Hayatın döngüsü görüngüden ibaret değildir. Atılan her adım doğru ya da yanlış, değişimin kendisidir. Aldığımız ve harcadığımız her soluk bir saniye daha fazla yaşamak. Yani devinimin bir parçası. Yani bir şey katmak, bir adım öteye gitmek. Geri dönüşün imkansızlığı. Sürekli dilimize yerli yersiz pelesenk ettiğimiz Herakleitos’un “Aynı ırmakta iki defa yıkanılmaz” sözünün hayattaki doğrulanışı. Yani bir düşünme yönteminin bizzat hayat tarafından doğrulanması. Bir başka deyişle, her adım bir öncekinin mirası, ölümü ve yenisinin doğumu demek. Kolektif adımlar da öyledir. Sadece etki alanı çok daha büyüktür. Biz bazen göremeyiz o etkiyi ama o kendi içerisinde çoktan geçmişi öldürür ve yeniyi yaratır. İyi ya da kötü tartışılır ama her soluğun ve her adımın karşı konulmaz bir dönüştürücü gücü vardır. Dergimizin kolektif yürüyüşünü bu bakış açısıyla değerlendirmek istiyorum bu ay. Daha doğrusu sesli düşünmek. Haklı ya da haksız, kendimizi tekrarladığımız eleştirisi ve özeleştirisi sürekli gündemimizde sonuçta.
Adımlarımızın Sıklığı Bir Dönüşüme Yol Açtı mı?
10 yıldır heyecanla, sevgiyle, merakla ve yeninin arayışıyla yürümeye çalıştık. Tökezlediğimiz de oldu. Belki düştük de ama “Yol kazasıdır” deyip yarı romantik, yarı inatçı bir motivasyonla yürümeye devam ettik. Hayatta her şey değişiyordu ama o köklü değişimi sağlayamadığımız için birbirinin tekrarı olarak dönüşüyordu çoğu zaman. Sokakta, işyerinde, okulda… Hep benzerdi değiştirmek istediğimiz şeyler ve sürekli kendini geri anlamda yeniden yaratıyordu. 10 yıl önce de kaldırımlar araç işgalindeydi, 10 yıl önce de sağlamcı uygulamalar vardı ve hepsi bugün de var. O kendini tekrarladıkça mecburen biz de onu tekrarladık. Zamanla kendi içimizde bile kendimizi tekrarladığımız eleştirisini aldık. Çok da haksız değildi bu eleştiri. Bizim de ağzımızda acımış çay tadı beliriyordu yazdıklarımızı tekrar tekrar yazdığımızda. Çay tiryakileri bunun ne pis bir his olduğunu bilir. Buna mecburduk ama. İnsan ne anlatabilir ki? Yaşadıklarını ve yaşamak istediklerini. Bu nedenle yaşadıklarımızın gölgesi, yaşamak istediklerimizin gölgesi oluyordu çoğu zaman. Yani kırlarda güneşli bir bahar gününü aşkla yaşamayı hayal ederken betonların sıkıcı hatta hissiz kuşatmasında yaşamak gibi bir his. Görüngü böyle ama hiçbir şeyi değiştiremedik mi?
Israr Olur da Değişim Olmaz mı?
Belki tekrar tekrar gittik aynı konuların üzerine. Sıkıldık ama ısrarla yürüdük. Bazen sadece yürümek için, bazen inadına yürüdük. Gördük çevremizdeki yavaş ve etkili dönüşümü. Şikâyet ettiğimiz bazı davranışlara, sağlamcı uygulamalara isyanımızın hiç tanımadığımız kişiler tarafından sahiplenildiğine tanık olduk. Sosyal medyada ya da hayatın gündelik akışında sağlamcı söylemlere, davranışlara bizden önce tepki gösterenleri tanıdık. Hem de bu alana yabancı olmalarına rağmen. #KörlerBuradaGörseliAçıkla kampanyamızda bazen bizim boşladığımız oldu ama körleri hiç tanımayan ve kampanyamız ile konuyu sahiplenen dostlarımız etiketi gündemde tuttu ısrarla. Futbol Federasyonu’nun bir ceza olarak engellilerle vakit geçirme gibi “çok yaratıcı” uygulaması, dergimizin ve derneğimizin gündeme getirmesiyle geri çekildi. İnsanlar engelliliğe dair söz söyleyecekleri zaman öznelere başvurma kültürünü geliştirdi. Ötekileştirilenlerin kesişimsellik üzerinden çalışma yürütmesi alanında sesimiz birçok kez yerini buldu. Buna benzer tonlarca örnek sayılabilir. Biz sesimizi esirgemeyelim. Önce tüm samimiyetimizle ve bilincimizle kendimize seslenelim.
“Duyulur elbet
Duyulur ta yücelerden
Yürek kendini tanır.”