Dokuz-on yaşlarımdan, belki de daha önceden beri kokularla kelimenin tam anlamıyla içli dışlı olmuşumdur. Çocukken, bahçelere ve boş arazilere yakın olan bir evde oturduğum için binbir yabani otun ve binbir çiçeğin hem kokusuna hem de tadına bakma şansım olmuştur. Kaç kere zehirlenmekten kıl payı kurtulmuşumdur. Onun için bir otu ya da çiçeği kokladığımda tadının nasıl olabileceği konusunda kendime oldukça güvenirim. Hatta bazı arkadaşlarıma acı; ama zararsız çiçekleri “tadı çok güzel!” diyerek yedirip büyük bir hüsranla tükürmelerini kahkahalar eşliğinde izlemek en büyük zevklerimdendi. Bir kere sevgili anneme metroda bir çiçek vermiştim ve tatmasını önermiştim de tükürememişti. O haline çok gülmüştüm vesselam…
Her neyse, bu merakım beni kokuları kendi kendime türetme ihtiyacına götürdü ve önce parfüm ve kolonyaları, daha doğrusu kokusu olan her şeyi birbiryle karıştırarak farklı kokular türetmeye itti. Bu türde kokular homojen özellikli olamadığından ve genellikle beklediğim gibi çıkmadıklarından, çiçekleri suya koyup kokularını suya vermelerini birkaç gün bekledikten sonra süzüp kolonyadan bile hafif kokucuklar yapmaya başladım. Bu da çok zordu ve verimsizdi; çünkü çiçekler bir saat bile fazla kaldıklarında çürüyebiliyordu. Ardından her şey yeniden başlıyordu.
Sonra en son aşamaya geldim; aktardan esans ve yağlar alıp misk ve alkolle karıştırmak. Bu iş o kadar emek isteyen bir şey olmuştu ki benim için… Önce hangi miktarlarda ve nasıl karıştıracağımı bulmam gerekiyordu. Kokular çok keskindi çünkü. Bir süre düşündükten sonra şırıngaları kullanmaya karar verdim.
Normal parfümörler gibi belirli bir formülle parfüm hazırlayamayacaktım; çünkü körcül bir hassas terazi yoktu. Bu beni bir an bile durdurmadı. Kokularla ticari bir şey yapmayı düşünmüyordum ki ben. Onlarla maceraya atılacaktım. Her parfümüm bir macera olacaktı. Düşünün! Elimin kayıp şırıngaya fazla basması bile bir maceraydı.
Aktardan aldığım yağ ve esanslar yeterince kaliteli olmadığından, parfümlerden çok daha az kalıcı oldukları için parfüm yaptığım insanlardan para almak zaten benim etik anlayışıma göre değildi. Bir sürü insana parfüm yaptım. Bu konuda en güzel anım aikido hocamın, benim yaptığım bir parfüme benim yaptığımı bilmeden “ne kadar güzel bir koku bu!” demesiydi. Ki o günden önce defalarca parfüm sıkılmıştı o odada.
İlk parfümüm bir arkadaşımın ısrarlı “Yap da görelim” şeklindeki meydan okuması üzerine oluştu.
Aslında parfüm değil de kolonya desek daha doğruydu; çünkü hem miskin esansları kaynaştırıp kokuyu kalıcılaştırdığını bilmiyordum hem de o kokuyu esansını bulamadığım çiçekleri ezerek ya da su içine koyup kokusunu bıraktırmıştım. Bazı kokuların da esansını bulmuştum ve koymuştum. Hatta klementin mandalinanın kokusu arkadaşıma yakışacağından ve esansını bulamadığımdan yaptığım karışıma sıkmıştım. Çok güzel bir koku vermişti. O mevsimde nergis bulamamak ve nergis esanslarının kokusunu sevmediğim için karışıma katamamak hala içime oturur.
Bir kere de eğlence olsun diye nezleliyken bir parfüm yapmaya girişmiştim. Hayatımda yaptığım en iğrenç koku olmuştu. Okaliptüsü o kadar fazla koymuşum ve okaliptüs, zambak ve bergamut o kadar iğrenç bir karışım olmuştu ki! Koklasaydınız kesinlikle nefret ederdiniz. Üstelik onu erkek parfümü olarak düşünmüştüm. Sonra bir daha erkek parfümü yapma girişiminde bulunmaya fırsat olmadı.
Bir ara, “sadece bir kez” ya da “only once” adlı bir marka türetmeyi ve parfüm esansı alıp kaliteli parfümler yapmayı bile düşündüm; ama bu sadece bir tasarı olarak kaldı. Bu konudaki en büyük hayalim, “Huzurun Kokusu” adlı bir parfüm üretmek. Temel nota belli; ama o otun adını bilmiyorum. Bu pürüz halledilse de yabani bir otun esansını nerden bulacağım diye düşünüyorum… Yani o hayal imkânsız gibi duruyor şu aralar.
Şimdi mi? Bu işi her şeyden çok sevip önemsememe rağmen şimdilerde elimi sürdüğüm yok. Belki bu yazıdan sonra heves ederim ve bir parfüm yapmak için kolları sıvarım.
Kim bilir?