Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’nın, İzmir Resim Heykel Müzesi’nde düzenlediği seramik sergisine gittim. Gitmeden önce, bu sayıda sizlerle bu sergiye dair izlenimlerimi paylaşmayı tasarladığımdan, dikkatim dağılmasın diye sergiye tek başıma gitmeye karar vermiştim. İş çıkışıydı ve müzenin kapanmasına yaklaşık yarım saat kalmıştı. Ben de oldukça yorgundum. Buna rağmen, eserlerin dokuları öylesine rahatlatıcıydı ki… Bir sergide gezebilme hissi de cabası.
Üzerlerine çoğunlukla soyut rölyeflerin yapıldığı seramik panolardan ve yanlarındaki açıklayıcı Braille kâğıtlardan oluşuyordu sergi. Önce, eserleri inceleyip sonra, Braille kâğıtları okumak daha mantıklı gelmişti bana. Öyle yaptım ve gerçekten birçok şeyi fark ettiğimi görünce çok mutlu oldum. Görmeyenlerin heykele dair bakış açılarının çok da yetersiz olmadığını düşündüm bu sergiye gittiğimde kendimden yola çıkarak.
Bu arada, sergiyi bana gezdiren TÜRGÖK gönüllüsü, önce Braille kâğıtları okumamı ve sonra eserlere bakmamı söyledi. Açıkçası bu tavsiyesi canımı sıkmıştı. Bence, bu tür tavsiyeler verilmemeli bir sergide. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, her sanatseverin bir sergiye bakış tarzı olmalıdır.
Sergideki esserlerden en çok hoşuma gideni, hemen hemen en sade olanıydı. Panoda sadece üç demet kuru dal vardı; ama o kadar naifti ki o dalların hali, dallardan biri kalem gibi yontulmuştu sadece. Özellikle üzerinde oynanarak yapılan tek dal oymuş gibi geldi bana. Diğerleri sanki normal dalı alıp oraya koymuşçasına doğal bir üslupla yapılmıştı sanatçı tarafından. Doğal bir şeyi taklit etmenin çok daha zor olduğunu düşündüğümden, sanatçının yeteneği beni oldukça etkiledi.
Diğer eserler de harikaydı. Mesela, yanındaki kâğıdı okuduktan sonra anlayabildiğim “Çığlık” adlı bir eser vardı. Bu eserde kare şeklindeki plakaların üzerlerine çizilmiş yüzler vardı. Kareler deforme oldukça, yüz ifadeleri de aynı oranda çığlık atar bir ifadeye bürünüyordu; ağızlar gitgide açılıyordu ve ifade gitgide korkunçlaşıyordu. Ustaca bir eserdi bence.
Bir pano vardı ki... Panoda gözleri bekâret kemeriyle bağlı, ayaklarında zincir olan çocuk bir gelin işlenmişti. O da beni oldukça etkiledi. Sergideki çoğu eser çevre sorunlarına değiniyordu. Soğuk apartman yığınlarının ortasında yer alan ve onları dallarıyla itmeye çalışan, sıkışmış ağaç, bu sorunu en iyi açıklayan eserlerdendi. Tek sorun, Braille harflerle bir şeyler yazan iki panoydu. Braille bilmediklerinden olacak, panoları kontrol edememişler herhalde, harflerin çoğu anlaşılmazdı.
Şimdi de serginin bana göre daha iyi olması gereken kısımlarını anlatacağım sizlere. Sergiye girerken kendimi sıradan bir insan gibi hissetmek istiyordum; yorgunluk atmak için sergiye gider gibi. Oysa, sergiyi gezdiğim sırada, benden izin alınmadan sık sık fotoğrafım çekildi ve bu beni özellikle rahatsız etti. Normal şartlarda bir sergide alçak sesle konuşulur ve fotoğraf çekmek konusunda daha çok özen gösterilir. Bir sanat eserine bakmak oldukça dikkat isteyen bir süreçtir çünkü.
Yazının başında bahsettiğim Braille kâğıtların yerleri rastgele yerleştirilmişti. Yaklaşık 1.50 boylarında olan ben bile bazı yazıları okuyabilmek için dizlerimi bükmek durumunda kaldım. Bazı yazıları da ayaklarımın ucunda okudum. Oysa, her kâğıt belirli bir yüksekliğe konabilirdi.
Sadece bir eser oldukça yükseğe konulmuştu. Eserde bir ağaca bağlı iplere asılmış insan figürleri bulunuyordu; ancak ağaca uzanamadım. Ağacı merak ettiğim için, basıp ağaca dokunmak amacıyla bir sandalye istediğimde reddedildim.
Eserlerden birisinin yapıştırması zaten çıkmış ve ben dokunurken elimde kaldı. Bu durum beni gerçekten çok üzdü. O eseri yapan sanatçıya karşı resmen mahçup hissettim kendimi. Üstelik, eserin yapıştırmasını çıkaran kişinin ben olmadığımı adım gibi bilmeme rağmen…
Bunun üzerine bana, diğer eserlere dokunmamam söylendi. Açıkçası, oldukça moralim bozulmuştu. Ben eserlere dokunmak için gelmişken, bana eserlere dokunmamamı söylemek oldukça çelişkili bir durumdu. Bunu onlara söylediğimde, bana hak verdiler doğal olarak; ama moralim bozulmuştu bir kere…
Son olarak, size belki ukalalık olarak gelecek; ama “Bu sergiyi ben organize etseydim, çok daha iyisini yapabilirdim.” diye düşündüm sergiden çıkarken. En azından eserleri stretch film gibi şeffaf ve esnek bir şeyle kaplayıp zarar görmesini bir nebze olsa engellemeye çalışırdım. Stretch film olmasa bile, buna benzer şeffaf şeylerle deneme yapardım. Bir eserin yapıştırması çıksa bile en azından yere düşmezdi mesela. Dediğim gibi Braille kâğıtları daha düzenli yerleştirirdim ya da eserlerin önüne normal müzelerde olduğu gibi küçük tabelalar koyardım. Ya da masa takvimleri gibi eğimli bir tabelayı duvara yapıştırırdım. Böylece, görmeyen biri bu eğimden yararlanarak çok daha rahat okuyabilirdi yazıları. Ve en önemlisi, sergide fotoğraf çekmeyi yasaklardım. Eğer çekeceksem bile sergi çıkışında söz konusu kişiye onu çekmek için rica ederdim.
Her şeye rağmen, bu sergi sayesinde soyut bir sergiye gidebildim. Bu bile oldukça iyi bir ilerleme kendi adıma. O sanatçıların gözünden bakabilme fırsatı bulabilmek… Oldukça değerliydi benim için. Daha iyi sergiler düzenlenmesi ve bu yazımda yazdığım önerilerin değerlendirilmesi dileğiyle.