İletişim özürlü bir toplum olduğumuzu söylesem, kimsenin bir itirazı olmaz sanırım. Genellikle birbirimize, anlatmak istediklerimizi bir türlü anlatamaz, karşılıklı yanlış anlaşılmalarla bir sorun sarmalına girer, kördüğüm oluruz. Öyle bir kördüğüm oluruz ki, çözebilene aşk olsun.
Bu vahim sorunun altında kendi iletişim tarzımızın doğru olduğu, belli kesimlerle iletişim kurulamayacağı gibi kronikleşmiş ön yargılar ve ayrımcılık yatar. Öyle iğrenç bir yaklaşımdır ki bu, milyonlarca insan, sırf egemen dili konuşmadığı, kendi ana diliyle iletişim kurmak istediği için, inanılmaz acılarla baş başa bırakılmış, kamusal alanda, meramını anlatabileceği bir muhatap bulamamış, hatta kendi dilinde sarf etmiş olduğu her kelime için, para cezaları ve daha ağır yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmıştır.
Engellilerle kurulan iletişimde, daha farklı, daha sinsi ve daha iğrenç bir ötekileştirme vardır. Öncelikle, toplumumuzun güzide bireylerinden birisi, eğitim durumu, ekonomik ya da sosyal statüsü ne olursa olsun; bir engelliyle karşılaştığında, kendini bir halt sanır. Kendisine güveni gelir, kimseye söylemeyi aklının ucundan bile geçiremeyeceği cümleleri, peş peşe sıralar. O zamana kadar, toplum içerisinde var olma cesaretini gösteremeyip, paspas ettiği egosunu bir anda şişirir ve müthiş bir megalomanlık krizine girer. Tabi ki bu durum karşısında engellinin, taze çam çırası gibi yandığının resmidir. İçinde bulunduğu durumun aciliyeti varsa, canı kavga etmek istemiyorsa, her gün aynı tip insanlarla dalaşmaktan sıkılmışsa karşısındakine güler geçer. Fakat gün içerisinde tahammül kotası dolmuş, morali bozuk ya da kavga etmeye zaman varsa iş değişir. O zaman, karşısındakinin vay haline. İş değişir ama sonuç değişmez. Kavga edersin, küfür edersin ya da insanca anlatmaya çalışırsın ama sonuç değişmez. Hiçlikten, nankörlük ve fevrilik konumuna yükselirsin sadece.
Bu durumu anlatan birçok örneğe, yazılarımızda yer vermiştik. Biraz tebessüm etmenizi istediğimden güncel bir tanesini sizinle paylaşıyorum. Ankara’dan İstanbul’a otobüs bileti almaya gittim. Gişedeki görevli kadına, meramımı anlattım. Kendisiyle ben diyalog kurduğum halde, eşime, “Burak Bey’in soyadı ne?” diye sordu. Neyse, o gün eşref saatimdi ve sadece soruyu cevaplamakla yetindim. Biletleri aldım, imza atıyorum, görevli, eşime dönerek, “Yerine siz de imza atabilirdiniz.” dedi. Eeee! Eşref saati de bir yere kadar değil mi? Hanımefendi dedim, bir, konunun muhatabı engelli bir insan diye onunla diyalog kurmamak saçmalıktır. İki, soyadımı da imza atmayı da bilecek durumdayım. Üç, ben buraya tek gelmiş olsaydım, bana sormak istediğiniz soruyu duvarlara mı soracaktınız? Cevap: "O zaman ben tutardım elinizi." oldu. Düşünebiliyor musunuz? Ben bir engelliyle nasıl iletişim kurması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum, o anlattıklarımın tam tersini anlıyor.
Bu iletişim faciasına inat, içinde yaşadığım toplumun her kesimiyle iletişim kurmak istemişimdir. Aynı havayı soluduğum insanlarla, güçlü bir iletişim bağı kurmak isterim. Bu konudaki ilk adımı, Kürtçe kursuna yazılarak attım. Fakat o dönem gündem yoğunluğu nedeniyle devamlılık sağlayamadım. Sonra, aynı heyecanla, işaret dili öğrenmek istedim. Öyle ya, aynı alfabeyi kullandığımız insanlarla dahi iletişim kuramıyoruz toplum olarak. Oysa ben, toplumsal kutuplaşmanın bile, iyi bir iletişimle kırılacağını düşünüyorum. Tabii ki, işaret dili öğrenmek istediğimi söylediğim kişilerin onda dokuzu, bunun mümkün olamayacağını, sağırlarla körlerin anlaşamayacağını, o tanıdık, çokbilmiş edayla haykırmaya başladılar. Tabii ki, bu ayrımcı ve umutsuz yaklaşım tarzı, benim inadımı arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Tesadüfen, bir arkadaş ortamında, işaret dili kursuna gideceklerini, körlere de işaret dili öğretilip öğretilemeyeceğinin tartışıldığını öğrendim. Tabii direkt atladım olaya. Kurs başladığında bana haber verileceğini söylediler. Uzun bir süre geçmiş, kurs henüz başlamamış, benim de umudum iyiden iyiye kırılmıştı ki, işaret dili beni yolda buldu. Evet, yolda buldu. Bir gün, yolda yürürken, birisi nazik bir dille, yardımcı olmak istediğini söyledi. Daha sonra adının Sena olduğunu öğrendiğim bu arkadaş, kendisinin işaret dili öğrendiğini, Braille yazı da öğrenmek istediğini söyledi. Ben de, kendisine işaret dili öğrenmek istediğimi söyledim. Böylece birbirimize yardımcı olma kararı aldık.
Kısa süre sonra, benim gezgin işaret dili hocam Sena, beni aradı. Durumu, işaret dili hocasına anlattığını, kendisinin de, bu çalışmaya dâhil olmak istediğini söyledi. Bir hafta sonra, Sena ve İlknur hocamla derslere başladık. İlknur hocanın çok iyi bir öğretim tarzının olması ve en önemlisi, önyargısız olması; işimizi bayağı kolaylaştırdı.
Bu konuda ilk öğrendiğim şey, Türkiye'de işaret dilinde şive farkının olduğu ve dudak okuma ve yüz mimikleriyle tamamlanan bir dil olduğudur. Gelelim kurs sürecine, henüz 3 hafta oldu kursumuz başlayalı. Bu süreçte, alfabeyi, sayıları, aile bireylerinin nasıl ifade edileceği gibi konuları işledik. Bunlardan birkaç örnek vermek istiyorum, ayrıntılı bilgiyi alttaki videodan öğrenebilirsiniz.
Elimizin başparmak hariç, tüm parmakları kapalıyken, başparmağımızı çenemizin altına koyduğumuzda " baba" demiş oluyoruz. Elimizi pençe yapıp, (tüm parmaklarımız birleşikken içe doğru bükmek) iki göğsümüze sırayla dokunmak" anne" İki elimizin başparmaklar hariç tüm parmakları kapalıyken, başparmaklarımızın uçlarını birleştirmek " eş" demek. Elimizin orta ve işaret parmakları açık ve bitişik diğer parmaklar kapalıyken sağ elimizin orta parmağını sol elimizin işaret parmağı üzerine gelecek şekilde parmakları birbirine hafifçe vurmak "adın ne" demek. Elimiz açık ve parmak uçları birleşik kolumuzun dirsek içine hafifçe vurmak “memleket" demek.
Biraz da alfabeye değinelim. Sağ elimizin, işaret ve orta parmaklarını açarak, aşağı doğru tutarken, öbür elimizin işaret parmağında, açılmış parmaklarımızın, üst tarafına doğru, yatay bir şekilde koyduğumuzda" a" harfi oluyor. İki elimizin, baş ve işaret parmaklarını yuvarlak haline getirip, birleşik bir şekilde tuttuğumuzda" b" harfi yapmış oluyoruz. Burada çok önemli bir ayrıntı var arkadaşlar, ben de tam alışamadım. İşaret dilini kullanırken, anlatmak istediğimiz şeyi konuşarak da tekrar etmemiz gerekiyor. Zira bir işaretin, birkaç anlamı olduğu için anlaşılamıyor. Ders sırasında hoş sürprizler de olmadı değil. Örneğin bir derse hocamız işitme engelli arkadaşını davet etti. Kendisiyle tahmin ettiğimden de daha iyi iletişim kurabildim ve bu beni inanılmaz mutlu etti. Tabii ki yukarıda belirttiğim hatayı yapmasaydım, yani, işaret dili kullanırken anlatmak istediklerimi konuşarak da telaffuz etmiş olsaydım anlaşılma oranım daha da yükselecekti. Neyse, acemilikte olur böyle vakalar.
İşaret diliyle anlaşmış olduğum ilk işitme engelli arkadaşımın, işitme engellilerin belli sorunlarını burada gündeme getirmem gibi bir isteği oldu. Biraz o sorunlara değinmek istiyorum. Erişilebilirlik sorunları sadece körler için mi var, tabii ki hayır. Belki o sorunun yakıcılığını bizden de çok yaşadıkları oluyordur. Örneğin, işitme engellisiniz, hastalandınız ve hastaneye gittiniz. Hastanede bir tane bile işaret dili bilen personel yok. Derdinizi nasıl anlatırsınız? En yakıcı sorunlardan birisi bu. Hastanede, eczanede, adliyede, hiçbir yerde, yeterli derecede, işaret dili bilen tercüman yok. Mesela, arkadaşım hamile ve doğum için, işaret dili tercümanı olan bir hastane bulamıyor koskoca Ankara'da. Körler okullarında, 30 yıl görev yapıp da Braille yazı bilmeyen öğretmenler var ya, aynı durum, sağırlar içinde geçerliymiş. İşitme engelliler okullarında, işaret dili bilmeyen öğretmenler varmış. Bir de, televizyon dizilerinde, işaret dilinin yeterli olmadığından yakınıyor arkadaşım.
Kısacası, erişilebilirlik ve sağlıklı bir iletişim, her şeyin çözümü. Bir gün bizler de, sağlıklı bir iletişim kurmakla işe başlayıp, erişilebilir, eşit ve özgür bir topluma doğru evriliriz değil mi? Benim umudum var. Ya sizin?
Betimlemeli vidioyu izlemek için:
Betimlemesiz vidioyu izlemek için: