Toplam Okunma 0
Bu görsel, üst kenarında turuncu ve mor renkli dalgalı bir arka plana sahip, beyaz zemin üzerine yerleştirilmiş bir afiştir. Afişin odak noktası, kağıttan katlanmış (origami) heykellerdir.

Merhaba değerli okurlar. Bu yazımda hayatımda daima özel bir yere sahip olan ilk origami sergimden söz edeceğim sizlere. Origami sanatıyla ilgilenmeye başladığımdan beri bir sergi açmak hep hayalimdi. Bir gün okulda görsel sanatlar öğretmeni bir arkadaşımla sohbet ederken konu origamiye geldi. Arkadaşım yaptığım origami eserlerini paylaşmam gerektiğini söyledi. Ben de ona aslında benim de bir sergi açma hayalim olduğunu anlattım. Bir süre düşündükten sonra elimde yeterli sayıda model varsa bunu rahatlıkla yapabileceğimi söyledi. O anda büyük bir heyecan duydum; 

 

gerçekten de elimde birçok model vardı sergi açacak kadar. Arkadaşım hemen kendi bağlantıları aracılığıyla belediyede bu konuyla ilgilenen yetkililere ulaştı. Olumlu yanıt alınca serginin yeri, günü, saati ve sergide bulunmasını istediğim masa, sandalye, ses sistemi gibi eşyalar için çalıştığım kurum üzerinden bir dilekçe yazmam istendi. Akşam eve gidince origami hocamı aradım. O da her türlü desteği vermeye her zaman hazır olduğunu, bu fırsatı mutlaka kaçırmamam gerektiğini söyledi. Bununla beraber, Türkiye'de origami sergisi açan çok az sayıda insan olduğu için bu serginin çok ayrıcalıklı olacağını belirtti. 

 

Ertesi gün görsel sanatlar öğretmeni arkadaşımla serginin yerini ve zamanını kararlaştırdık. Sergi, mimarî dokusuyla dikkat çeken bedestende olacaktı. Belediyenin sanat galerisi de vardı bu işler için ama bedesten bahçesiyle ve ferah ortamıyla ziyaretçilerin daha hoşnut kalabileceği bir yerdi. Arkadaşımla zaman olarak okulların kapandığı son haftayı belirledik. Son hafta dersler olmadığı ve genelde etkinliklere yer verildiği için okullar rahatlıkla sergiyi ziyaret edebilirlerdi. Her şeyi kararlaştırdıktan sonra dilekçemi yazıp gönderdim. 

 

Okuldaki idarecilerle sergi açma fikrimi paylaştığımda oldukça ilgisiz bir tepkiyle karşılaştım. Detayları anlattıkça dinlemediklerini fark ettim. Mouse tıklamaları, bir şeye bakarken ses tonuna yansıyan ilgisizlik ve daha konuşmamı bitirmeden güya bana yardım amacıyla kapının açılması. Oysa bu odaya defalarca gelmiştim. Kapının yerini de biliyordum ve kendim açabiliyordum. O anda bu konuşmayı yapmam istenmiyordu. Kâle alınmıyordum. Tüm o tepkiler bu yüzdendi. Aslında yalnız olduğumu ve bu sergi açma fikrimin hafife alındığını anladım. Kapıdan çıkarken bu sanatın dünyada çok yaygınken Türkiye'de yaygın olmadığı ve origami sergilerinin de çok nadir yapıldığını, bu nedenle yaptığım bu işin bilhassa çok önemli olduğunu belirttim. Açılışta bir konser vermek istediğimi ve ilimizde ilk defa böyle bir sergi gerçekleşeceği için protokolün davet edilmesi gerektiğini de anlattım. Ama bu sözlerim de karşılık bulmamış, havada kalmıştı. Normalde aramızda hiç sorun yoktu. Hiç böyle ilgisiz, tepkisiz şekilde karşılanmıyordum. Oldukça şaşırmıştım. Yine de heyecanım öyle büyüktü ki bu tür olumsuzluklara hiç takılmadan yoluma devam etmem gerektiğine karar verdim o an. 

 

Birkaç gün sonra hem detayları konuşmak hem de dilekçemin ulaşıp ulaşmadığını teyit etmek için belediyedeki görevliyi aradım. Telefon konuşmamız gayet olumlu bir hava içerisinde geçti. Serginin açılışında küçük bir konser vermeyi planladığım için güzel sanatlar lisesi yıllarından beri tanıdığım, konserlerimde bana eşlik eden, ne zaman istesem hep yanımda olup desteğini asla benden esirgemeyen hocamla irtibata geçtim. Her zamanki gibi bana piyanosuyla eşlik etmeyi kabul etti. 

 

Sergi tarihine yaklaşık iki ay vardı. Hazırlıklara hızlıca başladım. İnternetten kâğıt siparişleri verdim. İstediğim kâğıt renklerini kolayca bulabilmek için her rengi bir poşet dosyaya yerleştirdim. Sonrasında küçük kâğıtlara renkleri yazıp dosyaların içerisine koydum. Dosyalar ince olduğu için dışından rahatça okunabiliyordu renklerin isimleri. İki yıldır öğrendiğim tüm modelleri şöyle bir gözden geçirdim. Kararsız kaldığım noktalarda origami hocama danıştım. Sergide nelerin olacağını hemen hemen belirlemiştik ve bu iki aylık süreçte yeni modeller ekleyecektik. Sergi ortamında yaptığım modelleri kategorisine göre masa masa ayırmayı planlamıştım. Örneğin bir masada çiçekler, bir masada deniz kabukları olacaktı. Zamanım çok azdı. Bu yüzden bütün akademik işlerimi; kitap, makale, bildiri vs. yazmayı bir kenara bırakıp origami yapmaya koyuldum. 

 

Öncelikle geometrik modellerden ve yıldızlardan yapmaya başladım. Her birinden 3 ila 4 adet olmalıydı. Bazı modeller tek parçadan değil çoklu parçalardan oluşuyordu. Bir araya gelen parçalardaki renklerin uyumu veya zıtlığı önemliydi. Bu konuda zaman zaman yapay zekâdan, zaman zaman annemin görüşlerinden faydalandım. Ben origamide öğrendiğim modelleri derslerden sonra mutlaka metne aktarıyorum. Modeli tekrar yapabilmem için nasıl yapılacağı ile ilgili tüm talimatların yazılı olması gerekiyor. Ancak şöyle bir durum vardı, bu talimatlardan birinin eksik olması veya yanlış yazılmış olması, hazırlık sürecinde bazen beni yavaşlatıyordu. Ama ne kadar şanslıyım ki bu durumlarda origami hocam bana sadece bir telefon kadar uzaktaydı. Günün her saatinde, hatta gecenin 11'inde bile kendisiyle konuşabiliyordum ve ona yaptıklarımın fotoğraflarını gönderebiliyordum. Onun bu öz verili yaklaşımı, bu desteği olmasaydı asla yapamazdım. 

 

Kendisi ayrıca bu süreçte özel olarak hazırladığı kâğıtları göndererek sergiye çok güzel bir katkıda bulundu. Bir cumartesi sabahı kâğıtlar elime ulaştı. Paketin içerisinden değişik boyutlarda, farklı renklerde ve desenlerde birçok kâğıt çıktı. Kâğıtların bazıları yurt dışından gelmişti, bazılarını da hocam kendisi özel yöntemlerle hazırlamıştı. Paketin içinden bir de çikolata kutusu çıktı. Merakla açtım kutuyu. Bir de ne göreyim! Origamide hep merak ettiğim, dokunmayı çok istediğim üç boyutlu bir sürü hayvan modeli… O kadar şaşırdım, o kadar mutlu oldum ki, anlatamam. Kâğıtları bekliyordum ama bu modellerin geleceğinden haberim yoktu. Hayatımda aldığım en güzel hediyelerden, en güzel sürprizlerden biriydi benim için. Mutluluğumun tarifi yoktu. O ânı asla unutamam. 

 

Hocam bu modellerle ilgili merakımı bildiği için evde kıyıda köşede ne varsa bulup koymuş kutuya. Kendisiyle o günün akşamında bir online bağlantıda görüştük. Bana kâğıtların hangileriyle neler yapabileceğimi anlattı. Gönderdiği hayvan modellerini birlikte analiz ettik. Artık görüşmemizin sonuna yaklaşırken sıra böcek modeline gelmişti. Modele dokunur dokunmaz bir böcek olduğunu anlamıştım ama hangi böcek olduğunu çıkaramamıştım. Hocamın "o bir herkül böceği" demesiyle o kadar şaşırdım, o kadar heyecanlandım ki! Bu böceği nerelerde hata yaptığımı görmem ve nasıl yapılacağını anlamam için özel olarak yapıp göndermişti. Herkül böceğinin yapılış talimatlarını 

Accessorigami.com

isimli web sitesinde görmüştüm. Bu site körlerin origami yapabilmesi için oluşturulmuş bir site. Dünyanın; Arjantin, Hindistan, İspanya, Amerika, Fransa, Güney Afrika gibi birçok farklı bölgesinden kör origamistler; bu sitede bildiği modellerin metin talimatlarını oluşturarak insanların istifadesine sunuyor. Böceği yapabilmek için epey vakit harcamış, kafa patlatmıştım ama birkaç noktayı anlayamadığım için modeli tamamlayamamıştım. Yapılışı oldukça zor bir modeldi. Hocam anlatmaya çalışmıştı fakat bir türlü kavrayamamıştım. O kadar uğraşıma rağmen yapamamak üzmüştü beni. Şimdi böcek elimdeydi ve gerçekten de nerede hata yaptığımı görmüştüm. Artık modeli tamamlayabilirdim. Sevinçten gözlerim doldu o an. Onun gibi bir insanla tanıştığım için ne kadar şanslıydım. 

 

Herkül böceğini sergiye yetiştirdim. Gerçekten serginin en kıymetli parçalarından biriydi benim için. Bu arada origamide öğrendiğim yeni bir teknikle (box-bleating) böcek tasarlamaya çalışıyordum. Böcekler en az 6 bacakları olduğu için katlaması zor hayvanlardandır. Hocamın geri dönütleri eşliğinde pek çok deneme yaptım. En sonunda hocam yaptığım şeklin bir böcek olduğunu söyledi. Çok mutluydum. Denemelerim sonuç vermişti ve hayatımda hiç dokunmadığım böceği sadece hayal ederek ortaya çıkarmıştım. Üstelik ortaya çıkardığım böceğin bir adıda vardı, yeşil gül böceği. Yine aynı teknikle kaplumbağa ve kertenkele modellerini tasarladım. Kaplumbağanın şeklini biliyordum ama kertenkeleyi hocamın bana gönderdiği kertenkeleye dokunarak tasarladım.


Zaman giderek daralıyordu; hâlâ yapmam gereken pek çok iş vardı. Artık origami dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordum. Öğle vakti okula gidiyor, akşam yatana kadar origami yapıyor, sabah kalkınca yeniden origamiye başlıyordum. Otobüste, takside, okulda boş derslerde—kısacası bulduğum her fırsatta—origami yapıyordum. Bunun yanında, açılıştaki keman konseri için de çalışıyordum.


Sergide deniz kabuklarına bir masa ayırmayı planladığım için, onlardan yeterince yapmam gerekiyordu. Bildiğim iki deniz kabuğu modeli vardı yalnızca. Bu nedenle iki farklı model daha tasarladım. O sıralarda bir kartal modeli öğrenmiştim. Hocam, "Kartal ya ağacın ya da bir telin ucunda dursun ve kartalın pozisyonu avına bakar gibi görünsün" dedi. Hemen ağaç yapmaya başladım. Bildiğim teknikle iki çatallı dal yapabiliyordum; ancak ağaç pek çok daldan oluşacaktı ve bu dalları birbirine tutturmak sadece yapıştırıcıyla mümkündü. Bu arada birçok yaprak yaptım. Ağacın ayakta durabilmesi için gövdesine ağırlık yerleştirip kök kısmını bir platforma sabitlemem gerekiyordu.
Nedense tüm bunlar gözümde büyüdü bir an. Sonra ağacın fotoğrafını çekip hocama gönderdim. Hocam, "Bu çok güzel bir ağaç olmuş ama origami değil" dedi. O an hissettiğim şey biraz hayal kırıklığı ve boşuna uğraşmışlık duygusuydu.
"Nasıl yani hocam" dedim.
"Dalları yapıştırarak birbirine eklediğin için olmamış. Tabii üzerine birçok yaprak eklersen bir nebze güzel görünebilir ama bilemiyorum yine de."
"Ama hocam çok uğraştım. Neredeyse bir günümü aldı bu ağaç."
"Olsun Bilge, bu da bir deneyimdi senin için. Origamide bazen bir model için bir gün değil, beş altı gününü harcarsın ama sonra bakarsın ki istediğin şey ortaya çıkmamış. Çöp olur gider o model. Her zaman sonuca ulaşamayabilirsin ama yaptığın her katlama sana bir şey öğretir. Hiçbir şey boşuna değildir."


Bu sözlerden sonra içim rahatladı. Ağaç meselesine orada son verip, kartalı sert, kalın bir telin ucuna yerleştirmeye karar verdim.
Sergiye yaklaşık iki hafta kalmıştı. Afiş işleriyle ilgilenmem gerekiyordu. Bir reklamcıya gidip durumu anlattım. Yaptığım birkaç modelin fotoğrafıyla birlikte çok güzel bir afiş hazırlandı. Ayrıca, reklamcıya davetiye de hazırlattım. Bu sırada belediyedeki görevliyi aradım. Çünkü her an bir şey olabilir, istenmedik bir sürprizle karşılaşabilirdim. 

 

Belediyedeki görevli masaların yerleşimi gibi detayları konuşmak için beni bedestene davet etti. O akşam orada buluştuk. Beni görünce birden afalladı.
"Merhaba," dedim.
"Merhaba hocam," dedi şaşkın bir sesle.
"Nasılsınız?"
"Ben iyiyim de… sergiyi sen mi açacaksın burada?"
"Evet, ben açacağım."
"İyi ama olmaz."
"Ne olmaz?"
"Sen burada sergi falan açamazsın."
"Neden?"
"Biz burada kişisel sergilere izin vermiyoruz."
"İyi ama bu sergideki her şeyi ben hazırladım ve öğretmen olarak görev yaptığım okul üzerinden size dilekçe yazdım."
"O zaman sen madem öğretmensin, çalıştığın okulun benimle muhatap olması lazım."
"Telefonda sizinle muhatap olan zaten hep bendim. Şimdi ne değişti anlayamadım. Tamam, o hâlde arayın okulumu" dedim.
Bana telefonda "hocam" diye hitap eden, gayet nazik konuşan kişi bir anda "sen" demeye başlamış, üstten bakan bir tavır takınmıştı. Okuldakilerle görüşmek için telefonunu çıkardı; kendi kendine söyleniyordu.

 

Bedestende iki katlı dükkânlar sıralanmıştı; ortasında da havuzlu bir avlu vardı. İkisi hariç tüm dükkânlar boştu. Orada şirin, küçük bir kafe vardı. Öğrenci olduklarını düşündüğüm birkaç genç oturmuş, neşeyle gülüşüyordu. Havuzdaki suyun sesi huzur veriyordu insana. O an sergi için ne kadar doğru bir yer seçtiğimi fark ettim. İnsanlar bu hoş mekânda sergiyi gezecek, fotoğraf çektirecek, belki kafede oturup sohbet edeceklerdi. Biraz gerilmiştim ama her şey güzel olacaktı. 

 

Telefon görüşmesi bittikten sonra görevli yanıma geldi.
"Ben burayı veremem. Bakanlık o hafta burada program yapacak."
"Bakanlığın programı başka bir salonda olacak" dedim.
Bu sözlerimle ters köşe olduğunu hissettim. Konserde bana piyanosuyla eşlik edecek olan hocam, bakanlığın öğretmen akademileri programında görevliydi; dolayısıyla programın nerede yapılacağını biliyordum.
"Ben sana bu dükkânlardan hiçbirini veremem. Bahçede yaparsın sergiyi. Çünkü bu dükkânlar kiralık."
"Tamam kiralık olabilir ama şu an boşlar. Ayrıca bahçeye masaları koyamam, rüzgârda kâğıtlar uçar. Üstelik dilekçem var. Telefonda da konuştuk ve siz bana hiç bunlardan söz etmediniz. Beni görünce neden fikriniz değişti?"
"Senin dilekçenin hiçbir hükmü yok. Ben sana burayı veremem"
"Son sözünüz bu mu? O zaman doğrudan belediye başkanına gidiyorum. Çünkü dilekçem kabul edildi ve ben ne olursa olsun bu sergiyi burada açacağım"
"Neyse tamam. Bir dakika bekle" diyerek yanımdan ayrıldı. Telefonda "Müdürüm, müdürüm," diyordu ama tam olarak ne söylediğini duyamadım. Kısa bir konuşmadan sonra geri döndü.
"Tamam sergiyi açabilirsin. Bu arada dilekçende sandalye de istemiştin. Güneşin altında insanları nereye oturtacaksın?"
"İnsanlar havuz kenarında oturacak ve açılışta piyano-keman konseri dinleyecek."
"Ne konseri? Sen mi çalacaksın?"
"Evet, ben çalacağım hocamla birlikte. Neyse, bunlar küçük ayrıntılar" dedim. 

Bedestenin kapısına yakın kafenin yanındaki dükkânı istediğimi belirttim.
"Tamam olur ama afişi buraya asamazsın. Kolonları delemezsin."
"Tamam, asmam. Cama yapıştırırım. Zaten ana girişe büyük afiş asacağım."
"Bu arada dilekçende serginin üç gün olacağı yazıyordu galiba ama üç gün olmaz. O kadar uzun süreli veremeyiz. Bir gün yap yeter."
Artık iyice sinirlenmiştim.
"Hayır" dedim. "Ben sergiyi üç gün olarak planladım, dilekçemde de öyle yazdım. Siz dilekçemi kabul ettiniz. Bu saatten sonra hiçbir şeyi değiştiremezsiniz."
Biraz duraksadı. "Peki, bu sergiye kimler gelecek? Rektörlük, valilik, millî eğitim gibi kurumlara davetiyeni verdin mi" dedi.
Buluştuğumuzdan beri ilk kez doğru bir şey söylemişti. Bir an afalladım. Çünkü bunu hiç düşünmemiştim ve okulun halledeceğini sanmıştım. O an kendime çok kızdım. Okulun verdiği destek ortadaydı zaten. Günlerden perşembeydi, sergiye dört gün kalmıştı. Telaşla oradan ayrıldım.

 

Ertesi sabah konuyu konuşmak üzere okula gittim. Soğuk bir selamlaşmadan sonra,
"Hocam siz açılışın olacağı, protokolün davet edileceği, hatta konser verileceğiyle ilgili hiçbir bilgi vermediniz. Bu saatten sonra açılış hazırlığı yapamayız. Zaten bunlara gerek yok; altı üstü iki masa açacaksınız" dediler.
Bir an yorulduğumu hissettim.
"Hocam, ben size tüm bunları anlatmıştım ama yeterince anlaşılmamışım demek ki. Tamam, olmasın açılış, protokol falan. Ben sergimi açacağım, konserimi vereceğim. Sizden tek isteğim bir servis ayarlayıp öğrencileri göndermeniz, bir de bana yardımcı olacak öğretmen arkadaşlara izin vermeniz."
"O arkadaşlara izin veririm ama öğrenci gönderemem."
"Neden? O hafta zaten etkinlik haftası. Öğrenciler pikniğe, müzeye gidiyorlar. Buralara nasıl gönderiyorsunuz?"
Kısa bir sessizlik oldu. "Neyse, bakarız hocam. Keşke belediyedeki görevli aramadan önce sizinle konuşsaydık."
Sakinliğimi koruyarak dedim ki:
"Konuşmuştuk zaten ama hiç anlaşılmamışım. Aramızda bir iletişim eksikliği yaşandı maalesef. Bu süreçte bana yalnız olduğum hissettirildi. Bu da bana şunu öğretti: Bir daha bu okuldayken böyle sergi işlerine girmeyeceğim. Bu arada altı üstü iki masa açacaksınız diyerek benim sanatımı küçümsemeye hakkınız yok" deyip oradan ayrıldım. 

 

Konuşmanın uzaması artık zaman kaybıydı. Kızgınlıkla merdivenlerden hızlı hızlı inerken kendi kendime dedim ki:
"Yoluna devam et Bilge. Tek bir kişi de gelse, bu konseri verecek bu sergiyi açacaksın."

 

O gün boş günümdü. Yarım kalan kedi modelini tamamlayacaktık hocamla. Bir an önce eve gitmeliydim. Öğleden sonra görsel sanatlar öğretmeni arkadaşım aradı. Son gelişmeleri anlattım. Kimsenin bir şey yapmasını istemediğimi söylememe rağmen o diğer arkadaşlarla paylaşmış durumu. Hemen harekete geçmişler. Davetiyelerin resmî kurumlara ve okullara ulaştırılması, öğrenci katılımı için servis ayarlanması, açılış programında sunuculuk yapacak kişinin belirlenmesi gibi konuları idareyle görüşüp çözmüşler.

 

Sonraki üç gün oldukça telaşlı geçti benim için. Kertenkeleleri üzerine yerleştirmek amacıyla kraft kâğıttan bir kaya parçası yaptım. Penguenler için beyaz strafor gerekiyordu; çünkü buz görüntüsü verecekti. İstediğim gibi bir parça bulmak epey uğraştırdı beni. Nilüferleri kendi yapraklarının içine, çiçekleri vazolara yerleştirdim. Zambaklara, petunyalara ve lalelere ek olarak iki çeşit çiçek de ben tasarlamıştım. Serginin en nadide parçaları olan yeşil gül böceği ve herkül böceğini kaybolmaması için kraft kâğıda sabitledim. Eksik kalan kelebekleri, deniz kabuklarını, papağanları, kedileri ve gül yapraklarını tamamladım. Keşke birkaç günüm daha olsaydı. Hâlâ eksikler vardı. Kırmızı gülleri bir araya getirerek Türk bayrağı oluşturacaktım, onu yapamadım. İki farklı tavus kuşu modeli de yetişmedi. Satranç takımı ve sergi ziyaretçilerine vereceğim küçük hediyeleri de tamamlayamadım.

 

Pazartesi nihayet geldi ama hâlâ işlerim vardı. O gün Türkçe öğretmeni bir arkadaşım harika bir sunum metni hazırladı. Sunuculuk yapacak arkadaşımın eşi, modellerin adlarının ve tasarımcılarının yazılı olduğu kâğıtları düzenledi. Belediye masa örtüsü vermeyeceğini söylemişti. Yine bir arkadaşımın, halk eğitim müdürü olan eşi bu örtüleri temin etti. Ziyaretçiler için çikolata ve kolonya gerekiyordu. Ayrıca modellerin altına fon karton sermem lazımdı: Kurbağalar ve nilüferler için mavi, geyikler ve diğer hayvanlar için kahverengi, koyu yeşil gibi renkler. Penguenleri strafora sabitlemek için toplu iğnelere ihtiyacım vardı. Okuldan eve dönerken onları da hallettim.

 

Akşam tüm modelleri kutulara yerleştirdim. Galiba eksik kalmamıştı. Her şeyi hallettiğimi düşünerek yatağa girdim; ancak kartalın avını yapmadığımı hatırladım. Beyaz bir tavşan yapacaktım ve kartalın önüne koyacaktım. İki yıl önce öğrendiğim modelin adımlarını net hatırlayamıyordum. Hemen bilgisayarımı açtım ama bir yerde takıldım. Defalarca yazdığım talimatları okuyup denedim ama bir türlü olmuyordu. Elimdeki tavşan modelini bozmak istemiyordum çünkü yalnızca bir tane vardı. Saat gece 2'ydi, hocamı da arayamazdım. Düzgün yazmadığım ve daha önceki günlerde bu modeli yapmadığım için kendime kızarak bilgisayarı kapattım. Kartalın önüne ne koyacaktım? Acaba hiçbir şey koymasam ne olurdu? Böyle düşünceler içerisinde uykuya daldım. Sonra nedensizce uyandım. Sabah saat beşti. Kalktım, tekrar tavşanı yapmaya başladım. Tam elimdeki o tek modeli bozup içine bakacaktım ki bir anda doğru katladığımı fark ettim. Rahatlamıştım nihayet. Artık tek eksik büyük afişin ana girişe asılamamış olmasıydı. Belediyedeki görevli pazartesi gününden asılmasına izin vermemişti, bu yüzden sergi günü asacaktık. Her şey hazır gibiydi ama içimde hâlâ bir tamamlanmamışlık duygusu vardı. Ne dersiniz değerli okurlar? Sizce bu sergi gerçekleşebilmiş midir? Cevabı gelecek ayki yazıda.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.