Realite: “Bu nasıl deliliktir yahu!” Güya anarşist bir kolektifte ekonomik istismar, sözlü/ fiziksel şiddet ve manipülasyon suçları hakkında Türkiye’nin en kıymetli akademisyen/ gazetecilerinden birinin sarf ettiği cümle.
Realite: Celal Şengör ağzından sular akarak “ders vermek” için bir öğrencisinin beden bütünlüğünü ihlal ettiğini anlattı ve tacizci erkek aklama timinin bir kısmı “Kendisi otistik, belki…” diyerek nöroçeşitliliği yani standart dışı zihinlerinden birine sahip olmayı öne sürmeye kalktı.
Realite: Farklı zihin türleriyle ilgili çalışmalar da yapan nörolog, 3-5 gündür “beceriksiz” ve “terbiyesiz” demek istediği hemşire, hasta bakıcı ve asistanları “geri zekalı” diyerek aşağılıyor. Zihinsel engelli olan “hastalar”ının bir kısmı bazı meslektaşları tarafından hala tıbbın eski diliyle geri zekalı olarak anılıyor. Bu insanın zihinsel engelli ve bunak hastalarına insan hakları ve nesne değil özne davranışları çerçevesinde saygı gösterdiği varsayılıyor.
Realite: Zihnen paralayıcı bir süreçte olduğum için dinlenmek için kaçtığım evde ilk 5 dakikada kedinin sebepsiz zannedilen, kedi dilinde “Bana mama vermeyi unuttun” kodlu davranışlarının manyaklık olarak adlandırılmasına tahammül geliştirmem bekleniyor. İlk defa Kapadokya civarında adlandırılan ve dile kazandırılan “manyak” kelimesinin varlığının sebebi, bipolarların o dönemde tespit edilmiş ve bir hekim tarafından tasvir edilmiş olması. Ben o manyağım. “Manyak” ve “manyamak”, bipolarların mani döneminden varlığını kazanmış bir kelime.
Realite: Herhangi bir nöroçeşitli, diğer nöroçeşitlilerden bambaşka bünyesel özellikler deneyimlese ve hayatları doğal olarak bambaşka olsa da bu tür dolaylı ve dolaysız aşağılamalarla örülü bir Dünya’da varlığını sürdürüyor.
Kendisini nöroçeşitli veya bize dair bir kelimeyle ansın ya da anmasın; spastik, deli, otistik, zihinsel engelli, bunak ve diğer nöroçeşitliler nörolojiye, psikiyatriye başvuruyorlar arada bir veya sıkça. O koskoca “Ruh ve Sinir Hastalıkları” tabelasıyla karşılaşan çoğu kişi kötülükle kendilerinin eşitlendiğini seziyor ya da hatırlıyor ha bire. Aklı, iyiyi, vicdanı tanımlayabilmek için nöroçeşitlilik lugatını kendine kontrast malzemesi eden toplumda yaşayan nöroçeşitliler kimlerle bizi alttan alta ya da adlı adınca bir gördüğünüze bulantıyla tanık oluyoruz.
Nöroçeşitlinin Derdi, Toplumu Niye Gersin ki?
Cinsel nitelikli suçlar, ayıplar, günahlar, sömürü, terbiyesizlik, beceriksizlik, ırkçılık, cinsiyetçilik… Kimsenin sorumluluğunu almak istemediği, haşa kendi ve sevdikleri hiç yapamaz zannettiği kötülüklerin isimlendirilmesi psikiyatri, psikoloji ve nöroloji sözlüğünden araklanıyor devamlı.
“Nasıl önlenir ve neden olur? Neleri değiştirmemiz gerekir, ben ne yapabilirim?” sorularından kaçınabilmek için toplumun başvurduğu “standart dışı beyne sahip olmak” yani “anormallik” açıklaması, kendi kısıtlı deneyimi ve yaşam alanı içinde normal kabul edilen herkes için vicdan aklama görevi görüyor. Ama nöroçeşitliliğe dair bu ayrımcı kanılar ve dil dünyası bu suçların devamı için gerekli zeminin malzemelerinden biri aynı zamanda.
Seçimler ve Suçlar
Nöroçeşitlilik veya hastalığın seçim olmadığını sadece hayatın getirisi olduğunu nasıl oluyorsa hep ıskalayan çoğunluk, ister kapitalizmi ister tecavüzü ister beceriksizliği bizim üzerimizden adlandırsın şunu da demiş oluyor:
“Onun seçimi değil, demek ki masum.”
Ne hastalık ne de farklı bir beyin yapısıyla doğmuş olmak kişilerin tercihi, talebi ve ısrarıyla kişiyi bulmaz. Bir diyabetiğin şeker komasına girmesi, alzheimerlının unutmaya başlaması, bir şizofrenin bazı dönemlerde zibilyon kadar belirtinin yanında bir de sanrı görmesi, bir başka teşhislinin dürtüselliği birer seçim değil, konfor alanının sunduğu bir imkan değil... Organizmasının işleyişinin kalıcı veya geçici parçası.
Kişi o veya bu özelliğinden ya da belirtisinden zarar gördüğünü düşünüyor, hele ki başkasına istemeden de olsa zarar verdiğine kanaat getiriyorsa… İşte o zaman bir seçim beliriyor… O veya bu özelliğime/ deneyimime dair nasıl bir çaba harcamalıyım ki ne benim ne de bizim huzurumuz kaçmasın?
Her türlü suça bulaşma oranı toplumun suç ortalamasının altında olan ve damgacı dil dünyasına da maruz bırakılan “ruh hastası” nüfusun çoğu bu seçimleri zamanında yapmış ve cinayetin yanına yaklaşmadan yaşıyor. Mahalleliler onları “Kessin katil, şerefsizim” diyerek kovsa bile birilerini öldürmek gibi bir hobi edinmişlikleri yok.
Fakirlerin ezici çoğunluğu nasıl hırsızlık ve dolandırıcılıkla meşgul değilse, birçok kleptoman zihin sağlığına emek ve para harcayarak, iradelerini de diğer kişisel özelliklerini de kendilerini durduracak şekilde kullanıyorlar.
Ama madem ki toplumun çoğunluğuna göre tüm kötülüklerin anası ve danası anormaller, madem ki herkeste bir psikoloji var, madem ki kötülükler psikoloji ve psikiyatriyle açıklanabilir; kişi veya yetkililerin elinde elemek/kapatmak dışında pek bir şey yoktur.
Mesela öfke kontrol sorunu olan dayakçı adam nedense öfkesini eşine, çocuğuna ya da sokaktaki hayvana yöneltir. Niyeyse patronuna ya da devlet memuruna patlamaz o öfke… Ama insanlık hali psikolojik sorunluluk işte, İstanbul Sözleşmesi hop çöpe atılabilir. Mevzu insanlık haliyse bir anlık psikolojik hata yüzünden bir kadın katili, her türlü anlayış ve ceza indirimiyle kucaklanabilir gönül rahatlığıyla.
Kapitalizm bir hastalıksa tedavi, rehabilitasyon, pansuman veya ilaçla devamını sağlayabilir savaş kararlarını alan ve destekleyenlerin de aslında komşu yurttaşlarını korumak isteyen sıradan insanlar kadar masum ve zararsız olduğuna inanabiliriz.
Kapitalizmin işleyişiyle kalkınmaya devam edeceğini bilen sömürgenler ise lobi faaliyetlerinin ucunun milyonlarca insanın ölümüne, açlığına mal olduğunu bilerek kararlar almaya devam etmektedir o sırada. Rakamları nasıl manipüle edecekleri, hangi silah üreticisiyle anlaşacakları, petrol rezervleri bittiğinde gene nasıl kar edecekleri seçimlerle ve akılla inşa edilen haritalar.
Irkçılık bir hastalıksa, ruh hastalığı ise yapabileceğimiz hiç bir şey yoktur ve “Zihnimizde acaba ırkçı inanışlar var mıdır?” diye sormaya da gerek kalmaz. Beyinlerimizdeki anlam haritalarının öğrenilmişliklerle, zihinsel alışkanlıklar ve reflekslerle döşeli olduğunu, istersek ve seçersek ırkçılığa katkı koymayı kesmeyi becerebileceğimizi bilmek falan isteyen yok pek. Irkçılık anormallikse, “normal” diye adlandırdığımız hayatlara devam edebiliriz rahatça. Günlük faşizm diye bir şey yoktu zaten, Hitler de ruh hastası olduğu için Almanya halkı gaz odalarını bilmiyormuş gibi yapmayı akıl edebildi.
Organize Kötülüğün Devamı İçin
Zihindeki düşünceler, tercih edilen davranışlar ve psişenin öğrendikleri/alışkanlıkları hiç dönüşemez ve elimizden bir şey gelmez zannetmek de kendimizi “iyi insan” sıfat tamlamasında sabitleyebilmek için kullanışlı bir kanı. Kötülüklere katkı koyma ihtimali olanların sadece ruhu, aklı, beyni hastalar olduğuna inanmak normal olduğuna inanan herkesin ruhuna iyi gelir. Ne bizim iyiliğimiz değişir ne de kötülüklerin daimiliği.
“Şekerim var, onun için geçen sene istemeden 3 kere kontrolsüz öfke gösterdim” demekle “Şekerim düşüyor, onun için her gün eşime ve çocuklarıma yumruk atıyorum. Şekerim düşmese haşa” arasındaki fark gibi düşünelim biraz da.
İkincisindeki bahane edişle birincisinin gerçekliği o diyabetin süreğenliğinin gerçekliğinde yükseliyor. Biri palavra, biri gerçek açıklama. Diyabetin kendisi ise hem realite hem de kötü davranışı sürdürmek isteyen için kuvvetli bir bahane.
İstismar, sömürü, şiddet hep vardıysa, hep olacaksa ve bu üretilmiş umutsuzluk söylemini yeniden yeniden üretmeliysek değişik, beyinliler de hastalıklar da pek kullanışlı.
“Hep anormal insanlar olacaktır. Kötülükler anormallerin suçudur. Demek ki bir şey yapsak da değişmez.” Bu düşünce silsilesi imtiyazları inşa eden ve faydalananların fena halde işine geliyor. Neoliberal tarih anlatısının içinde yerini bulan bu işlevsel suni umutsuzluk hayata, kendimize ve toplumlara bakarken kullandığımız normal anormal zıtlığından da tesis ediliyor. Kötülükler, anomali üzerinden açıklandıkça çözüm olasılıkları da karartılıyor.
Zihin işleyişinde nelerin elimizde olduğunun, neleri sırf istedik/gerekli diye değiştirebileceğimiz, neleri değiştiremeyeceğimiz ama gayet de bunun da sorumluluğunu taşıyabileceğimiz konusunda zihinler çok karışık. Ortalığa saçılmış popüler psikoloji ve psikiyatri yazıları belli ki elimizde olanlarla olmayanları ayırt etmeye pek yaramıyor ve bu kakofonide psikoloji veya psikiyatriden ödünç bilgiler bir şekilde kötülüğün devamlılığına inancımıza katkı koyuyor.
Dikkat, kakılmış umutsuzluk öğrenilmiş çaresizlikten daha zararlı ve ısrarcı olabilir.
İçe kapalı bir kolektifi istismar çemberine çeviren herifçioğlunun ve suç ortaklarının ideolojik seçimi, dayanışma adı altında başkalarının parasına konmak için bahane seçkileri, nedense sadece kadın üyelere yöneltilmiş şiddetin ve iğrenç detaylarını delilikle isimlendirme tercihi o ideolojinin de manipülasyon için nasıl araçsallaştırılabildiğini, gençlerin bu tür yapıların veya kişilerin tuzaklarına karşı nasıl güçlendirilebileceğini kamu önünde açığa çıkarabilme imkanının da önünü kesivermiş oluyor. Üstelik o ideolojinin de deliliğin peşinde aynı çukura itilmesini kolaylaştırıyor.
Delilik her daim olduysa, tarihte henüz şiddet sarmalına dur denilemediyse, demek ki insanlık adına herhangi bir ideolojiden faydalanarak arayışlara girmenin faydası da yoktur çünkü delilik vardır ve her arayış en az kapitalizm şiddeti kadar kokuşmuşluğa mahkumdur. İyi oldu ya bir istismarı işleyişe çevirmiş örgütlenmenin faturasını da deliliğe keserken o ideolojinin de güme gitmesi. Neoliberal hayat algısının işine gelen umutsuzluğu yeniden ürettik mi? Şimdi gidip bir ruh hastasının hayatını ağlakça anlatan bir filmi ya da “delilik mi dahilik mi” kodlu nörotipik mastürbasyonuna yönelik araştırmalarımızı yapabiliriz. Olmadı karizmatik seri katil eşittir psikiyatri teşhisi dizileri de mevcut.
Damgalananlar Zararsız Mı Yani?
Bir dakika, tüm bu toplumsal aklama mekanizmasına yem edilen nöroçeşitlilere ve nöroçeşitliliğin parçası olan psikososyal engellilere ne mi oldu? Onlar mı zarar gördü? Biz gerçekten elimizde olmayan durumları açıkladığımızda “Teşhisini bize karşı kullanma. Her şeyi teşhisinle açıklama” laflarını duyarken bahsi geçen özellik tıp tarafından “belirti” diye mi adlandırılıyormuş?
Bizlerin bir kısmı damgalanmamak için ilaç kullandığını gizlerken bir kısım nörotipik yani standart/normal beyinli insan, o kişiye gerekli olan ilacı kendine uyuşturucu etmek için nöroçeşitli ergenleri ikna etmeye mi çalışıyormuş?
Nasıl yani bipolarların hepsi kuduruk değil mi? Şiddete yatkınlıkla suçlanan nöroçeşitlililerin suça maruz kalma ihtimali herhangi bir nörotipiğin yaklaşık 2,5 katı mıymış? Bütün köy zihinsel engelli genç adına 8 yıldır tecavüz ediyormuş ve engelliliğin bu konuyla hiç alakası yok muymuş? ABD’de mental sağlık krizi sonucu ortaya çıkan durumlarda başvurulan yetkilermiş ve zırt pırt otistik gençler polislerin eğitimsizliği yüzünden kurşunlanıyor muymuş?
Bir “zararlı” kişi bir tesadüf nöroçeşitli veya ruh hastası ise teşhisi kriminal durumun açıklaması mıdır? Nöroçeşitli kişinin herhangi bir davranışının seçim mi yoksa elinde olmayan geçici bir durum mu olduğu nasıl mı ayırt edilir? Zaten bu durumlara yönelik destek yöntemleri mi mevcut? Nasıl yani deliler “zararlılar ve zararsızlar” diye ikiye ayrılmıyor mu?
Değil mi ki Türkiye’nin en akıllı ve vicdanlı zihinleri dahi şiddeti dizayn eden, planlayan, seçen pisliklerle deliliği eşitleyebiliyor, mesela otizm hakkında pek bir farkındalıklıyken süreğen psikiyatri hastası milyonları damgalamakta zarar ziyan görmüyor, ne kadar değişik olduğunu vurgulamak için kendini “deli” diye vurguluyor ama nefret ettiği politikacılara ruh hastası diye hönkürüyor…
Deliliği aklın ve vicdanın zıddı zanneden bir kültüre masumluğumuzu, uğradığımız insan haklarının yoğunluğunu ya da damgacı medeniyetin tarihsel işleyişini tek tek ispatlama talebini kabul etmek zorunda değiliz.
Zaten zararlı olmadığımızı, kendimize veya başkalarına nasıl iyi geldiğimizi veya zarar verme ihtimalimiz varsa ender durumlarda, bunu nasıl yönetebildiğimizin detaylarını anlatmaya da lüzum yok pek.
Normalcilerin temel varsayımlarının milyonlarca nöroçeşitlinin “muhtemelen zararlı” olduğunu bilmek yeterince zararlı bir maruz kalma hali.
Damgacı anlam dünyası ve dilinden, bürokrasiden ve bizzat ruh sağlığı sistemi içindeki insan hakları ihlallerinden yeterince reel zarar görüyoruz. Bir de “Ne kadar zararsızız”ı anlatarak kendi onurumuza saldıramayız güzel normalcilerin hatırı için.
Bizim iç işlerimiz yani birebir deneyimlerimiz normalci ve sağlamcı zihin dünyasınca trajedi, şiddet, kötülük, yaratıcılık çarpıtmalarıyla filtrelenebilsin ve gene yalan yanlış çerçevelenebilsin diye hiçbir toplum kesiminin herhangi bir masasına malzeme sağlamaya gerek yok.
Anormaller, hep bir suçlu, ama pek komikli deliler, ne kadar değişik bu nöroçeşitliler… Nöroçeşitliler birbirleriyle ve sadece “Velev ki deliyim, velev ki ruh hastasıyım…” gibi cümleleri kurabilip deli meli olmadığını bilen nörotipiklerle bu konuları konuşurlar yeri geldikçe.
Çoğunluk akıl tapıncı mezarında sadece kendilerine iyi gelen ruh halini sağlayabilsin ve o arada pornografik “değişik beyin” merakları tatmin olsun diye nöroçeşitliliğin detaylarını anlatmaya enerji harcamak beyhude sanki. Biz bize kamudan azade diyaloglar bir süreliğine daha yapıcı.
İçe kapalı yapıların, yankı odalarının iktidar mekanizmalarını yeniden üretmesi, şiddete daha kolay yol vermesi falan mı dediniz? Nöroçeşitliliğin ismine bakılması yeterli iç rahatlığı için. Benzemezler ve hiç benzemezler olarak bir aradayken standart beyin, beden ve sağlık raporu cenderesinden düşünenlere göre çok daha güvenli bir ortamdayız. Bu saatten sonra bırakalım da gönüllüler normal-anormal ikiliğinde sadece kendilerini boğsunlar.