

   Gözlerinden,

   Gözlerinden öperim,

   Bir umudum sende,

   Anlıyor musun ?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.